9 Haziran 2008 Pazartesi

Haklarımızı aramayı denesek mi?




ALPER TURGUT

Bir gazeteci sözünü asla sakınmaz ve ne olursa olsun hiç yılmaz… Her türlü baskıya rağmen durmadan, duraksamadan hak, hukuk, adalet haberleri yapar. Toplumun tüm kesimlerine gerçeği yalnızca gerçeği haykırmak ve iyiyle doğrunun yanında kalmak adına… Bu bizim en büyük sermayemizdir. Ancak ve ne yazık ki; kendi haklarımızı savunmaktan yoksunuzdur. Umursamamak, bürokrasiden nefret etmek, kimseye güvenmemek, inanmamak, savsaklamak, “bundan sonuç alınmaz” diye harekete geçmemek… Ya da en kötüsü başlayıp, bitirememek… Yarı yolda cayıp, el frenini çekenler, kendileri kadar mesleklerine ve gelecekte aynı sorunu yaşayacak meslektaşlarına haksızlık etmiş olacaklar, ister, istemez… Haklarımızı arayalım ve sonuna dek mücadele edelim. Söyleyeceğim özetle budur.

Şimdi ayrıntılara geçelim. Emekçiye kapatılan Taksim Meydanı, bu yıl olduğu gibi geçen yılda polisin şiddet gösterilerinin gerekçesiydi. 1 Mayıs 2007 günü, gaz, cop ve tekme yağmuru altında yaralananlar arasında 9 da gazeteci vardı. Birisi de bendim. Öyle böyle değil. Cebrin en koyusu sahnelenmiş ve haşat olmama ramak kalmıştı. Kamunun huzurunu koruması gerekenler yani güvenlik güçleri, jargonumu mazur görün “orantılı şiddet” safsatasıyla bizleri dermansız bırakıp, haddimizi bildirdiler. Sonra gazeteciler, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve diğer örgütlerimizi de yanlarına alarak tepkilerini gösterdiler. Hatta hep birlikte İstanbul Valiliği’ne yürüdük. İçerde İstanbul Valisi Muammer Güler’e, “Hakkınızda suç duyurusunda bulundum, umarım yargılanırsınız” dedim. Her neyse…


Tamı tamına bir yıldır avukatım Tora Pekin’le uğraşıyoruz, çalmadığımız kapı, başvurmadığımız merci kalmadı. Sadece “adalet” istiyorduk ve sonuna dek gitmeye kararlıydık. Dakika bir gol bir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Vali Güler, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve Çevik Kuvvet Şube Müdürü hakkında yaptığımız şikâyeti işleme koymadı. Sürecin zorlu geçeceği belli olmuştu. Sonra “kasten insan yaralama” ve “iş ve çalışma hürriyetini ihlal” gerekçeleriyle, Danıştay Daire Başkanlığı’na itirazda bulunduk ama sonuç alamadık. Aradan 7 ay geçmişti. Bilgi Edinme Hakkı’ndan yararlanan avukatım Tora Pekin, “Saldırılarla ilgili soruşturma hangi aşamada?” diye polise başvurdu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, ironidir, yanıtı 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde verdi. Saldırıya uğramamızla ilgili inceleme raporu, polisin teklifi, valiliğin de onayıyla 27 Temmuz 2007 günü işlemden kaldırılmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise aralarında benim de bulunduğum 38 kişinin şikâyetini dikkate almadı ve dava açılmasına gerek görmedi. Avukatım hemen karara itiraz etti. Top şimdi Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi’nde… Sevindirici gelişme ise İçişleri Bakanlığı’na açtığımız 1000 YTL’lik manevi tazminat davasını kazanmamızdı. İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin, “Kolluk görevini yürütmekle görevli personelin, görevini yerine getirmek amacıyla zor şartlar altında mücadele eden gazetecilere yardımcı olması gerekirken onların haber alma hakkını engelleyecek şekilde davranmasının kabul edilebilir hiçbir yanı bulunmamaktadır. Kolluk personeli gazetecilerin haber hakkını sağlayacak tüm imkânları sağlamakla görevlidir. Zira vatandaşların en iyi doğru ve sağlıklı şekilde haber alma imkânından yararlanması ancak bu şekilde mümkündür” diyerek kararı bağlaması, mesleğim adına beni mutlu etti. İçişleri Bakanlığı eğer itirazda bulunursa son kararı Danıştay verecek. Yani yola devam… 1 Mayıs 2008’de de aynı gazetede çalıştığım iki meslektaşım, polis şiddetinin kurbanı oldular. Bize düşen onlara destek sunmaktır. “Müdahale esnasında koşuyordu, üstünde basın yeleği ve elinde fotoğraf makinesi de yoktu” denilmesin diye… Son söz; sorumlular sorumsuz, failler meçhul kalmasın.

Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın (TGS) Yayın Organı BASIN'da yayımlandı.

Hiç yorum yok: