19 Haziran 2009 Cuma

PVSK 53 kişiyi öldürdü





ANKARA (19.06.2009)- Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) yetkilerinin artırıldığı iki yıl içinde polisin neden olduğu insan hakları ihlallerini raporlaştırdı. 17 Haziran'da yayınlanan rapora göre polisin yetkilerinin artırıldığı iki yılda 13 kişi karakollarda öldürüldü. Polis silahıyla 53 kişi yaralandı. 416 işkence, kötü muamele gerçekleşti.


Buna göre, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun (PVSK) değiştirildiği Haziran 2007'den bu yana, polisin silah kullanması nedeniyle ya da kişilerin güvenliğinden sorumlu olduğu gözaltı merkezlerinde, toplam 53 kişi öldü. Bunlardan 13'ü karakollarda öldürüldü.


Polis 'dur'madı 40 kişiyi öldürdü

Feyzullah Ete, Baran Tursun, Festus Okey, Çağdaş Gemik ve daha onlarcası... Polisin dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle ateş açması, gösterilere saldırması, gerçekleştirdiği ev baskınları sırasında silah kullanması sonucunda toplam 40 kişi yaşamını yitirdi; 53 kişi yaralandı.


TİHV raporunda, "Uluslararası normlara göre kolluk kuvvetleri sadece kendisine ve başkalarına yönelik yakın yaşamsal bir tehlike halinde silaha başvurabilir. Oysa PVSK'de yapılan değişiklikle, kolluk kuvvetleri ortada hiçbir tehdit yokken dahi kendilerine tanınan silah kullanma yetkisini en geniş biçimde kullanmıştır" deniliyor.
416 işkence-kötü muamele


Polis öldürmediklerine ise işkence yaptı. Bu sürede toplam 416 işkence ve kötü muamele olayı gerçekleşti. TİHV raporunda, bunların dağılımıysa şöyle:


Kaba Dayak: 230 , Hakaret: 57 , Biber Gazı: 47 , Tehdit: 34 , Basınçlı Su ve Soğuk Su Tutma: 11 , Sözlü Taciz: 7 , Öldürme Tehdidi: 5 , Tecavüz tehdidi: 5 , Haya Burma: 4 , Soğuk ve karanlık bir ortamda bekletme: 3 , Diz üstünde veya hareketsiz bekletme: 3 , Aç ve susuz bırakma: 2 , Copla tecavüz: 2 , Nefessiz bırakma: 2 , Çıplak bırakma: 2 , İstenilmeyen hareketlere zorlama: 2


Bu olayların çoğunun, 168'inin sokakta gerçekleşmesi, resmi mekan dışı işkencenin yoğunluğunu gösteriyor. 109 olaysa karakollarda gerçekleşti.


TİHV: Münferit değil sistematik

TİHV bu durum için "Bu veriler, onlara kaynaklık eden olay öyküleri birlikte incelendiğinde, kolluk kuvvetlerinin durdurma ya da arama işlemleri yaparken, kimlik sorarken ya da suçu önlemeye yönelik müdahalelerde bulunurken, nakil aracında ya da gözaltı sırasında sıkça aşırı ve orantısız güç kullanımına başvurduğu, işkence ve kötü muamelede bulunduğu anlaşılmaktadır" diyor.


İki yılda, 47 ilde meydana gelen en az 331 olay sonucunda en az 1.605 kişi çeşitli hak ihlalline maruz kaldı. En fazla hak ihlali 109 olayla İstanbul, 23 olayla İzmir, 17'şer olayla Diyarbakır ve Hakkari, 16 olayla Van, 14'er olayla Ankara ve Adana'da gerçekleşti.


TİHV bu verileri "PVSK'de yapılan değişiklik sonucu gerçekleşen ihlallerin münferit değil aksine sistematik ve tüm ülke sathında nedenli yaygın olduğunu açıkça gösteriyor" diye yorumluyor
.


Bu yazı ATILIM'dan alınmıştır...

Kayıplar bulunsun hesap sorulsun


Hasan Ocak'ın annesi Emine Ocak

Fotoğraf: Erhan Arık

Uğur Kaymaz'a 13 kurşun daha




BU BİR ACİL HAYAT ÇAĞRISIDIR KAYITSIZ KALMAYIN





GÜLER ZERE SERBEST BIRAKILSIN



Tecrit/Tretman modelinin uygulandığı Türkiye hapishaneleri yeni bir ölümün eşiğinde. Türkiye, İnsan haklarının korunmasına ve tutuklu/hükümlülerin haklarına ilişkin uluslararası tüm sözleşmeleri imzalamış olmasına karşın hapishanelerinde hak ihlalleri ve ölümler sürüyor Bağımsız insan hakları örgütlerinin tespitlerine göre sadece 2000–2009 yılları arasında kapatma mekânlarında 306 kişinin öldüğü sistemin yeni hedefi 14 yıldır özgürlüğünden mahrum olan 37 yaşındaki politik kadın mahkum Güler Zere.


Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından verilen hapis cezasının infazını çekmek üzere Elbistan Kapalı Hapishanesi'nde tutulduğu sırada Kanser hastalığına yakalanan Güler ZERE, gerek hastalığının geç teşhis edilmesi gerekse de teşhis edilen hastalığının tedavisinin “tedavi sırası” ve “mahkum koğuşunda yer bulunmaması” gerekçeleriyle başlatılmaması nedeniyle bugün ölümün kıyısına gelmiş durumda.
“Hükmedilen sürede özgürlükten yoksun bırakılmaktan ibaret” olan “cezaya içkin olan elem ve kederin etkisinin arttırılması açık bir kötü muamele olarak kabul edilmelidir. Keza kötü muamele için, bir tutukluya zarar vermek niyeti taşımak gerekmez; hizmet sunumunda “tümden yetersizlik ya da bir dizi bireysel olay” sonucu kayıtsızlık da aynı sonuca yol açabilir. Tedavi olanaklarının sağlanmasındaki başarısızlık/kayıtsızlık bu kapsamda değerlendirilmelidir. Nitekim tedavi süresi boyunca infaz idaresi tarafından sergilenen kayıtsızlık, sağlık tablosu açısından geri dönülemez bir noktaya gelinmesine neden olmuştur. Bu durumda İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ nin 2. maddesi ile güvence altına alınan “yaşama hakkı” , 3. maddesi ile güvence altına alınan “işkence ve fena muamele yasağı”nın açık şekilde ihlal edildiği anlaşılmaktadır.


5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 16. maddesi uyarınca cezanın amacı dışında etki yaratabileceği anlaşılan hallerde infazın geri bırakılacağı düzenlenmiştir. Maddenin 2. fıkrası uyarınca tıbben tedavisine olanak bulunmayan veya tedavisi uzun sürebilecek bir takım hastalıklar halinde cezanın hastane mahkûm koğuşunda infazında hükümlünün hayatı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa cezanın infazı geri bırakılacaktır. Güler ZERE’nin tutulduğu hastalığın türü, tedavi sürecinde yaşanılan olumsuzluklar birlikte değerlendirildiğinde durumun bu kapsamda değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu zorunluluğa karşın, bugüne kadar bu yönde yapılan başvurulardan herhangi bir sonuç elde edilememiştir.


Güler ZERE açık yasa hükümleri dikkate alınarak derhal serbest bırakılmalıdır. Aksi tutum ve uygulamanın yeni bir ölüme neden olacağı unutulmamalıdır. Kamuoyunu bu ölüme izin vermemeye çağırıyoruz.


HALKIN HUKUK BÜROSU

GÜLER ZERE ile dayanışma için Mektup: Çukurova Üniversitesi Balcalı Araştırma Hastanesi Mahkum Koğuşu/ADANA Ve Karataş Hapishanesi/ADANA
PROTESTO İÇİN
TC. Adalet BAKANLIĞI
06669 KIZILAY/ANKARA
TEL:90(312)417 77 70
FAKS:90(312)419 33 70

15 Haziran 2009 Pazartesi

“Benim Babam Bir Kahramandı”




… Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu,
Çetin Emeç, Turan Dursun, Musa Anter,
Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı,
Cavit Orhan Tütengil, Doğan Öz, Bedri Karafakioğlu,
Bedrettin Çömert, Cevat Yurdakul, Nesimi Çimen,
Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Sevinç Özgüner,
Behçet Aysan, Necip Haplemitoğlu, Aziz Nesin,
Kemal Türkler, İlhan Erdost, Ümit Doğanay,
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Metin Altıok,
Onat Kutlar, Asım Bezirci, Asaf Koçak,
Ahmet Kaya, Hrant Dink,
Ve Diğerleri…


Yakın tarihimiz temelde bağımsızlık ve uygarlık adına emek verenlerin tırpan gibi biçildiği bir kanlı süreçtir. Dünden bu güne gelindiğinde çağdaşlık ve aydınlık yolunda yitirdiğimiz aydınlarımızın unutulmaya yüz tutmuş olmasını içimize sindiremiyoruz. Ülkesini ve halkını seven bu “gerçek” insanların, düşüncelerinin şiddet yolu ile sindirilmesini, yok edilmeye çalışılmasını kınıyor ve bunun çıkar yol olmadığını gururla haykırıyoruz. Ama bu aydınların düşünceleri yüzünden kurşunlara ve bombalara hedef olduğu gerçeğini maalesef değiştiremeyiz. Başka bir ülke yoktur onlarca aydınını kurşunlara hedef etmiş ve bu denli yönetenlerce sahiplenilmemiş olsun.



Düşüncenin özgürce ifade edilebileceği bir ülke arayışını dün aydınlarımız, bugün de biz sürdüyoruz. Düşüncelerinin bedelini canlarıyla ödeyen bu aydınlarımızın acılarının sadece ailelerinin değil, tüm toplumun olduğunu belirtmek istiyoruz.
Türkiye’de bir ilk olan bu etkinlikte, yakın tarihimizde katledilen tüm aydınlarımızı çocukları ve aileleriyle beraber babalar gününde anacağız Onlar yalnızca aileleri için değil, sosyal işlevleri ve uğrunda savaştıkları ilkeler ile onları yok eden bilinçli odakların bilinçsiz maşalarının da geleceği için bir umut idi. Bunun bilincine varan tüm insanların, düşünce farklılıklarına kanıtlanabilir düşünce ile yanıt vereceği, şiddetin her türlüsünün reddedileceği bir toplum kurma yolunda bizimle birlikte yürümesi gerektiğini biliyor ve davet ediyoruz.



Bu etkinlik ailelerinin bireysel acı ve sıkıntılarını dile getirmek amaçlı değildir. Ancak onların kimliğinde topluma yitirilmiş belleğini kazandırmak adına bir dönüm noktası olması hedeflenmektedir. Toplumumuzun bugün geldiği noktada, yitirdiğimiz sanat, bilim, hukuk ve felsefe emekçisi değerlerimizi anmak, uğraşı ve kişiliklerini anımsamak yolumuzu aydınlatacaktır.



Bu olağanüstü projede katılım ve desteğiniz sosyal sorumluluk adına hepimiz için onur verici olacaktır.


Düşüncenin ve ifadesinin kurşunlanarak susturulmayacağı bir Türkiye için katledilen aydınlarımızı aileleriyle birlikte anacağımız "Benim Babam Bir Kahramandı" isimli babalar günü etkinliğinde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız...




Düzenleme komitesi
Dr. Canan Kaftancıoğlu
Dr. Ali Naki Kaftancıoğlu
Öztürk Tatar
Emin Yılmaz




Tarih: 21 Haziran pazar günü Saat: 19.30
Yer: Esenkent Rıfat Ilgaz Açıkhava Tiyatrosu Esenyurt/İstanbul
Bilgi: 0555 254 27 26


6 Haziran 2009 Cumartesi

Dünyaya kafa tutan avukat...




Ona göre bir avukatın görevi, müvekkilini suçu ne kadar ağır olursa olsun linçten kurtarmak. Zaten mahkemeler bunun için değil midir? Jacques Vergès de öyle yaptı, bilinen hemen hemen tüm terörist, muhalif ve anarşistleri korkusuzca savundu. Bu nedenle ajan olarak bile suçlandı. Ama asla yılmadı. Hayattaki tek kuralıysa ilişkilerinde “kırmızı çizgi”yi aşmamaktı...


DENİZ ÜLKÜTEKİN / ALPER TURGUT

“Suçsuz bir toplum, gülsüz bir gül fidanı gibidir” ve “Damarlarımdaki kan kalbimle konuşuyor”... Mutlak bildiği her güce meydan okuyan ve büyük aşklar yaşayan tutkulu bir adamın sözleri bunlar... Hayatını -tastamam 84 yıl ediyor- emperyalizme, sömürgeciliğe ve işgale karşı savaşmaya adayan dünyanın en ünlü ceza avukatı Jacques Vergès, aynı zamanda sınırları zorlayan zekâsıyla, genç meslektaşlarına “imkânsız diye bir şey yoktur” argümanını hediye ediyor.

Kopuş savunmasının (ilk uygulayıcısı Sokrates) büyük ustası Vergès, 20’yi aşkın Afrikalı diktatörü savunup insanlığın tepkisini çekerken dahi mağrurdu. Çünkü asıl suçluyu biliyordu ve “her koşulda ölümüne müdafaa” diyerek onlara sesleniyordu; “Batı’nın vahşi kapitalistleri, bu kan denizini sizler yarattınız”.
Annesi Vietnamlı babası Katalan bir Fransız melezinin, neden Cezayir’de yaşanan soykırıma karşı isyan bayrağını yükselttiğini anlamak için sanırım Kuzey Afrika’yı 1956’da kana bulayan, bir milyon 600 bin kişinin ölümüne neden olan lejyonerlerin izini sürmek gerekiyor. O kanlı Fransız lejyoner askerleri ki; tam 20 yıl sonra faşist Arjantin cuntasına yol gösterici oldular.

“Ben Tanrıyım” diyebilecek denli gözükara ve birçok müvekkili intihar ettiği için haliyle “Ölüm Meleği”ne de benzetilen Vergès’in “provokatör”, gizli servis ajanı ve “çıkarcı” olduğunu öne sürenler öylesine çok ki... İyi bir hukukçuyu, sanatçı olarak gören, felsefe, tarih, edebiyat ve şiirle söylevlerini harmanlayan Vergès, soğukkanlılığı ve düşmanlarını sinirlendiren kayıtsızlığıyla asla tuzağa düşmüyor.
Vergès aynı zamanda eski bir direnişçi ve savaş gazisi... Kayıp olduğu 1970-1978 yılları arasında gerilla olduğu söyleniyor. Kimler yok ki dostları arasında; Mao, Ahmed Bin Bella, Yaser Arafat, Slobodan Miloseviç, Saddam Hüseyin, Waddi Haddad, George Habaş, Yacef Saadi, Zohra Drif-bitat, Abderrahmane Benhamida, Khieu Samphan, Pol Pot...

Bir de savunduğu isimlere bakalım; İlich Ramirez Sanchez nam-ı diğer efsanevi Çakal Carlos, “Lyon Kasabı” da denilen Nazi lideri Klaus Barbie, Musevi soykırımının gerçek olmadığını öne süren meşhur filozof Roger Garaudy, Yugoslav lider Slobodan Milosevic, eski Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz... Liste uzayıp gidiyor; Kongolu devrimci önder Patrice Lumumba’yı katlettiren diktatör Moise Tsombe, Lübnan’ın dünyaca ünlü silahlı eylemcisi Enis Nakkaş, 12 cinayet işleyen, “Bikinili Katili” de denilen “Yılan” lakaplı Charles Sobhraj...

KOPUŞ SAVUNMASI...

Bize öyle geliyor ki, Jacques Vergès hiç de masumiyetini kanıtlamaya çalışan biri değil. Şayet bir şeyi inkâr ediyorsa ya da herhangi bir konu hakkında konuşmasının doğru olmayacağını söylüyorsa bunu düz bir reddediş olarak ele almamak gerekiyor. Ne de olsa hukuk alanında yaratıcısı olduğu “kopuş savunması” hayatının her alanında yer etmiş birinden bahsediyoruz. Biri “Azılı terörist Çakal Carlos’la sık sık görüşüyormuşsunuz?” derse “Hayır” diyebiliyor. Belki gerçekten görüşmemiştir ya da görüştüğü kişi özgürlük savaşçısı Ilich Sanchez Ramirez’dir. Sizin gerçekleriniz onu enterese etmiyor. Bu yüzden geçen hafta İstanbul’da katıldığı basın toplantısında Alaattin Çakıcı ya da Ergenekon Davası’yla ilgili soruları es geçmesi çok da şaşırtıcı değil. Toplantı sonrasında “Terör’ün Avukatı”yla beş dakikalığına görüşme şansı yakalıyoruz. Ancak önce “aykırı sorularımız” olmadığından emin olunuyor. Ortalıkta dolaşan “korumalar”ın sohbetimize özel alaka göstermesi de cabası. En çok merak ettiğimiz soruyla başlıyoruz.


Acaba, azılı suçluları savunmaktaki amacı hukuksal anlamda yaptığı deneyin bir parçası mı? İşin insani tarafını göz ardı ediyor olabilir mi? Sonuçta avukatlık kariyerindeki müvekkilleri ve dostları pek de hoş anılan isimler değiller. Lyon Kasabı lakaplı Nazi Subayı Klaus Barbie’yi Lyon’daki linç mahkemesinde birçok suçtan beraat ettirmesi hâlâ akıllarda. Gerçi, bu davayla, tüm basının gözleri önünde ülkesi Fransa‘nın Cezayir’de uyguladığı yöntemlerin Nazilerinkinden çok farklı olmadığını açıkça ifade etme şansı yakalamıştı Vergès. Asıl amacı da zaten buydu. Yine de bu deney meselesini kabul etmiyor. Ona göre, bir avukatın görevi, müvekkilini suçu ne kadar ağır olursa olsun linçten kurtarmak. Zaten mahkemeler ne için? Günümüzde linç kavramının kurumsallaştığını söylüyor, bu konuda insan hakları derneklerini bile suçluyor, “Onlar da çoğunlukla suçluyu savcının karşısına bir kurban olarak çıkarabiliyor” diyor. Telefon rehberinizde uluslararası terörün mucidi Vaddi Haddad ya da İslami terörün öncüsü kabul edilen Anis Nakkaş’ın bilgileri varsa kamuoyundan büyük bir hayranlık beklememeniz gerekiyor. Gerçi bu isimlerle illegal ilişkiler içinde olduğunu kabul etmiyor. İlişkisini yasaların kendisine verdiği yetkiyle belirliyor. Basın toplantısında Abdullah Öcalan’ın davasını almak için başvuruda bulunup bulunmadığıyla ilgili soruya kesin bir dille “hayır” cevabını veriyor. Bu cevap “terör”le ilişkileri konusunda seçici davrandığını gösteriyor mu? “İlişkilerimde sadece kırmızı çizgiyi aşmamaya çalıştım” diye yanıtlıyor, “Bu beni zayıf kılardı. Birçok teröristin yanında yer aldım ama bu örgütlerin hareket tarzıyla ilgiliydi”.


KIRMIZI ÇİZGİYİ AŞMAMAK...


Vergès’le konuşurken satır aralarını iyi okumanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak kırmızı çizgi lafından hareketle şu soruları kendinize sormanız gerekiyor. Hukuk kanunları evrensel mi? Uluslararası terör gibi konularda evrensel yasalar mı işler, yoksa genelde Batılı ülkelerin sömürgeleştirmek istedikleri dünyada uyguladığı, yine kendileri tarafından meşrulaştırılmış terör bunların dışında mı kalır? Vergès de “kırmızı çizgi” diye tanımladığı şeyin evrensel bir doğru olmadığının farkında. Bu yüzden onun doğrularıyla sizin doğrularınız uyuşmuyorsa yapılabilecek bir şey yok. Üstelik bu doğrular kesin olsaydı bile iletişim kanalları tarafından manipule edilmeye çok açık oldukları gerçeği değişmezdi. Vergès de bu işin ustası. “Tanınmış bir avukat olmanın çok büyük yararları oldu” diyor. Cemile Buharad savunmasıyla idama giderken dünyayı ayağa kaldırması ve ilerde eşi olacak militanı bağımsızlık arayanlar için bir idole dönüştürmesi daha ellili yıllarda medyayı nasıl kullanabildiğini gösteriyor. Bununla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor Verges:
“Bir keresinde Miloseviç’le görüşmeye gittiğimde yetkililer beni engellemek için her şeyi yaptı. Ben de yargıca telefon ettim. Yargıç da yetkilileri arayarak ‘Vergès’in mahkûmla görüşmesine izin verin. Yoksa bir basın toplantısı yapar ve ortalığı ayağa kaldırır’ dedi. Yargıç, eski bir arkadaşımdı ve beni gayet iyi tanıyordu”


DELİDOLU BİR YAŞAM


Jacques Vergès, 5 Mart 1925’te Tayland’da dünyaya gözlerini açtı. İkizi ise daha sonra Fransa’nın egemenliğindeki denizaşırı bir ada vilayetinde komünist milletvekili olacak Paul’du. Vergès, Fransız doktor bir babayla, Vietnamlı öğretmen bir anneden dünyaya gelmişti. Dominyon bir ülkede doğmak ve büyümek, Vergès’in hayatına da yön verdi, onu sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı nefret duygularıyla donattı. Yurttaşlık bilincinin doğduğu, ihtilalin Paris’i düşünce, 1942 yılında eğitimini yarıda bıraktı ve General Charles de Gaulle önderliğindeki Fransız direnişine katıldı. Bundan tam 63 yıl önce (1946) Fransız Komünist Partisi’ne kaydoldu. 1950’de o zamanki adı Çekoslovakya olan birleşik ülkenin başkenti Prag’a gitti ve komünist parti için çalışmalarda bulundu. Verges, önce Doğu dilleri ve edebiyatı üzerine eğitim aldı ancak sonra hukuk okumaya karar verdi. Paris Barosu’na 1955 senesinde kaydolduğunda 30 yaşındaydı. O, dile kolay tamı tamına 54 yıldır avukatlık mesleğini icra ediyor.


Cumhuriyet Pazar Dergi / 07 Haziran 2009


1 Haziran 2009 Pazartesi

'Sen başbakanken 742 insan kaybedildi'





[Sesonline] İSTANBUL- İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, "Gözaltında Kayıplar Komisyonu" eski Başbakan Tansu Çiller'in evinin önünde pankart açıp gösteri yaptı. "Uluslararası Gözaltında Kayıplarla Mücadele" (17-31 Mayıs) haftası kapsamında gerçekleşen gösteriye, Çiller'in korumalarının müdahale etmesine rağmen; hak savunucularının "Sen Başbakanken 742 insan gözaltında kaybedildi" ve "Tansu Çiller yargılansın!" pankartlarının açılması engellenemedi...


Bugün (31 Mayıs, Pazar) Saat:13.00'te, eski başbakanlardan Tansu Çiller'in evinin önünde hak savunucuları gösteri yaptı."Sen Başbakanken 742 insan gözaltında kaybedildi" ve "Tansu Çiller yargılansın!" pankartları açan göstericiler, İstanbul, Yeniköy'deki Çiller yalısının önünde Çiller yargılansın!", "İnsanlarımızı kazanlarda yaktınız, asit kuyularına attınız!", "Hesap verin!" şeklinde sloganlar attı. Yalı önündeki korumaların müdahalesine rağmen, göstericilerin Tansu Çiller'in de "Ergenekon Silahlı Terör Örgütü (ESTÖ)" kapsamında yargılanmasını talep eden açıklamalarına ve pankart açmalarına engel olamadı.


FOTOĞRAF: Müjgan Arpat