22 Haziran 2008 Pazar

Aklınız Tuzla’daysa siz de bir ses verin...





Çeşitli üniversitelerden akademisyenler ortak bir bildiriye imza atıp Tuzla tersanelerindeki ölümleri protesto etti. Bildiriyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile işverenler duyarlı olmaya çağrıldı. Kampanya tuzlabildirisi.blogspot.com’da hâlâ imzaya açık. Bu akademik sorumluluğu üstlenenlerden Prof. Dr. Ahmet Makal bu tepkinin insanlık görevleri olduğunu vurguluyor, Prof. Dr. Gülay Toksöz de sendikaların zayıflaması ile iş kazalarının artışı arasındaki bağı kuruyor...


Berat Günçıkan


Şaşırtıcı bir bildiriydi. Çeşitli üniversitelerin Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümlerinden öğretim üyeleri Tuzla tersanelerindeki ölümleri protesto ediyor, durdurulması için çağrıda bulunuyordu. Aralarında bölüm başkanları da vardı. Akademisyenlerden, daha doğrusu işçi sorunlarına ilişkin bir çıkış 80 sonrasında neredeyse hiç görmediğimiz bir “eylem”di. Bu yüzden bildiriyi imzalayan 112 akademisyenden Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyeleri, aynı zamanda ÇEEİ Bölüm Başkanı ve Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Makal ve Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gülay Toksöz’le konuştuk...


- Uzunca bir süredir akademik çevrelerden Türkiye’de ve tersanelerde olup bitenlere ilişkin güçlü bir ses duymuyorduk. Sizi tepki göstermeye yönelten ne oldu?


Ahmet Makal: Türk insanının yaşanan sorunlara karşı tepkisizliği şüphesiz genel bir eğilim ve akademisyenler de bu eğilimden paylarına düşeni alıyorlar. Bu tepkisizlik koşullarında, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümleri öğretim üyelerinin ortak bir duyarlılık çerçevesinde bir araya gelerek, Tuzla ve diğer tersanelerdeki olaylara tepkilerini bir imza kampanyası ile hem ilgili kamu ve işveren kuruluşlarına, hem de kamuoyuna duyurma yolunu seçmeleri, şüphesiz önemsenmesi gereken bir durum. Bu öğretim üyelerinin uzmanlık alanları; iş hukukundan sosyal güvenliğe, sendikacılıktan iş sağlığı ve iş güvenliğine kadar, bizatihi çalışma yaşamının değişik boyutlarını içeriyor. Bölümlerimizdeki öğretim üyeleri, hem bu konulara ilişkin araştırma ve yayın faaliyetlerinde bulunuyorlar, hem de gerek lisans, gerekse lisansüstü düzeyde çok sayıda öğrenci yetiştiriyorlar. Bu bölümlerin mezunları da, diğerleri yanında çalışma yaşamıyla ilgili işlerde istihdam ediliyor. Örneğin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda değişik görevlerde çalışan çok sayıda mezunumuz var. Bütün bu nedenlerle, çalışma yaşamının devlet, işveren örgütleri ve sendikalardan oluşan aktörlerine ve kamuoyuna bu dramatik olaylarla ilgili görüşlerimizi aktarmak, sorunların çözümünde destek önerisinde bulunmak bizler açısından kaçınılması mümkün olmayan bir sorumluluktu. Diyebiliriz ki, tersanelerde yaşananlar bir “insanlık sorunu”, buna tepki göstermekse toplumun tüm kesimlerine düşen bir “insanlık sorumluluğu”dur.


- Tersaneler yeni iş alanları değil, ancak biz daha önce bu kadar çok ve neredeyse insana kitlesel cinayetler işleniyor dedirtecek “kazalar” duymamıştık. Sizce bunca “kaza”nın nedeni nedir?

Gülay Toksöz: Geçmişte tersanecilik kamunun faaliyet alanında ve iş kazaları son derece düşük sayıda yaşanırken giderek özel sektörün payının arttığı bir işkolu haline geldi ve dünya piyasalarına yönelik üretim hızla artmaya başladı. Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Yönetim Kurulu Başkanı’nın açıklamasına göre 2003’ten bu yana dünya gemi inşa sanayii yüzde 89 büyürken Türkiye’deki büyüme oranı yüzde 360’ı bulmuş. Bu büyümenin gerisinde dünya piyasalarıyla rekabet etmeyi mümkün kılan ucuz işgücü bulunuyor. Ucuzluğun bedeliyse sayısı giderek artan iş kazaları, ölümler ve yaralanmalar ile ödeniyor. Kuşkusuz burada taşeron sisteminin büyük önemi olduğunu belirtmek gerekir. Araştırmalar üretimin yüzde 90’ının taşeron şirketlerce gerçekleştirildiğini ve taşeron firmaların küçük ölçekli işletmeler olarak işçilerin can güvenliğini sağlayacak genel önlemleri alma gücünün olmadığını, bunun ana işverene ait bir sorumluluk olması gerektiğini gösteriyor.

PİYASA EKONOMİLERİ VE...

- Endüstri ilişkilerinin dünü ile bugünü arasında bir kıyaslama yaparsak, Tuzla tersaneleri bize neyi anlatıyor?

G. Toksöz: 1980 sonrası dönemde tüm ülkelerde piyasa ekonomilerinin egemen olduğunu ve kuralsızlaştırmanın işgücü piyasalarına damgasını vurduğunu biliyoruz. Aynı zamanda, kamu kesimimin ekonomideki yeri gerilerken özel sektör ön plana çıkmaya başladı. Özellikle uluslararası piyasalara yönelik üretim ve ticaret, ülkeler arasındaki rekabeti öne çıkardı ve gelişmekte olan ülkeler bu rekabet sürecinde çareyi işgücü maliyetlerini düşürerek fiyatları düşürmekte buldular. İşgücü maliyetlerinin düşürülmesi ise o zamana kadar çalışanları koruyan iş yasası hükümlerinin gevşetilmesi, kayıtdışı çalışmanın yaygınlaşması ve sosyal korumanın aşındırılması üzerinden oldu. Yasaların sunduğu koruma ve kapsamında bulunan işçi sayısı azalsa bile yasalara uygun işçi istihdamını hâlâ maliyetli bulan büyük işletmeler açısından küçük işletmeler onlar adına taşeron ve fason üretim yaparak maliyetleri düşürmeyi sağladılar. Bunu, İş Kanunu hükümlerine aykırı şekilde işçileri çok uzun süre çalıştırarak, gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almayarak, kimi zaman işçileri sigortalı yapmayarak ya da çalıştıkları gün sayısını düşük gösterip eksik prim ödeyerek sağladılar. Endüstri ilişkileri açısından 20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan değişim ne yazık ki çalışma hakkının insan onuruna yakışır bir şekilde gerçekleştirilmesinin gerilemesi yönünde oldu.


EĞER SENDİKALAR DAHA ETKİN OLSAYDI!

- Sendikaların güçsüzleşmesi ya da işçilerin işsiz kalma korkusuyla, işverenin de baskısıyla sendikalaşmadan uzak duruşu bu kazaların artışında etkili olabilir mi?


A. Makal: Kesinlikle etkili oluyor. Yapılan bilimsel çalışmalar, işyerlerinde sendikaların etkinlik kazanamamasının, iş denetiminin yeterli ölçüde yapılmasını engellediğini ortaya koyuyor. Güçlü bir sendikal örgütlenme, bizatihi denetime konu olabilecek sorunların ortaya çıkmasını engelleyebileceği, yani işverenin mevzuata aykırı uygulamaları üzerinde caydırıcı olabileceği gibi, bu sorunların saptanmasını ve denetimini de kolaylaştırır. Bu açıdan sendikalar, işyerlerindeki mevzuata aykırı uygulamaların saptanıp, ilgili makamlara iletilebilmesi açısından ilk ve en önemli unsuru teşkil ettikleri için, “içsel denetim”in vazgeçilmez öğeleridir. Eğer Tuzla’da ve diğer tersanelerde sendikalar daha etkin olsalardı, ölümlü iş kazalarına yol açan oluşumların engellenmesi doğrultusundaki adımlar çok daha kolaylıkla ve büyük etkinlikle atılabilirdi.


- “Kaza”ların önlenmesi için sizce yapılması gerekenler neler?

G. Toksöz: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı iş müfettişlerinin alınması gereken önlemler konusunda yaptığı çeşitli çalışmalar bize şunu gösteriyor: İş sağlığı ve iş güvenliği açısından işyerinde bulunan risklerin çoğu durumda bölünemezliğinden ötürü işyerinin bir bütününde değerlendirilmesi gerekiyor. Yani asıl tersane işverenleri işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine uygunluktan sorumlu olmalı ve taşeron firma işçilerinin sosyal sigorta primlerinin düzenli ödenip ödenmediğini denetlemeli. İş kazalarının yanı sıra yakalanılan meslek hastalıkları da göz önüne alındığında her tersanede işçi sayısının 50 kişiyi aşmasına bakmadan işyeri hekimi bulundurulmalı ve işçiler düzenli sağlık kontrolünden geçirilmeli.


Fazla mesai fiili bir mecburiyet olmaktan çıkarılmalı. Ağır ve tehlikeli bir işkolu olan ve maksimum dikkat gerektiren tersane mesaisinde, işverenler tarafından günde 7,5, haftada 37,5 saat sınırlandırılmasına riayet edilmeli. Tersaneler bölgesinde bulunan işyerleri kendi içinde de rekabet ettiğinden tüm işletmelerin hep birlikte asgari bir standarda ulaştırılması gerekiyor. Kuşkusuz işçiler başta olmak üzere, tüm çalışanlara istihdamdan önce gerekli eğitimin verilmesi de büyük önem taşıyor.


- Tuzla dışında, Türkiye’deki çalışma yaşamına ilişkin olarak dikkatinizi çeken, henüz sözünüzü söylemediğiniz, ya da söyleyip de yeterince duyulmasını sağlayamadığınız neler var?

A. Makal: Tuzla’da yaşananlar, kuşkusuz çok çarpıcı. Ama bunları bir açıdan, buzdağının görünen bölümü olarak nitelemek de mümkün. Türk çalışma yaşamı tepeden tırnağa ciddi sorunlarla iç içe. İşsizlik, kayıtdışı istihdam, uluslararası normlara aykırı öğeler barındıran çalışma mevzuatı, iş sağlığı ve iş güvenliği alanındaki ciddi eksiklikler, sosyal güvenlik sorunları bunlar arasında. Tuzla olaylarının açıkça ortaya koyduğu gibi, devlet çalışma hayatına ilişkin denetim görevini de yeterince yerine getirmiyor, getiremiyor. Geniş halk kitleleri, olumsuz çalışma ve yaşama koşulları altında bulunuyor ve yoksulluk Türkiye’nin yakıcı gündem maddelerinden biri haline geldi. Şüphesiz ki, bütün bu oluşumlar, sendikaların güç kaybetmesiyle de bağlantılı. Sendikaların zayıflaması ise sadece işçilerin güçsüzleşmesi değil, aynı zamanda demokrasinin sosyal tabanını yitirmesi anlamına geliyor.


Ülkemizde yoğun biçimde yapılan sivil toplum tartışmalarında, bunun tanımlayıcı öğelerinden birinin örgütlülük olduğu ve çalışma yaşamının örgütlü olmadığı bir sivil toplumun var olamayacağı üzerinde de dikkatle durulmalı. Siyasal iktidarın, muhalefetin, medyanın, aydınların ve hatta Türkiye’deki muhafazakârlaşma eğiliminden nasiplerini alan bazı sendikaların bu sorunlara ilgisizliği ise şüphesiz üzücüdür. Toplumsal barışın sağlanmasının olmazsa olmaz koşulu olan adalet düşüncesi, zihinlerde arka planlara itilmiş gibi görünüyor. Tuzla olaylarının, tüm toplumsal kesimleri bütün bu hayati sorunlar üzerinde düşünmeye sevk etmesini diliyorum. Tabii ki sadece düşünmek yetmez; sorunları çözme yolundaki adımların da hızla atılması lazım.


CUMHURİYET PAZAR DERGİ - 22 HAZİRAN 2008

Hiç yorum yok: