22 Şubat 2008 Cuma

Bir hayalin peşi sıra…


ALPER TURGUT

Prof. Dr. Ali Rıza Kural, Türkiye’nin en iyi ürologlarından biri… O, deyim yerindeyse tutkuyla bağlı olduğu mesleğinin zirvesinde… Ali Rıza Kural’ın bir diğer aşkı da müzik… Küçükken “şarkıcı-doktor” olmak isteyen Kural, hem tıp hem konservatuarı aynı anda okuyacak kadar sözüne sadık kalmış.

İşte yıllar sonra Ali Rıza Kural Hoca, düşlerine can kattı, musiki çalışmalarını bir albümle taçlandırdı. Klasik Batı Müziği ile Klasik Türk Müziğinin birleşmesinden doğan “Hayal İçinde” adlı senfonik albüm, tam üç yıllık bir emeğin ürünü… Unutmadan, Prof. Ali Rıza Kural, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla 10 Mart 2008 Pazartesi günü TİM Show Center’da ilk konseri verecek ve albümündeki parçalarını müzikseverlerle paylaşacak.

— Müzik ve tıp bir potada nasıl erir?

Musiki ve tıbbın benim yönümden özel ve önemli bir kesişme noktası vardır. 1974 yılında tıp fakültesinden mezun oldum. Bir önceki yıl da İstanbul Belediye Konservatuarı (daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne bağlandı) Türk Musikisi bölümünü ‘pekiyi’ derecesiyle bitirmiştim… O yıllarda duayenler Arif Sami Toker ve Rüştü Eriç’ten musiki dersleri aldım, Mandolin ve Keman dışında Ud çalmayı da öğrendim. Rumeli Türkleri Derneği korosu ile Süheyla Altmışdört’ün yönettiği İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi korosuna devam ettim. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrenci korosunda ise şeflik yaptım. Ardından Prof. Dr. Nevzad Atlığ'ın şefliğini yaptığı ve yeni kurulmuş olan Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu'na çağrıldım ve bu koroda uzun yıllar zevkle çalıştım. Konservatuarın son yıllarında Münir Nurettin Selçuk üstadın yönettiği İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti'ne davet edildim ve İcra Heyetinin Şan Sineması'ndaki muhteşem konserlerinde korist ve solist olarak yer aldım.

— Peki, ürolog olmak fikri nereden çıktı?

Bir gün Nevzad Atlığ hocam beni yanına çağırdı ve ne ihtisası yapacağımı sordu. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça'ya olan hayranlığımdan dolayı ‘Kadın Doğum’ geçmişti bir dönem aklımdan, sonraları da Kulak Burun Boğaz… Ancak üroloji aklımın ucundan bile geçmiyordu. Karar veremediğimi söylediğimde hocam, ‘Üroloji düşünür müsün?’ dedi ve beni yakın arkadaşı Prof. Dr. Muzaffer Akkılıç'ın yanına gönderdi. Yoğun amonyak (sidik) kokan bir klinikte ömrümün geçeceği (şimdi bu koku yok tabii ki) hiç aklıma gelmemişti. Gidiş o gidiş… Uzman olduktan sonra artık mesleğime odaklanmıştım. Musiki çalışmalarım eski yoğunlukta değildi.

— Sonra müzik aşkı geri mi döndü?

Hekimlik ne kadar meşakkatli olsa da müzikten hiçbir zaman tam olarak kopmadım. Arabada, hafta sonu evde, tatillerde… Hep şarkı söyledim, prova yaptım. Musikinin yanı sıra tıbbın da bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Her iki branşta da, icracı eğitimini aldıktan sonra kendi sentezini yapar ve kendi tarzını ortaya koyar. Bazen hekimliği bir tiyatro sanatına da benzetirim. Hastanın verilerini elde edip incelersiniz. Sonra bilgilerinize dayanarak bir senaryo ortaya koyarsınız. Bu senaryoyu sahnelediğinizde hasta ve siz başroldesinizdir. Eğer radikal bir cerrahi yapıyorsanız o zaman maraton koşusu aklıma gelir. Bu zor koşuyu, hastayla birlikte tamamlamaya çalışırsınız. Müzik, bu stresli meslekle uğraşırken en çıkar yoldur benim için. Bir şarkıyı mırıldanırsınız veya dinlersiniz, bütün stresiniz dağılır. Böyle anlarda benim için Rast, Mahur, Nihavent ve benzeri makamlar daha geçerlidir. Saba, Hüzzam gibi makamlarla da stresiniz veya probleminizi daha da yoğun yaşarsınız. Musiki, hekimler için stresten arınmak için ne kadar önemliyse, hastalar yönünden de bir o kadar önemlidir.

— TRT’de de solistlik yapmışsınız…

Bunun dışında 1983'te TRT İstanbul Radyosu'nun açtığı solist imtihanlarını kazanıp bu kurumda istisna akdi (kadrosuz) ile yaklaşık 30 civarında solo bant ve konserler icra ettim. İstanbul Festivali çerçevesindeki konserlere solist olarak çıktım, dernekler yararına özel konserler verdim. Prof. Dr. Nevzad Atlığ hocamın, Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu'nun şefliğinden emekli olmadan önceki son 6 yılında, her sezon iki konsere misafir solist olarak davet edilmem, benim musiki yaşamımda aldığım en büyük onur olmuştur.

— Nevzat Atlığ ve Alâeddin Yavaşça’nın müzikle olan yolculuğunuzda önemli yerleri olduğu görülüyor…

Musiki ve meslek hayatıma yön veren en önemli rastlantı ise Prof. Dr. Nevzad Atlığ hocamla tanışmamdır. Konservatuarda repertuar dersleri veren hocamın kısa sürede gözde öğrencilerinden biri olmuştum. Hayranı olduğum Alâeddin hocamla ise yıllar sonra tanıştık. İki yıl önce prostat ameliyatını da ben yaptım.

— Müzisyenlik çocukluk düşünüzdü dersek abartmış mı oluruz?

Küçükken ‘büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuna ‘şarkıcı –doktor’ cevabını veriyormuşum. Demek ki hedeflerim o yıllardan belliymiş. O zamanlar tek yayın aracı olan TRT'yi dinlerdik ve en ilgimi çeken de ‘Dr. Alâeddin Yavaşça'dan şarkılar dinlediniz’ programıydı. Kendimce şarkı mırıldanırmışım… İlkokula başladığımda bana ve 2 kuzenime mandolin alınmıştı. Yılsonunda benim mandolinim çalmaktan aşınmış olduğunu, diğerlerinin ise yeni alınmış gibi ambalajlarında durduğunu hatırlıyorum. Ortaokula gelince keman dersleri almaya başlamıştım. Mandolin ve keman dersleri alırken batı müziği metotlarıyla çalışmıştım. Zaman zaman Türk musikisinin ve o zamanlar yeni başlayan Türkçe sözlü hafif batı müziğinin bazı parçalarını da çalıp söylüyordum.

— Değişik bir tarz olduğunu söylediğiniz albümünüzü anlatır mısınız?

Benim kanaatim Türk müziği arayış içinde… Daha geniş kitlelere ulaşması gerek. Yıllarca klasik musikiye gönül vermiş biri için böyle bir tarz nereden çıktı diyecekler olacaktır tabii. Ya da hekim hekimliğiyle uğraşsa da bu sanatı da gerçek icracılarına bıraksa diye düşünenler olacaktır mutlaka. Bu tarz, 1989 yılında birlikte konserler verdiğimiz Ruhi Ayangil arkadaşım, beni Timur Selçuk ile tanıştırdı. O yıl Dünya Plastik Cerrahi Derneği’nin İstanbul'da yapılan kongresinin ana aktivitelerinden biri olarak Timur Selçuk'un yönetimindeki oda orkestrası ile birlikte bir konser verdik. Konserde Münir Nureddin Selçuk üstadımızın eserlerini farklı bir tarzda seslendirmeye çalışmıştım. Gerçekten farklı bir lezzetti ve o günden elimizde kalan hiçbir kayıt yok. Bu anlayış paralelinde 2005 yılı başlarında Ahmet Kadri Rizeli ile yollarımız kesişti. Pilot parça olarak seçtiğimiz Yavuz Özüstün'e ait Nihavend eser “Bir deniz ki gözlerin ölürcesine derin”i Kamil Özler'in yaptığı düzenlemeyle çalıp okuduk. Elde ettiğimiz ilk sound hoşumuza gitti ve devam ettik. Sonuçta bu albüm ortaya çıktı. 1989'da yaptığımız çalışmadan farklı olarak bu albüm çalışmasında yaylı enstrümanların ağırlıkta olduğu bir alt yapıya nefesli sazlar, arp, vurmalı sazlar ve ayrıca Türk Musikisi sazları ilave edildi. Albümde 50 kişilik senfoni orkestrası ve 10 kişilik Türk Müziği sazları bana eşlik ediyor. En önemlisi bu konserden ve albümden elde edilecek gelirle “Endoüroloji Eğitim Laboratuarı”nı kurmak için plan yaptık.

KUTU…

Ali Rıza Kural, 1951 yılında Samsun’un Bafra ilçesinde doğdu. İlk, orta ve liseyi Samsun’da bitiren Kural, 1968 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleştiler. Ali Rıza Kural, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı’nda ihtisasa başladı. 1985 yılında İskoçya’nın Edinburgh kentinde Western General Hospital’da bir yıla yakın bir süre çalıştıktan sonra aynı yıl doçent, 1995 yılında da profesör unvanını aldı. Akademik yaşamını, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde sürdüren Prof. Dr. Ali Rıza Kural üroloji alanında birçok yeniliklere imza attı. Özellikle idrar yolu taşlarının ve prostat hastalıklarının kapalı ameliyatlarla (endoskopik) tedavisini Türkiye’de ilk uygulayan hekimlerden biri oldu. Ayrıca böbrek kanseri ve prostat kanserinin laparoskopi ile tedavisinde öncülük eden Kural, Türkiye’nin ilk ve halen tek olan, Robotik Üroloji programını da başarıyla yürütmektedir. Alzheimer Vakfı ve Derneğinin yöneticisi Fügen Kural ile evli olan Prof. Dr. Ali Rıza Kural’ın, Gizem (22) ve Çağlar (27) adında iki çocuğu var. Yurtdışında psikoloji okuyan Gizem, piyano çalıyor. Ağabeyi Çağlar ise hem piyano çalıyor hem de babası Ali Rıza Kural gibi müzikle yakından ilgileniyor. Çağlar Kural, söz ve müzikleri kendisine ait olan şarkılardan oluşan bir pop müzik albümünü çıkartmaya hazırlanıyor.
Cumhuriyet Hafta Sonu / 23 - 02 - 2008

Anneler gözaltında...


Kayıp yakınlarının Beyoğlu'nda Galatasaray Lisesi önündeki eylemine polis, son haftalarda olduğu gibi dün de müdahale ederek izin vermedi, çok sayıda kişi gözaltına alındı. Galatasaray Lisesi önünde saat 12.00 sıralarında toplanarak basın açıklaması ve oturma eylemi yapmak isteyen grup, güvenlik önlemi alan emniyet güçlerince dağılmaları için uyarıldı. Basın bildirisi okumak isteyen kayıp yakınları, gözaltına alınarak hazır bekletilen polis otobüsüne bindirildi. Hazırladıkları bildirileri polis otobüsünün camından dışarıya atan göstericiler, Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne götürüldü.

(Fotoğraf: ALPER TURGUT)


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

Türkiye uyuşturucu merkezi oldu


Uzmanlara göre kullanıcıların yüzde 43'ünü 15-20 yaş arasındaki gençler oluşturuyor


ALPER TURGUT


Uyuşturucu bağımlılarının sayısı ülkemizde her geçen gün artıyor. Türkiye Yeşilay Cemiyeti uzmanları uyuşturucu kullananların yüzde 31'ini 15 yaşından küçüklerin, yüzde 43'ünü ise 15-20 yaş arasındaki gençlerin oluşturduğunu belirtti. Uzmanlar, İstanbul'daki ortaöğretim öğrencilerinden yüzde 35'inin sigara, yüzde 27.6'sının alkol ve yüzde 2.56'sının ise uyuşturucu bağımlısı olduğunu belirtti.


Birleşmiş Milletler (BM) Uyuşturucu Kontrol Programı dahilinde açıklanan 1997 Dünya Uyuşturucu Raporu'nda, dünya nüfusunun 4.5'inin uyuşturucu kullandığı belirtilerek, ''Dünyada 150 milyon esrarkeş, 10 milyon eroinman, 15 milyon kokainman ve 35 milyon hapçı bulunduğu'' saptamasına yer verildi. Raporda, afyon üretiminin 1985'ten sonra yüzde 300 artış gösterdiği ve 1996 yılında haşhaş ekilen alanın 280 bin hektara ulaştığı kaydedildi. Raporda ayrıca, afyon üretiminin yüzde 90'ının ''Altın Hilal'' olarak adlandırılan Afganistan, Pakistan ve İran ile ''Altın Üçgen'' olarak bilinen Laos, Burma ve Tayland'da yapıldığı ifade edildi. Rapora göre, dünyada geçen yıl, 5 bin ton afyon sakızı ve bin ton kokain üretildi. 97'de yaklaşık 300 ton kokain, 100 tonu aşkın eroin ve 20 ton morfinine el konulan uluslararası uyuşturucu mafyasının 1989 kârının 300 milyar dolar, 1991 kârının 500 milyar dolar, 1994 kârının 700 milyar dolar ve 1997 kârının ise yaklaşık 1 trilyon dolara yükseldiğine işaret edildi. Amerika, İngiltere, Avustralya, Kolombiya, İtalya, Pakistan, İsveç ve Tayland uyuşturucu kullanımında başı çekti.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti ''Uyuşturucu gerçeği'' araştırmasına göre, Avrupa gençliğinin yüzde 75'i, Hollanda gençliğinin ise yüzde 90'ı uyuşturucu ve alkol bağımlısı. Avrupa'da yaşayan Türk gençleri arasında 1990 yılında yüzde 7 olan uyuşturucu kullanım oranı günümüzde yüzde 47'ye ulaştı.


AMATEM yetkilileri, Türkiye'de son 10 yılda yaklaşık 12 bin alkol ve 5 bin uyuşturucu bağımlısının tedavi altına alındığını belirterek, ''Son yıllarda uyuşturucu ve alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen hasta sayısında yüzde 40'lık bir artış olduğunu'' belirttiler. 1994 yılında polis ve jandarma bölgelerinde yakalanan 41 tonluk uyuşturucu miktarının 1995'te neredeyse 2 kat artarak 75 ton 250 kiloya çıkması 1995'te ele geçirilen 135 bin hapın 1996'da 255 bin 619'a yükselmesi Türkiye'nin uyuşturucu merkezi haline geldiğini gözler önüne seriyor.
1 gram eroin 1 milyon hücre öldürüyor


''Vücuda giren 1 gram eroin beyninizdeki 1 milyon hücreyi öldürür'' sloganıyla yola çıkan Yeşilay ve AMATEM uzmanları, uyuşturucu bağımlısında meydana gelecek hastalık ve rahatsızlıkları şöyle sıralıyor:
''Depresyon, intihara teşebbüs, halisünasyon, korku, baş ağrısı, kalp atışı ve kan basıncının yükselmesi, erkeklerde iktidarsızlık, bronşit, akciğer kanseri, karaciğer hastalıkları, AIDS, adet bozukluğu, kusma ve mide bulantısı, iştah ve kilo kaybı ile kangrene varan kan hastalıkları, organ kesilmeleri.''


Doktorlar, eroin kullanan insanların bağımlılıktan kurtulma şansının yüzde 0 ile yüzde 3 oranında değiştiğini esrar ve kokain kullananların şansının ise biraz daha yüksek olduğunu vurguluyorlar.


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

Failler bulunsun, hesap sorulsun...


Cumartesi Anneleri'nin 163. buluşmasında kayıp yakınları, devletten, İzmir'de 31 Mart günü kaybolan 4 kişinin akıbetini sordu. Batman'da 7 yıl önce faili meçhul bir cinayete kurban giden Yeni Ülke gazetesi muhabiri Cengiz Altun'un annesi Türkan Altun, gözaltında kayıpların ve faili meçhul cinayetlerin son bulmasını isteyerek, ''Çocuklarımızın katillerinin bulunarak yargılanmasını bekliyoruz. Mücadele etmeye kararlıyız ve bu karardan bizi hiçbir güç caydıramaz'' dedi. Cumartesi Anneleri adına yapılan açıklamada, kayıp yakınlarının 3 yılı aşkın süredir yaptığı eylemin, gözaltında kayıpları sona erdiremediği, ancak kayıpları ülke gündemine soktuğu belirtildi. Siirt'in Kurtalan ilçesinden gelen köylüler ve İzmir'den gelen tutuklu yakınlarının destek verdiği sessiz oturma eylemi alkışlarla bitirildi.

(Fotoğraf: ALPER TURGUT)


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

Rıdvan Karakoç anıldı


Cumartesi Anneleri'nin 161. buluşmasında, Rıdvan Karakoç anılırken İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplar Komisyonu, İzmir'de 31 Mart günü kaybolan 4 kişinin bulunması için İçişleri Bakanlığı'na telgraf çekti. Polisin ablukası altında Galatasaray Lisesi önünde toplanan kayıp yakınları, 3 yıl önce kaybedildikten sonra cesedi bulunan Rıdvan Karakoç'u andı. Karakoç'un annesi Asiye Karakoç, ''Oğlum madem suçluydu niye mahkemeye çıkarmadılar'' diye konuşurken Karakoç'un kardeşi Hasan Karakoç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurduklarını söyledi. Cumartesi Anneleri adına yapılan açıklamayı okuyan yazar Füsun Erbulak, ''Gözaltında kayıplar oluyorsa hiç kimsenin can güvenliği yok demektir ve gözaltında kayıpların olduğu bir yerde bilin ki devletin içinde gizli örgütler vardır'' dedi.

(Fotoğraf: ALPER TURGUT)


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

Sessiz eyleme kalkan ablukası


Cumartesi Anneleri, 160. sessiz oturma eylemlerini Çevik Kuvvet polislerinin kalkanlı ablukası altında Galatasaray Lisesi'nin önünde gerçekleştirdi. Cumartesi Anneleri eylemde sadece 31 Mart günü İzmir'de kaybolan Neslihan Uslu, Metin Andaç, Hasan Aydoğan ve Mehmet Ali Mandal'ın resimlerinin bulunduğu ''Susurluk devleti kaybetmeye devam ediyor'' yazılı dövizleri taşırken Aydoğan'ın yengesi Pamuk Aydoğan, ''Hasan'ımızı sağ aldınız, sağ istiyoruz'' dedi. Almanya Sosyalist Partisi'nden Petra Sitle ise Türkiye'nin, kayıpların akıbetini açıklaması gerektiğini belirterek ''Eylemi çok yakından izliyoruz'' diye konuştu. Cumartesi Anneleri adına yapılan açıklamada, güvenlik güçlerinin kayıp yakınlarının çevresini sararak onları yurttaşlardan tecrit etmesi eleştirildi. ''Hepimiz kayıp anası, tutsak yakınıyız'' yazılı pankart açan Cumartesi Anneleri, polisleri alkışlarla protesto ettikten sonra eylem sona erdi.

(Fotoğraf: ALPER TURGUT)


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

Metin Göktepe'nin mezarına saldırı...


Gözaltında dövülerek öldürülen gazeteci Metin Göktepe'nin Esenler'deki mezarı önceki akşam kimliği henüz belirsiz kişilerce tahrip edildi. Saldırganlar, Göktepe için dikilen anıtın üzerine tehdit ve küfür yazılı kâğıtlar bıraktı. Göktepe'nin Atışalanı Kemer Mezarlığı'ndaki mezarına Göktepe'nin anıtını yıkan, mezar taşını parçalayan, kabrindeki çicekleri yolan ve ailesi tarafından dikilen çam ağacını yıkan saldırganlar, mezarın üstüne ''Mezarı Pazar gününe kadar kaldırmazsanız, biz kaldıracağız. Sana öbür tarafta da rahat yok. Sıra senin gibi olanlara da gelecek'' sözlerinin yer aldığı İMUK imzalı küfür ve tehdit dolu 5 ayrı kâğıt parçası bıraktı. Mezarlık bekçisi İlhan Sezgin, Kemer Mezarlığı'nı en son önceki akşam saat 20.00'de kontrol ettiğini belirtirken, güvenlik güçleri anıtta inceleme yaparak parmak izi aldı. Saldırının duyulmasının ardından mezarlığa gelen Göktepe'nin kardeşleri gözyaşlarına boğuldu. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Muhammed Uludağ, Göktepe'nin mezarı önünde bugün saat 12.00'de kitlesel bir açıklama yapılacağını söyledi. TGC Genel Sekreteri Turgay Olcayto da yaptığı açıklamada, çirkin saldırıyı kınadıklarını belirterek, ''Emeğinden başka serveti olmayan aydınlık, özgür düşünceli insanların bırakın dirisini, ölüsünü bile koruyamıyorsak, bu ülkede hukukun üstünlüğünden, demokrasiden nasıl söz edeceğiz'' dedi. (Fotoğraf: ALPER TURGUT)


Cumhuriyet Gazetesi / 1998

25 kayıp eylemcisine dayaklı gözaltı...


Cumartesi Anneleri'nin 178. buluşmasına da müdahale eden güvenlik güçleri, aralarında kayıp yakınları ve sanatçıların da bulunduğu 25 kişiyi tartaklayarak gözaltına aldı. Polis, Cumartesi Anneleri'nin gözaltına alınmasını görüntülemek isteyen gazetemiz muhabiri Alper Turgut'un da aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteciyi tartakladı. Galatasaray Lisesi'nin bulunduğu meydanı sabah saatlerinden itibaren abluka altına alan polis, ilk olarak Cumartesi Anneleri'nin eylemine destek veren Almanya'da iktidar ortağı olması beklenen Yeşiller Partisi Milletvekili Ewald Grat'ı tartakladı. Milletvekilinin pasaportuna el koyan polis daha sonra diplomatik dokunulmazlık nedeniyle Grat'ı serbest bıraktı Galatasaray Lisesi'nin önünde oturma eylemi yapamayan kayıp yakınları, Taksim'e doğru yürüyüşe geçince gruba müdahale eden polis, Uluslararası Gözaltında Kayıplar Komitesi (ICAD) Üyesi İngiliz Andy Ahgginsbton'la birlikte yaklaşık 20 kişiyi gözaltına aldı. Güvenlik güçleri, olayları görüntülemek isteyen gazetemiz muhabiri Alper Turgut'un da aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteciyi tartaklarken Öncü gazetesi muhabiri Hüzün Yücel yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlar arasında Hasan Ocak'ın annesi Emine Ocak ile sanatçı Suavi'nin de bulunduğu belirtildi. Gözaltına alınmaktan kurtulan Cumartesi Anneleri ile Yeşiller Partisi Milletvekili Grat, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'ne giderek açıklama yaptı. Açıklamada, ''Güvenlik güçleri anayasal suç işlemeye devam ediyor. Kayıp yakınları ile Beyoğlu'nda yaşayan herkese yönelen baskılara son verilmelidir. İstiklal Caddesi üzerindeki herkese potansiyel suçlu gözüyle bakma anlayışından vazgeçilmelidir'' denildi. (Fotoğraf: ALPER TURGUT)
Cumhuriyet Gazetesi / 1998

16 Şubat 2008 Cumartesi


Bir süre önce kaybettiğimiz insanlık anıtı, hocam, mesleki büyüğüm Şakir Süter, bir yıl önce kitabım ile ilgili kısa ve öz ancak beni çok mutlu eden bir yazı kaleme almıştı. Çok sağol Şakir Ağabey, elbette buluşacağız. Bekle bizi...
Sessizliğe Karşı


Gazetecilik yaşamına fırtına gibi giren, muhabirliği sırasında da sert rüzgarlar estiren Alper Turgut bu kez de bir kitapla karşımızda:

- Sessizliğe Karşı.

Türkiye'nin güncel ve sosyal sorunlarına karşı duyarlı genç bir gazetecinin bu edebi uğraşısı heyecan verici. Okunası kitaplardan biri Alper Turgut'un 'Sessizliğe Karşı'sı. (Ant Yay.)


NOKTA...Arkadaşlık, aşktan daha zordur. Çünkü, daha uzun sürer. (Harry Truman)


13 Şubat 2007 / Akşam Gazetesi

15 Şubat 2008 Cuma

Benim Objektifimden / Alper Turgut fotoğrafları...




Cumartesi Anneleri'nin eylemine destek vermek için geldiği İstiklal Caddesi'nde polisin müdahalesiyle karşılaştı. Koşarak uzaklaşmaya çalıştı olay yerinden. Kaçma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı, genç kızın düşmüşlerdi bir kez peşine. Gözaltına alınmamak için direndi, direndi, direndi. Önce ayakkabılarını kaybetti, sonra direncini. Çıplak ayaklarıyla Çevik Kuvvet polisinin yanı sıra yürürken bitkinlikten hareket edecek hali kalmamıştı. (Fotoğraf: ALPER TURGUT)