14 Haziran 2008 Cumartesi

Yüzde 90’ı Kaçak Olan Bir Kent; İSTANBUL




ALPER TURGUT


İstanbul’da kaç tane bina var? İnanır mısınız, bunun yanıtı yok. Envanter deseniz hak getire, dolayısıyla her kurum farklı rakamları telaffuz ediyor. Benimsenen görüş; 1 milyon 120 bin kaçak yapı olduğu yönünde… Kısaca; dev kentin yüzde 90’ı kaçak… Çözüm belki de, çağdaş, tarihiyle barışık, güvenli ve yaşanabilir bir İstanbul hayalinin, herkesçe paylaşılmasından geçiyor. Davutpaşa'daki kaçak imalathane patlamasında 23 işçinin can vermesini, depreme bile gerek olmadan çöken, yuvayken mezara dönüşen binaları unutmadan… Bu güzel şehir, inanın bunu hak ediyor.





Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Yrd. Doç. Dr. Pelin Pınar Özden, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi… Özden’e, kaçak yapılaşmadan, kentsel dönüşüm projesine, TOKİ konutlarından, AKP’nin “ne varsa sat” uygulamalarına dek merak ettiklerimizi sorduk.


— İstanbul, ruhsatsız ve kaçak bir şehir… Bilinen öykü bu… Siz ne düşünüyorsunuz?

Kentin yüzde 70’i ruhsatsız… Ruhsatı olup da yasadışı eklemeler yapanları da (kat çıkanlar örnek gösterilebilir) bu orana katarsak İstanbul’daki binaların yüzde 90’nın kaçak olduğu sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. Kaçak yapı oranının Türkiye genelinde yüzde 60’lara ulaştığını da görmezden gelemeyiz. Yoğun göç alan ve sürekli büyüyen İstanbul’un, nüfusu milyonu aşan bazı ilçelerinde kaçak yapılaşma oranı inanın çok yüksek…


— İstanbul’daki kaçak yapılaşmanın tarihçesi nedir?


Kaçak yapılaşma, ilk 1948’de ortaya çıktı, 1980’lerde ise inanılmaz büyüdü, deyim yerindeyse aldı başını yürüdü. 1983, 1984 ve 1986 yıllarında ANAP iktidarı tarafından ardı ardına çıkartılan imar afları, bu büyük kente çözüm sunmak yerine beraberinde yeni sorunlar getirdi. Türkiye’nin “imar ayıbı” işte bu yıllara rastlar. Bugün hala yürürlükte olan 1985 tarihli 3194 sayılı İmar Yasası, eski kanunun revizyona uğramış halidir. Günümüzdeki AKP iktidarı gibi peş peşe yasalar çıkartan ANAP hükümeti, 1980’li yıllara adeta damgasını vurdu. “Koruma Yasası”, “Boğaziçi İmar Yasası”, “Toplu Konut Yasası”… Onlar, imar açısından Türkiye’nin en kötü zamanının yaratıcısı oldular. Bunun adı tezat ve ironidir.





— Bu sürecin şehirdeki yansımalarını nasıl görürüz?


1990’ların sonlarına dek bir anlamda bu oluşum sürüyor. Kentteki yansımalarını görmemek mümkün değil. Şu anda yüksek yapılarla dolu hiçbir altyapısı olmayan bölgeler var İstanbul’da… Örneğin Beşiktaş’tan Maslak’a uzanan bölge, 1990’lı yıllarda başlayan uygulamaların eseridir. Zaten, kentin yatay gelişmesi hiç bitmemişti, böylelikle emsalsiz, dikey gelişmede ortaya çıkmış oldu. Türkiye’nin imar hikâyesi, 1980’li yılların politikalarıyla alakalıdır. Bugün anlaşılacağı üzere, bu öykü demek ki uzun vadede hiçte iyi değilmiş. İmarın miladı ise 1999 yılı Ağustos ayına, yani Büyük Marmara Depremi’ne rastlar.




— Yanılmıyorsam kentsel dönüşüm projeleri depremin ardından geldi


Evet, kentsel dönüşüm 2000’lerde başladı. 2003 yılında ulusal düzeyde kentsel dönüşüm sempozyumu düzenledik. Kentsel dönüşüm gerçeğinden çoğu kimsenin haberi dahi yoktu. Sonra yerel yönetimlerde, kentsel dönüşümü benimsediler. Uluslararası çapta kentsel dönüşüm sempozyumunu, 2004’te Küçükçekmece Belediyesi ile ortaklaşa gerçekleştirdik. Dünyadaki dönüşüm uygulamalarını, Avrupa’nın dört bir yanında yaşanan gelişmeleri ve beraberinde doğan ilkeleri anlatan uzmanlar, “bizde böyle adımlar atalım” dedi. 2000’lerdeki yeniden yapılanma çalışmaları çok önemli. Biraz da küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin de etkisiyle, kentsel dönüşüm projeleri sürüyor. Bunu da gözden kaçırmamak gerek…


— AKP’nin “ne varsa sat” mantığı ile hareket ettiği şüphesiz… Bunun İstanbul’a ne yararı olabilir ki?


Sat ve parasını al! Yabancı yatırımcılara, satıcı mantığıyla özel araziler dağıtılıyor. AKP’nin özelleştirme anlayışı da tıpkı ANAP’a benziyor. Dünya kenti İstanbul’da, her şey satılıyor ancak kamusal alana dönüşüm gerçekleşmiyor. Kamuoyu bundan yararlanamıyor, kent adına kullanılmıyor. Sivil toplumun gelişimi, ülkemizde 1990’lı yıllara dayanıyor. İnsanlar yeni yeni haklarını aramaya başladılar. Ve bazen yöneticiler, odaları dahi düşman olarak görebiliyor. Bu anlamda halka geri dönüşü olmayan özelleştirmeye karşı durmak gerekiyor. Yıllarca merkez farklı, yerel farklı diyerek bunun bir sorun olduğunu düşündük. İktidar olan partinin belediyeleri de kazanması durumunda, daha sağlıklı çözümler üretileceğini sandık. Gelinen noktada (AKP örneği), yanıldığımızı anladık. Aslında gücün kimde olduğu değil nasıl kullanıldığını önemliymiş.


— Sanırım gecekondular da kentin bir başka yarası…

Islah planları ve ardından gelen (1984) imar afları, gecekondu sahiplerine ilaç gibi geldi. Bu gecekonduları oy deposu olarak görmenin kaçınılmaz sonuydu. Gecekondular bir anda 5 katlı binalara dönüşüverdi. Bu yapıların büyük bir risk taşıdığı ortada... Özellikle deprem açısından… İstanbul’da gettolar var. Alt gelir ve üst gelirlilerin ayrıldığı, hemşerilik ilişkileriyle yerleşim yerlerini seçenlerin olduğu bir kent İstanbul…





— TOKİ’nin fakirlerden ziyade zenginlere yönelik konutları tepki topluyor…


T.C. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), ilginç bir biçimde piramidi ters tutuyor. Zenginlere yönelik konutlar en üstte… Anlaşılacağı üzere lüks evlere öncelik tanınıyor. Orta gelir gurubu için fark yok, onlar her halükarda piramidin ortasını alıyorlar. Yoksullar ise ne yazık ki, piramidin ucuyla yetinmek durumunda kalıyor. Bu çok yanlış bir denge…


— “İstanbul’da dikili bir ağacın olsun…” derler. İstisnasız herkes ev sahibi olmanın peşinde…


İstanbul, neredeyse dünyanın en pahalı konutlarına sahip… Bu çekiciliğin kaynağı nedir?
Tabii ki rant… Bu politikalar devam ettiği sürece emlak piyasası büyümeye devam edecek. İnsanlar modern konutların, daha ulaşılabilir ve ödenebilir ev projelerinin peşine düşecekler. Eskiden nakit paranız varsa ev sahibi olabiliyordunuz. Şimdi ev alma şansınız daha çok… Krediyle ödemelerinizi yapabiliyorsunuz. Taksit taksit kira öder gibi konut edinebiliyorsunuz. Piyasa çok hareketli, evler çok hızlı el değiştirebiliyor. Ve kent sınırlarını aşıyor. Bir de koruma prosedürü var. Şöyle bir örnekte verebilirim. İki katlı bir yapıyı ele alalım. Restorasyon kararını kuruldan geçirmek için adeta didiniyorsunuz. Zaten insanlarımız bilinçli değil ve bürokrasi hepimizi yıldırıyor. Bir de bakmışsınız ki, siz hala iki katlı yapı ile uğraşırken yan taraftaki adam, 8 katlı binayı dikmiş. İşte bu durum kanunsuzluğa davetiye çıkarıyor.


— Ya çözüm?


Kentin düze çıkması asla bir finansman sorunu değildir. Her şeye bulunan para, bu iş için de sağlanır. Güçlü bir sivil toplum işbirliği, geniş bir dünya görüşü… Çözüm, çağdaş bir kente bakış açısında yatar.


— Son sorum şehir plancıları üzerine… Eskiden şehir plancıları denilen meslek grubunun varlığından bihaberdik. Günümüzde artık onlarsız olmayacağı aşikâr… Siz ne dersiniz?


2000’li yılların başına kadar bazı ilçe belediyelerinde şehir plancıları yoktu. Belde belediyelerinde ise hemen hemen hiçbir meslektaşımız görev yapmıyordu. Günümüzde şehir plancıları işsiz kalmıyorlar. İstanbul’da üye sayımız 1300’e dayandı. Türkiye genelinde şehir plancılarının sayısı ise 4 bin civarında… Kamu dışında artık farklı sektörlerde, şehir plancıları istiyor. Mesela bir alışveriş merkezi, yer seçimi için şehir plancısına başvuruyor. Veya bir şirket, yüksek ofis binası için şehir plancısına ihtiyaç duyuyor. Gayrimenkul değerlendirme de işimizin bir parçası… Banka ve sigorta şirketleri de şehir plancılarıyla çalışıyorlar.


NİSAN 2008 / İSTANBULUM

Hiç yorum yok: