20 Aralık 2008 Cumartesi

Bu bir oyun değil, isyan!



Yangın sadece sokaklarda mı? Fotoğraflara bakın, parlamentonun önünde dizilmiş kalabalık, tarihi ütopyalarla eğlenircesine mutlu ama bir o kadar da öfkeli. Yunanistan’da bir kuşak kendilerini vurup faili meçhullere karışan polise, emeklerini global sermayeye peşkeş çeken hükümete isyan ediyor. Andreas Papaondre’ye göre anarşistlerin halktan gördüğü destek şaşırtıcı değil. Yunan devlet radyosu ERT muhabiri Sami Karabıyıklıoğlu’na göre gelecekte olacakları kimse bilemez...


Deniz Ülkütekin


Alexis Grigoropoulos 6 Aralık’ta yerel saatle 21.50’de bir polis tarafından vuruldu. Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre devriye gezen polis otosunun etrafını saranlardan biriydi ve polisin kalabalığı dağıtmak için sıktığı kurşunların kurbanı olmuştu. 15 dakika sonra kaldırıldığı Evangelismos Hastanesi’nde öldüğü açıklandı. Peki ya sonra? “Bu devlet öldürüyor, artık yeter. Onları durdurmamız gerekiyor”. Bu ifadeler Synaspismou Gençleri isimli oluşumun yayımladığı bildiride yer alıyordu. Devamı ise şöyleydi: “Eğer birileri kurşun yiyeceğimiz endişesiyle sokaklarda dolaşmaya korkacağımızı sanıyorsa, yanılıyorlar”. Önce Alex’in yaşadığı Eksarhiya semti sonra Atina’nın merkezi ve artık bütün ülke... Anarşist grupların başlattığı protesto eylemleri ve polisle çatışmalar toplumun her kesiminden destek gördü. İki haftadır Yunanistan’da olanları uzun uzadıya anlatmaya gerek var mı? Meydanları dolduran toplumun her kesiminden insan protesto gösterilerine katılıyor, polisle çatışıyor. Alex’in öldüğü hafta yapılan grevler büyük kentlerde hayatı durdurdu. Ardından anarşistler ve onlara destek veren tüm örgütler de organize eylemlere başladı. Hedef bu kez kamu binaları ve uluslararası mağaza zincirleriydi. Öğrenciler üniversiteleri ve liseleri işgal etti. Geçen hafta sonu yapılan gösteriyi perşembe günü ülke çapında yapılan genel grev izledi. Yine de bahsettiklerimiz bir kuşağın öfkesini ve sokaklara taşıdığı heyecanı anlatmak için yeterli değil. Büyük kentlerde bütün meydanlar birer cephe, bütün sokaklar ise barikat alanı.


Öfke tüm ülkeye yayılırken hükümet bilindik taktiklere başvuruyor ve halk isyanını gösteriler sırasında dükkânları yağmalayanların üzerine yıkıyor. Tüm olanların üzerine hâlâ soğukkanlılığını korumayı başarıp hareketin ideolojik ve politik yönünü eksik bulan sol teorisyen kanadı da bilerek ya da bilmeyerek hükümetin yaratmak istediği imaja yardımcı oluyor. Bu konuda kısmen başarılı oldukları da söylenebilir. Birçok yabancı basın kuruluşu olayları çıkaranlar hakkında “işsizler grubu” ve “bir grup maskeli genç” gibi ifadeler kullandı. Oysa olayların fitilini ateşleyen gençlerin apolitik olduğunu söylemek bir hayli zor. Onlar düşmanı biliyorlar. Sırasıyla, polis, hükümet ve küresel sermaye hedefleri oldu.


Andreas Papaondre de bu gençlerden biri. Hareketin içindeki konumunu “bireysel eylemci” olarak özetliyor. 1990’dan beri anarşist hareketin içinde yer alıyor ama şu anda hiçbir politik örgütlenmeye yakın değil. Daha çok merkezden kent dışındaki semtlere yayılan gösterilerde, farklı bölgelerdeki insanları örgütlemekle meşgul. Olayların başlangıcı Alex’in öldürülmesi ama bu kadar bireysel bir olayın polislere karşı büyük bir nefret uyandırması “acaba geçmişten gelen bir birikim mi var?” sorusunu akla getiriyor.


Papaondre’ye göre hükümet insanları olayın kaza eseri meydana geldiğine ikna etmek için ne kadar uğraşsa da bu doğru değil. 1976’dan beri ülkede kırktan fazla insan polis şiddetinin kurbanı oldu. Papaondre, Yunan ekonomisinin yirmi yıldan fazla süredir sıkıntıda olmasının insanları isyana ittiğini düşünüyor. Sosyal devlet anlayışındaki yıkım da gençlerin hayatlarını sürdürmesini iyice zorlaştırıyor. Güvensizlik hissi iyi bir hayat umutlarının var olabilmesinin önünde büyük bir engel. Bu yüzden harekete gençlerin önderlik etmesi Papaondre’yi şaşırtmıyor.


Yunanistan Komünist Organizasyonu Alex’in cenazesinin yapılacağı gün halkı şu cümlelerle göstericilere katılmaya çağırıyordu: “Sadece solcular değil herkes. Sol insanlara önderlik etmeli. Şimdi tereddüt etmenin ve akademik politikanın zamanı değil. Herkes sokağa, mücadele etmeli ve kazanmalıyız.”





Mesajın büyük ölçüde yerine ulaştığını söylemek yanlış olmaz. İki haftadır yapılan eylemlerin çıkardığı ses sonunda ülke sınırlarını aşarak Avrupa’nın geri kalanında yankı buldu. Papaondre olayın anarşistler ve polis arasında bir kan davası olarak lanse edilmesini yanlış buluyor. “Alex silahlı bir anarşist değildi, gösteri de yapmıyordu. İnsanlar bunu çabuk kavradı ve bir dahaki sefere onun yerinde kendilerinin olabileceğini gördü. Belki anarşistler biraz çabuk davranıp ilk tepki verenlerdi ve gösteri yapmayı boş verip şiddet eylemlerine yöneldiler ama bir süre sonra tüm gençlik olayların ciddiyetinin farkına vardı ve sorumluluğu üzerine aldı” diyor. Andreas’a göre eylemlerin bu kadar çabuk yayılması da gençliğin hem cep telefonlarını hem de internet forumlarını kullanarak otoritenin hantal yapısını nasıl aşabildiğini gösterdi.


Elbette olayların kökünde anarşistler ve polis arasındaki bir gerginlikten söz edilebilir. Hatta polisin Eksarhiya’da devriye gezerek anarşistlerle arasındaki sözlü anlaşmayı bozduğu iddia ediliyor. Papaondre de iki taraf arasındaki gerginliği kabul ediyor. 80’lerden beri birçok defa polisin baskıcı tutumuyla karşılaşmışlar ve son yıllarda özellikle Atina’daki durum fazlasıyla kırılganmış. Bildiği kadarıyla böyle bir anlaşma olmadığını, zaten bu komik senaryonun şu an Yunanistan’da yaşanan durumla karşılaştırıldığında fazlasıyla anlamsız olduğunu söylüyor. Atina’yı ve diğer büyük kentleri altüst edenlerin 500 anarşist olduğunu düşünmek fazlasıyla garip. Ancak ülkenin büyük kısmına yansıyan öfkenin basın tarafından görmezden gelinmesi bir yana insanları gösterilerden uzaklaştırmak için korkunun medya yoluyla pompalanması fazlasıyla rahatsızlık verici.


Papaondre medyanın tutumunu normal karşılıyor, “Onlardan da başka bir şey beklenemezdi zaten. Her zaman aynı yalanları önümüze koyuyorlar. Hükümeti eleştirir gibi görünüyor olabilirler. Ancak sisteme karşı eleştiriler arttığında kullandıkları kelimeler politikacılarınkiyle aynı” diyor. Ha, Andreas’ı merak ettiyseniz, elbette fotoğrafının yayımlanmasını istemiyor… Bir anarşist, fotoğrafıyla değil, eylemleriyle bilinmeli… Tarih de bunu doğruluyor…


YARALANAN MUHABİR…



Yunanistan’dan ekranlara yansıyanlar genelde polisle çatışmalar ve yakılan araçlarla sınırlı. Oysa gösteriye katılanların çoğunluğu şiddetten uzak eylemlerle polis şiddetini ve hükümeti protesto ediyor. 10 Aralık’ta İskece meydanında kamu çalışanları sendikalarının düzenlediği genel grev eylemi de sakin başlamıştı. Hatta vali gösteriye katılan grupların valilik binasını sembolik olarak işgal etmesine ve bildiri dağıtmasına bile izin vermişti. Ancak gösteriden ayrılan, çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu grup binanın önüne geldiğinde verilen izinler geri alındı. Bir süre sonra öğrenciler ve güvenlik kuvvetleri arasında atışmalar ve gerginlik başladı.


O anda binanın içinde bulunanlardan biri de Yunanistan Devlet Radyosu ERT’de muhabirlik yapan Sami Karabıyıklıoğlu’ydu. Binaya giren öğrencileri diğer meslektaşlarıyla birlikte, dışarı çıkmaya ikna eden Karabıyıklıoğlu tam ortam yatışmak üzereyken içerde kalan az sayıdaki öğrenciyle birlikte polislerin saldırısına uğradı. Kendi ifadesiyle gereksiz güç kullanımı sonucunda başına ciddi darbeler aldı. Olaydan sonra emniyet yetkilileri binaya atılan taşlar sonrasında polislerin soğukkanlılığını kaybettiğini açıkladı, gazetecilere binada ne aradıklarını sordu. Bu soruya basın çalışanları büyük tepki gösterdi. Dahası Karabıyıklıoğlu’na göre bahsedilen taşlar binaya hiç atılmamıştı bile.


FİTİLİN ATEŞLENDİĞİ YER


Sami Karabıyıklıoğlu’nun yaşadığı olay savaş alanını andıran Yunanistan sokaklarındaki şiddet sahnelerinden sadece biri. Kendisiyle konuştuğumuzda bölgede hayatın yavaş yavaş normale dönmeye başladığını söylüyordu. Ancak başkent Atina’da sokaklar kolay kolay yatışacak gibi değil.


Parlamento binasına kadar ulaşan kitlelerin çıkış noktası ise bir kilometre ötedeki Eksarhiya. Burası sıradan bir semt değil. Çoğunlukla anarşistlerin yaşadığı bölgeye bazı yayın organlarında söylendiğinin aksine herkes özgürce girip çıkabiliyor. Karabıyıklıoğlu da semti sık sık ziyaret etmiş. Eksarhiya’yı “Eğlence mekânlarının olduğu, kafelerde alternatif siyaset konuşulan bir yer” olarak tanımlıyor. Hatta 22 Kasım’da semte son gidişi sırasında öğrencilerin ve diğer gençlerin devriye gezen polislerle şakalaştığına şahit olmuş. Ancak Eksarhiya’daki polis şiddetinin yarattığı patlamanın aslında çoktandır beklendiği görüşünde. Bunda rol oynayan etkenler ise had safhaya varan yolsuzluklar. Bunlara işsizlik, fabrikaların kapanması, tarım alanındaki sıkıntılar ve gençlerin 500 ile 700 Avro arasındaki maaşlarla sigortasız çalışmalarını eklersek toplumsal patlama kaçınılmazdı” diyor.


Andreas’ın hatırlattığı gibi, Alexis Grigoropoulos polisler tarafından öldürülen ilk kişi değil. Ancak kısacık hayatı ve yediği kurşunun artık Yunan tarihinde bir yeri var. Bunu gerçekleştiren de, 15 yaşında bir çocuğu otorite kurşununa kurban giden yüzlerce isimsizin arasına yazdırmayan Yunan halkı. Çünkü onlar biliyorlar ki bir dahaki sefere ölen kendileri, daha acısı yakınları olabilir.


Anarşist müzik grubu Clash’ın solisti Joe Strummer 1978 tarihli “Guns of Brixton” şarkısında şu soruyu soruyordu: “Kapını tekmelediklerinde karşılarına nasıl çıkacaksın? Ellerin başının üzerinde mi yoksa silahının tetiğinde mi olacak?” O zaman da anarşistler dünyayı değiştirmek istiyorlardı ama başaramamışlardı. Peki şimdi ne olacak? Bu yükselişi de kendi kendini imha etme süreci mi izleyecek? Sami Karabıyıklıoğlu da, şu anda gelecekte ne olacağını tahmin edebilecek kimse olmadığını düşünüyor. Yine de Yunanistan’dan ulaştığımız, ismini vermek istemeyen bir polis eşinin sözleri kimileri için umut kimileri için endişe taşıyabilir: “Kocam neredeyse bir haftadır uyumadan çalışıyor. Kendisi Atina’nın merkezinde değil ama onun için endişeleniyorum. Şu an ülkedeki hiçbir polis tek başına dolaşamıyor. Hepsi grup halinde hareket ediyor. Bir polis çocuğu öldürdü diye bütün polisleri suçlamak anlamsız.”



CUMHURİYET PAZAR DERGİ / 21 ARALIK 2008

Hiç yorum yok: