Dava başlarken yirmili yaşlarında olanlar şimdi birer işadamı, baba, hatta dede... Dev-Sol’un 12 Eylül’de başlayan ana davası 28 yıldır sürüyor. 46 yargıç, altı savcı değişti, ama nihai karar çıkmadı!
Deniz Teztel
Haklıyız, kazanacağız!
Tam 28 yıldır süren bir dava... Yargılanmaya başladıklarında yirmili yaşlarının başında olanlar şimdi birer iş adamı, baba, hatta dede... 12 Eylül’de, 1243 kişiyle, 400 klasörde 250 idam cezası talebi ile başlayan Dev-Sol davası yine ertelendi. 1159 sayfa tutan savunmalarını “Haklıyız, kazanacağız” diye kitaplaştıran “terörist”lerin yeni eylemi neşe ve kahkaha...
Ayaktakiler (soldan sağa): Mustafa Kamil Uzuner, Gaffar Aker, Mehmet Emin Beğen, Cem Yılmaz, Erdal Turgut, Namık Kemal Cibaroğlu, Burhan Kızılgedik.
Ön sıra (soldan sağa): Mustafa Özkahraman, Baki Örs, Feridun Osmanağaoğlu ve duruşmaya yetişemeyen Bilal Çölgeçen... Fotoğraf: Uğur Demir
Oyle günler vardır ki üzerinden yıllar geçse de etkisi, kederi, acısı, bunalımı bitmez… Bu bazen öylesine karmaşık bir gündür ki sadece bir kişiyi değil, tüm ülkeyi etkiler. Türkiye’de “karanlık” günler çok... 12 Eylül 1980 de onlardan biri… Çoğumuzun aklından çıkmıyor, bir çoğumuz da ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Ben de 12 Eylül’ü hiç unutmayanlardanım, ancak artık her zaman konuşmuyorum. Geçen perşembe gününe kadar da yaşamımda pek fazla gündeme gelmedi. Ama o gün “Askeri Darbe”yi yeniden yaşadım… Çünkü 28 yıldır süren bir davayı izledim…
Devrimci Sol-1 davasının başlangıç tarihi 24 Temmuz 1981. İstanbul 2 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde başlayan dava 6 sanıklıydı ve mahkemenin çok acelesi vardı. Beş ay sonra duruşma tamamlandı, sanıklar TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca “Anayasayı tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüsten” yani “Anayasayı değiştirmeye veya kaldırmaya teşebbüsten” iki kez idam cezasına çarptırıldılar.
Bir yıl sonra 428 sanıklı Devrimci Sol-2 davası başladı. 146’sı hakkında TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam isteniyordu.
Sonraları Devrimci Sol adıyla 6 ayrı dava açıldı, tümü birleştirildi. Sonunda “Ana Devrimci Sol Davası” yaratılmıştı. Sanık sayısı 1243’tü ve 250’si hakkında anayasayı değiştirmek suçlamasıyla idam cezası, diğerleri hakkında da beş yıldan başlayan çeşitli hapis cezaları isteniyordu. Oysa aynı yıl darbe yönetimi 1961 Anayasası’nı halkın yüzde 92’sinin de oyunu alarak değiştirmişti ve bu bugün bile doğru dürüst sorgulanmayacaktı!
Ben o zamanlar 22 yaşında gencecik bir gazeteciydim, sanıkların yüzde 40’ı 18-20, yüzde 34’ü de 20-25 yaşındaydı. Çoğu öğrenci olan “teröristler”in 800’e yakını tutukluydu. Dava devam ederken firar edenler, ölüm orucunda yaşamını yitirenler oldu. Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 46 kez yargıç, 6 kez de savcı değişti. Ancak sanıklarla yargıçlar ve savcı arasındaki tartışmalar hep sürdü, 120 kişi çeşitli nedenlerle duruşmalardan atıldı.
1991’e gelindiğinde değişiklikler devam ediyordu. Askerler iktidarda değildi artık, Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmıştı ama Türk Ceza Kanunu hâlâ yürürlükteydi. İdam cezaları veriliyor, ama 49 kişiden sonra artık infaz yapılmıyordu. 1 Kasım 1991’de İstanbul Sıkıyönetim 2 Numaralı Askeri Mahkemesi kararını açıkladı. Bir kişi TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam cezasına, 38 kişi müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 578 kişi beraat etti. Bazı sanıklar hakkında düşme, görevsizlik gibi kararlar, bazıları hakkında da çeşitli hapis cezaları verilmişti. Ve artık tutuklu sanık yoktu…
Dava bitti diye düşünüyorduk, ama henüz bilmiyorduk ki dava garip bir şekilde sürecekti! Verilen kararın kesinleşmesi için dosya Yargıtay 11. Ceza Dairesi’ne gitti. Yargıtay 18 Haziran 2003’te 400 klasörden 104’ünün kayıp olduğu gerekçesiyle davayı esastan bozdu, çünkü dosya incelenemiyordu… Artık sıkıyönetim olmadığı için dosya Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldi, 11 Nisan 2005’te mahkeme başladı. Yine 1243 sanık yargılanıyordu. 14 Nisan günü savcı esas hakkındaki görüşünü bildirdi. Sadece 224 sanık hakkında ceza istiyordu. Bunların 137’si TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam edilmeli, diğer 87 sanık da çeşitli hapis cezalarına çarptırılmalıydı.
Savcının esas hakkındaki görüşünden 2 ay sonra, 1 Haziran 2005’te yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdi. Avrupa Birliği’nin istemine uyarak idam cezası kaldırılmıştı…
İşte özetle böyle geçmişti 28 yıl… Şimdi Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden bir aradaydık ve ben yine gazetecilik yapıyordum. Bu mahkemeye ilk kez gidiyordum. Bina önünde birkaç erkek duruyordu, beyaz saçlı, kellifelli, kimi top, kimi uzun sakallı, kimi kravatlı, kimi kravatsız… Biri, “Deniz, merhaba” deyince 28 yıldan süzülenler olduklarını anladım! Onlar benim sanıklarım, teröristlerimdi… Yıllardır görmüyordum onları, ne kadar değişmişler, hepsi yaşlanmış! Herhalde bir tek ben genç kalmışım!..
Duruşma salonuna girmeden sadece “nasılsın” diyebildik birbirimize. Mübaşir çağırınca, hep beraber minicik salona girdik. Oturuma sanık Feridun Osmanağaoğlu, Namık Kemal Cibaroğlu, Serhan Arıkhanoğlu, İbrahim Tüzün, Baki Örs, Burhan Kızılgedik, Şener Akşan, Cem Yılmaz, Gaffar Aker, Mustafa Kamil Uzuner, Mehmet Emin Beğen, Erdal Turgut, Mustafa Özkahraman yani 13 sanık katıldı. 8 de avukat vardı. Yargıç ilk kez duruşmaya katılan Cibaroğlu ile Aker’e dava ile ilgili düşündüklerini sordu, savunma yapacaklarını söylediler. Avukat Behiç Aşı dosyanın kapsamının büyüklüğünden söz ederek 400 klasörlük evrakla uğraşmanın mümkün olmadığını, dosyaların bilgisayar ortamına aktarılması gerektiğini, mahkemeden yardım beklediklerini, Adalet Bakanlığı’nın bütçesinden yapılacak yardımla dosyanın tamamının elektronik ortama aktarılmasını istedi. Karar açıklandı, 400 klasör, yani yaklaşık 20 bin sayfalık evrak belirlenen bir şirket tarafından elektronik ortama aktarılacaktı. Bu iş için şirkete Adalet Bakanlığı bütçesinden yaklaşık 57 bin YTL verilecekti. Tek CD düzenlenecek ve avukata verilecekti. Bu CD’yi avukatlar çoğaltacaktı ve artık savunmalara başlanabilecekti. Duruşma 21 Ekim 2008 tarihine ertelendi. Böylece duruşma bitti…
Evet, hakikaten her şey değişmişti! Sıkıyönetim davası sırasında kâtip duruşma tutanaklarını daktilo ile yazardı, şimdi bilgisayar kullanıyordu. Eskiden dosyalar için fotokopi çekilirdi, şimdi CD hazırlanacaktı.
BENİM SANIKLARIM...
Duruşma bitişinde buluştuk, bir süre dertleştik. Avukat Behiç Aşı da bize katıldı. Sanıklarım sadece yaşlanmış, bir de meslek sahibi olmuşlardı. Örneğin, Serhan Arıkoğlu ile Burhan Kızılgedik artık birer avukattı. Kimi evlenmiş, çocukları olmuştu. Kimi kirada oturuyordu, kiminin evi vardı. Bazısı araba, hatta işyeri sahibiydi, kimi ücretli çalışıyordu… Hepsinin saçları kırlaşmıştı…
“Yaşamınızı nasıl görüyorsunuz” diye sordum önce, ilk yanıt geldi: “Artık gülmesini öğrendik”… Bir ağızdan konuşma başladı, görüşler birbirine karıştı. Herkes kendince anlatıyordu yaşamı: “Eskiden gülmezdik, sert sert bakardık. Yüzümüz hep asıktı…”, “ Hayır, yanlış söylüyorsun ben hep gülerdim…”, “Bazımız boşta geziyor, nasıl gülsün, beş kuruş parası yok.”, “Saçı beyazlayan dertlidir, beyazlamayan mutlu!..”, “Yolda düşen olur, düşmeyen olur.”, “Bu ülkede mutlu olunur mu?”…
Biri bir kuşak olarak söz ediyor kendilerinden. “Hep ‘78 kuşağı kayıp kuşak’ derler. Hayır kayıp kuşak değiliz. İşkence gördük, cezaevleri gördük… Bilinçli olarak kuşağımızı yok etmeye çalıştılar” diyor. Diğeri “Böyle söyleme şimdi yanlış anlarlar” diye sinirleniyor “çektiğimiz acıları gündeme getirerek ağlıyoruz, kendimizi acındırmak istediğimizi zannederler”…
Hepsi geçmişiyle gurur duyduğunu söylüyor, üstelik yaşamın kendilerini doğruladığına inanıyor… Geçmişten gurur duymanın halleri de artık farklı ve değişik:
- Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, IMF, bağımsız Türkiye diye slogan attık. Dayak, cop yedik… Şimdi herkes, MHP’liler, milliyetçi geçinenler bile aynı şeyleri söylüyor.
- Aradan 28 yıl geçti, yasalar değişti, herkes anayasanın değişmesini istiyor, ama biz hâlâ
anayasayı değiştirmekten yargılanıyoruz. Bu nasıl mantık?
- Bir bireyselliktir gidiyor. Bizler en olgun bireylerdik. Şimdi robotlaşmış insanlar oldular, özgürce düşünemiyorlar. Ne giyeceklerine, ne okuyacaklarına iktidar karar veriyor… Sonra da aman örgütlü olmayın deniyor. Bu nasıl yaşam?
- Kültürel ve ahlaksal anlamda özgür olmak ne, olgun bireysellik ne…. Bir tartışabilsek her şey düzelecek…
Konuşma 12 Eylül’ün tartışılmasına, yargılanmasına geliyor, “yargılamalıyız, tartışmalıyız” deniyor… Cem Yılmaz gülüveriyor bu isteğe. Halk müziğiyle, etnik, politik müzikle ilgilendiğini, plak yapımcısı olduğunu anlatıyor ve “4 kez bölücülükten yargılandım. Ceza ertelendi. Bir daha beni yargılarlarsa tüm davalar birleşir. Al sana 12 Eylül, al sana ceza. Kim tartışır bu konuyu…” diyor.
Devrimci Sol davasının 1159 sayfalık, “Haklıyız kazanacağız” adını verdikleri savunması geliyor aklıma. Savunmayla ilgili ne düşündüklerini soruyorum. Gülümsüyor, “Herkes bu cümleyi kullanıyor” diyorlar “1 Mayıs’ta, Tuzla tersanesinde, sendikal eylemde hep haklıyız kazanacağız diyorlar. Bu sözcükleri insanlar benimsedi, ama telif hakkı bizim”…
CUMHURİYET PAZAR DERGİ / 15 HAZİRAN 2008
1 yorum:
Sevgili ablamız gazeteci Deniz Teztel'i bu sabah kaybettik... Nur olsun...
Yorum Gönder