6 Haziran 2009 Cumartesi

Dünyaya kafa tutan avukat...




Ona göre bir avukatın görevi, müvekkilini suçu ne kadar ağır olursa olsun linçten kurtarmak. Zaten mahkemeler bunun için değil midir? Jacques Vergès de öyle yaptı, bilinen hemen hemen tüm terörist, muhalif ve anarşistleri korkusuzca savundu. Bu nedenle ajan olarak bile suçlandı. Ama asla yılmadı. Hayattaki tek kuralıysa ilişkilerinde “kırmızı çizgi”yi aşmamaktı...


DENİZ ÜLKÜTEKİN / ALPER TURGUT

“Suçsuz bir toplum, gülsüz bir gül fidanı gibidir” ve “Damarlarımdaki kan kalbimle konuşuyor”... Mutlak bildiği her güce meydan okuyan ve büyük aşklar yaşayan tutkulu bir adamın sözleri bunlar... Hayatını -tastamam 84 yıl ediyor- emperyalizme, sömürgeciliğe ve işgale karşı savaşmaya adayan dünyanın en ünlü ceza avukatı Jacques Vergès, aynı zamanda sınırları zorlayan zekâsıyla, genç meslektaşlarına “imkânsız diye bir şey yoktur” argümanını hediye ediyor.

Kopuş savunmasının (ilk uygulayıcısı Sokrates) büyük ustası Vergès, 20’yi aşkın Afrikalı diktatörü savunup insanlığın tepkisini çekerken dahi mağrurdu. Çünkü asıl suçluyu biliyordu ve “her koşulda ölümüne müdafaa” diyerek onlara sesleniyordu; “Batı’nın vahşi kapitalistleri, bu kan denizini sizler yarattınız”.
Annesi Vietnamlı babası Katalan bir Fransız melezinin, neden Cezayir’de yaşanan soykırıma karşı isyan bayrağını yükselttiğini anlamak için sanırım Kuzey Afrika’yı 1956’da kana bulayan, bir milyon 600 bin kişinin ölümüne neden olan lejyonerlerin izini sürmek gerekiyor. O kanlı Fransız lejyoner askerleri ki; tam 20 yıl sonra faşist Arjantin cuntasına yol gösterici oldular.

“Ben Tanrıyım” diyebilecek denli gözükara ve birçok müvekkili intihar ettiği için haliyle “Ölüm Meleği”ne de benzetilen Vergès’in “provokatör”, gizli servis ajanı ve “çıkarcı” olduğunu öne sürenler öylesine çok ki... İyi bir hukukçuyu, sanatçı olarak gören, felsefe, tarih, edebiyat ve şiirle söylevlerini harmanlayan Vergès, soğukkanlılığı ve düşmanlarını sinirlendiren kayıtsızlığıyla asla tuzağa düşmüyor.
Vergès aynı zamanda eski bir direnişçi ve savaş gazisi... Kayıp olduğu 1970-1978 yılları arasında gerilla olduğu söyleniyor. Kimler yok ki dostları arasında; Mao, Ahmed Bin Bella, Yaser Arafat, Slobodan Miloseviç, Saddam Hüseyin, Waddi Haddad, George Habaş, Yacef Saadi, Zohra Drif-bitat, Abderrahmane Benhamida, Khieu Samphan, Pol Pot...

Bir de savunduğu isimlere bakalım; İlich Ramirez Sanchez nam-ı diğer efsanevi Çakal Carlos, “Lyon Kasabı” da denilen Nazi lideri Klaus Barbie, Musevi soykırımının gerçek olmadığını öne süren meşhur filozof Roger Garaudy, Yugoslav lider Slobodan Milosevic, eski Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz... Liste uzayıp gidiyor; Kongolu devrimci önder Patrice Lumumba’yı katlettiren diktatör Moise Tsombe, Lübnan’ın dünyaca ünlü silahlı eylemcisi Enis Nakkaş, 12 cinayet işleyen, “Bikinili Katili” de denilen “Yılan” lakaplı Charles Sobhraj...

KOPUŞ SAVUNMASI...

Bize öyle geliyor ki, Jacques Vergès hiç de masumiyetini kanıtlamaya çalışan biri değil. Şayet bir şeyi inkâr ediyorsa ya da herhangi bir konu hakkında konuşmasının doğru olmayacağını söylüyorsa bunu düz bir reddediş olarak ele almamak gerekiyor. Ne de olsa hukuk alanında yaratıcısı olduğu “kopuş savunması” hayatının her alanında yer etmiş birinden bahsediyoruz. Biri “Azılı terörist Çakal Carlos’la sık sık görüşüyormuşsunuz?” derse “Hayır” diyebiliyor. Belki gerçekten görüşmemiştir ya da görüştüğü kişi özgürlük savaşçısı Ilich Sanchez Ramirez’dir. Sizin gerçekleriniz onu enterese etmiyor. Bu yüzden geçen hafta İstanbul’da katıldığı basın toplantısında Alaattin Çakıcı ya da Ergenekon Davası’yla ilgili soruları es geçmesi çok da şaşırtıcı değil. Toplantı sonrasında “Terör’ün Avukatı”yla beş dakikalığına görüşme şansı yakalıyoruz. Ancak önce “aykırı sorularımız” olmadığından emin olunuyor. Ortalıkta dolaşan “korumalar”ın sohbetimize özel alaka göstermesi de cabası. En çok merak ettiğimiz soruyla başlıyoruz.


Acaba, azılı suçluları savunmaktaki amacı hukuksal anlamda yaptığı deneyin bir parçası mı? İşin insani tarafını göz ardı ediyor olabilir mi? Sonuçta avukatlık kariyerindeki müvekkilleri ve dostları pek de hoş anılan isimler değiller. Lyon Kasabı lakaplı Nazi Subayı Klaus Barbie’yi Lyon’daki linç mahkemesinde birçok suçtan beraat ettirmesi hâlâ akıllarda. Gerçi, bu davayla, tüm basının gözleri önünde ülkesi Fransa‘nın Cezayir’de uyguladığı yöntemlerin Nazilerinkinden çok farklı olmadığını açıkça ifade etme şansı yakalamıştı Vergès. Asıl amacı da zaten buydu. Yine de bu deney meselesini kabul etmiyor. Ona göre, bir avukatın görevi, müvekkilini suçu ne kadar ağır olursa olsun linçten kurtarmak. Zaten mahkemeler ne için? Günümüzde linç kavramının kurumsallaştığını söylüyor, bu konuda insan hakları derneklerini bile suçluyor, “Onlar da çoğunlukla suçluyu savcının karşısına bir kurban olarak çıkarabiliyor” diyor. Telefon rehberinizde uluslararası terörün mucidi Vaddi Haddad ya da İslami terörün öncüsü kabul edilen Anis Nakkaş’ın bilgileri varsa kamuoyundan büyük bir hayranlık beklememeniz gerekiyor. Gerçi bu isimlerle illegal ilişkiler içinde olduğunu kabul etmiyor. İlişkisini yasaların kendisine verdiği yetkiyle belirliyor. Basın toplantısında Abdullah Öcalan’ın davasını almak için başvuruda bulunup bulunmadığıyla ilgili soruya kesin bir dille “hayır” cevabını veriyor. Bu cevap “terör”le ilişkileri konusunda seçici davrandığını gösteriyor mu? “İlişkilerimde sadece kırmızı çizgiyi aşmamaya çalıştım” diye yanıtlıyor, “Bu beni zayıf kılardı. Birçok teröristin yanında yer aldım ama bu örgütlerin hareket tarzıyla ilgiliydi”.


KIRMIZI ÇİZGİYİ AŞMAMAK...


Vergès’le konuşurken satır aralarını iyi okumanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak kırmızı çizgi lafından hareketle şu soruları kendinize sormanız gerekiyor. Hukuk kanunları evrensel mi? Uluslararası terör gibi konularda evrensel yasalar mı işler, yoksa genelde Batılı ülkelerin sömürgeleştirmek istedikleri dünyada uyguladığı, yine kendileri tarafından meşrulaştırılmış terör bunların dışında mı kalır? Vergès de “kırmızı çizgi” diye tanımladığı şeyin evrensel bir doğru olmadığının farkında. Bu yüzden onun doğrularıyla sizin doğrularınız uyuşmuyorsa yapılabilecek bir şey yok. Üstelik bu doğrular kesin olsaydı bile iletişim kanalları tarafından manipule edilmeye çok açık oldukları gerçeği değişmezdi. Vergès de bu işin ustası. “Tanınmış bir avukat olmanın çok büyük yararları oldu” diyor. Cemile Buharad savunmasıyla idama giderken dünyayı ayağa kaldırması ve ilerde eşi olacak militanı bağımsızlık arayanlar için bir idole dönüştürmesi daha ellili yıllarda medyayı nasıl kullanabildiğini gösteriyor. Bununla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor Verges:
“Bir keresinde Miloseviç’le görüşmeye gittiğimde yetkililer beni engellemek için her şeyi yaptı. Ben de yargıca telefon ettim. Yargıç da yetkilileri arayarak ‘Vergès’in mahkûmla görüşmesine izin verin. Yoksa bir basın toplantısı yapar ve ortalığı ayağa kaldırır’ dedi. Yargıç, eski bir arkadaşımdı ve beni gayet iyi tanıyordu”


DELİDOLU BİR YAŞAM


Jacques Vergès, 5 Mart 1925’te Tayland’da dünyaya gözlerini açtı. İkizi ise daha sonra Fransa’nın egemenliğindeki denizaşırı bir ada vilayetinde komünist milletvekili olacak Paul’du. Vergès, Fransız doktor bir babayla, Vietnamlı öğretmen bir anneden dünyaya gelmişti. Dominyon bir ülkede doğmak ve büyümek, Vergès’in hayatına da yön verdi, onu sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı nefret duygularıyla donattı. Yurttaşlık bilincinin doğduğu, ihtilalin Paris’i düşünce, 1942 yılında eğitimini yarıda bıraktı ve General Charles de Gaulle önderliğindeki Fransız direnişine katıldı. Bundan tam 63 yıl önce (1946) Fransız Komünist Partisi’ne kaydoldu. 1950’de o zamanki adı Çekoslovakya olan birleşik ülkenin başkenti Prag’a gitti ve komünist parti için çalışmalarda bulundu. Verges, önce Doğu dilleri ve edebiyatı üzerine eğitim aldı ancak sonra hukuk okumaya karar verdi. Paris Barosu’na 1955 senesinde kaydolduğunda 30 yaşındaydı. O, dile kolay tamı tamına 54 yıldır avukatlık mesleğini icra ediyor.


Cumhuriyet Pazar Dergi / 07 Haziran 2009


Hiç yorum yok: