8 Mayıs 2008 Perşembe

1 Mayıs 2008’e dair…



ALPER TURGUT




Mavi yakalılar, yeryüzünün lanetlileri, en alttakiler, nasırlı eller, amale, ayaktakımı… Üreten, yaratan, yoktan var edenler… İşte yine geldi, 1 Mayıs… İşçinin, emekçinin bayramı… 1 Mayıs 1886'dan bugüne, sınıfın, devrim düşünün, sosyalizm mümkün diyenlerin günü… “İşçinin vatanı olmaz” biliriz… Tüm dünya emekçileri, 118 yıldır enternasyonalizm bayrağını boş yere savurmuyor, en asi rüzgârların kucağında… Günümüzde 1 Mayıs, 135 ülkede resmi tatile denk geliyor. Ya Türkiye’de… En kanlı, en acıtan, en hüzünlü ve en şanlı 1 Mayısların ülkesinde…




Bayramı, herkese serbest, emekçiye yasak olan Taksim (1 Mayıs) Meydanı’nda kutlamak… Hemen herkesin hayaliydi… Bunu ete kemiğe büründürmek için günler öncesinden sendikalar harekete geçmişti. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözü, tüm toplumda infial yaratmaya yetti. Bu nedenle Taksim’e çıkmaya çalışan gruplar, "Ayaklar baş oldu Tayyip nerdesin", "Her yer Taksim, her yer direniş", “İnadına 1 Mayıs, inadına Taksim”, "İşte Taksim işte 1 Mayıs" sloganlarını atıyordu. Sabah 06.30’dan akşam 17.00’ye kadar insanlar direniyordu, gaz, tazyikli su ve cop üçlemesine inat… Kusanlar, ciğerlerini ağızlarında hissedenler, yürekleri deli gibi çarpanlar, bedeni biberli oluşumun etkisiyle kavrulanlar, gözleri yaşaranlar, başı dönerler, nefes darlığı çekenler, şuurunu yitirenler, öksürük nöbetine tutulanlar, tahta copla kemikleri kırılanlar, lastik copla bedenleri aldan mora çevrilenler… Yılmayacaklardı, 2009 1 Mayıs’ında yine deneyeceklerdi.

“Envai çeşit bomba”





“Toplumsal olaylarda kullanılmaz” ve “Bulduğunuz yerde polise teslim edin” yazılı gaz bombaları atılıyordu istisnasız her yere… Envai çeşit bomba… 1700 adet üstelik. Şişli, Osmanbey, Cihangir, Dolapdere, Pangaltı, Kurtuluş, Nişantaşı, Harbiye, Tünel, İstiklal, Taksim… Bu nasıl bir hovardalıktır ki; duman bulutlarına mahkûm etmişti güzelim kenti… Adına “Hayata Dönüş” dedikleri eş zamanlı kanlı operasyonda can almamış mıydı bu bombalar? Çanakkale E Tipi Cezaevi’nde yatan gencecik İlker Babacan’ı kafasına saplanan bomba öldürmedi mi? 2004 Haziran’ındaki NATO zirvesini hatırlayın. Tamtartar ailesi, Tepebaşı 46 numarada bulunan Bahar Apartmanı'nın beşinci katında oturuyordu. Sözüm ona, serseri bir gaz bombası, eve isabet edince yangın çıkmıştı. 14 yaşındaki Doğan ve ondan iki yaş büyük ağabeyi Batu Tamtartar, komşuların ve itfaiyenin yardımıyla zor bela kurtarılabilmişti. İstanbul Valisi Muammer Güler, Şişli Etfal Hastanesi’ni gaza boğan bombanın, polisin belinden yanlışlıkla düştüğünü söyleyedursun acil servisteki dramı sergileyen görüntüler apaçık. Buyurun, Bianet’in konuştuğu hekimler, "İki saatte hastanenin içine iki, bahçeye üç dört kez gaz bombası attılar. Alçalan helikopterden tüfekle de attılar.” diyor. Panik içerisindeki halleri uzun süre aklımızdan çıkmayacak olan Doğrugörür ve kucağındaki oğlu Anıl’a anlatın bu masalı… Biz inanmamayı seçtik.


“Hitler’in gaz odaları gibi…”




Emek Bayramı'nda DİSK Genel Merkezi’nde yaşananlara ne demeli… Kırmızı boyalı su, 1977, 89, 96 1Mayıslarında akan kanımızı resmeder gibi… Sonra hiç dinmeyen tazyikli su seansı… İşçiye, yurttaşa, öğrenciye, devrimciye su sıkan panzer muadili TOMA araçları, itfaiye ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce sürekli beslenmekte… Göstericiler, dayanışma içinde… Limon, sirke, su ve havlular elden ele dolaşmakta… Ben şahidim… Biber gazı ve gaz bombaları, 1500 işçinin sığındığı DİSK binasını, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte cehenneme çevirmiş. 1 Mayıs’ın sembol isimlerinden Emekli-Sen üyesi 59 yaşındaki Ali Murtaza Keleş, baygın düşmüş, kendi durumlarını unutan çocuğu yaşındaki işçiler, o ayaklansın diye tepesinde pervane… Ali Murtaza Keleş, daha sonradan Milliyet’e “Hava akımı olmayan bir yere bunu atmak cinayet demektir. Aklıma Hitler’in gaz odaları geldi” diyecekti. “Yoksulluğa, Adaletsizliğe Hayır” pankartının ardında tutunmaya çalışan işçiler, gerçekten gün boyu saldırıların odağındaydı. Sendikacılar öğle saatlerinde “can güvenliğimiz yok” diyerek Taksim’e çıkmaktan vazgeçti. Kazancı Yokuşu’na kırmızı karanfil bırakma etkinliği bilirsiniz, gelenekselleşmiş bir eylem biçimidir. Ancak polisin tutumu sendikacılara, anma töreni dahi yaptırmamış oldu; “Can güvenliğimiz olmadığı için yürümekten vazgeçtik. Yoksa bunlar öldürecek bizi. Bu tutum zalimane... Bu ahlaksızlık".

Örnekler… Örnekler…



Cumhuriyet Gazetesi’nden Burak Aliçavuşoğlu’nun haberine göre, 1 Mayıs'ta polisin 'orantısız gücüne' maruz kalan 23 yaşındaki Songül Çiftçi'nin beyninde hasar oluştu. Sivil polisin sert tekmesiyle hastanelik olan metal işçisi Songül’ün yaşadıkları hangimizin içini acıtmadı ki… O, başına aldığı darbenin etkisiyle (beyninin sağ tarafı darbe sonucu zarar gördü), kesik kesik konuşuyor, hafıza kaybı yaşıyor. 1 Mayıs sadece biz yerlileri mi hedef aldı? Kocaman bir hayır… Turistler de copun yakıcı ve kekremsi tadıyla tanıştı. Hiç bir şeyden habersiz ve biraz da şaşkınlıkla Taksim'de turlayan turist çiftin başına gelenler hepimizin malumu… “Orantılı”, “orantısız” şiddet sorunsalını turistlere de bellettik ya… Aşk olsun…

“Bir plastik mermi eksikti”




Yine Şişli’deki Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’ne baskın düzenleyen güvenlik güçleri, “arama emri”ne veya her hangi bir hukuki gerekçeye ihtiyaç bile duymadan odada bulunan tüm personeli ve yöneticileri gözaltına aldı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İl Merkezi'nde yaşananlar ise “yok artık” dedirtti. Cop, gaz bombası ve toplumsal olaylarda ilk kez kullanılan plastik mermi… Güvenlik kamerasına takılanlar bile, yirmiyi aşkın insanın yaralandığı ÖDP baskınının boyutunu gözler önüne sermeye yeter. Siyasi bir partiye yönelik tam manasıyla hukuka aykırı bu “operasyon”, ne yazık ki; İstanbul Valiliği tarafından savunuldu. İpin ucu kaçmıştı bir kez… Şişli Adliyesi önünden DİSK Genel Merkezi'ne gitmek isteyen Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi ve İstanbul Barosu Çağdaş Avukatlar Grubu mensubu avukatlar da, 1 Mayıs şiddetinin mağdurları arasındaydılar. Kimlik kontrolünün ardından polis kordonuyla daraltılmış alanda yürümelerine izin verilen avukatlar, bir anda neye uğradıklarını şaşırdılar. Çünkü 150 kadar avukat, sanki önceden planlanmış gibi geçmelerine izin veren polisler tarafından coplandı. Bol bol biber gazın da kullanıldığı müdahale esnasında çok sayıda avukat yaralandı.

Savaş hali…


Elinde beysbol sopası olan sivil polisler, muhabir kolu kıran yunuslar, kaldırımda oturan kadının kafasına tekmeyi basan memurlar… Gazın şerrinden kaçıp iş hanlarına, dükkânlara ve apartmanlara sığınan insanlar… Gazdan fenalaşınca, ıstırap içinde “gözaltına alın da kurtulalım şu gaz cehenneminden” diyerek polise tepki gösterenler… Lütfen, münferit hadise deyip geçmeyin, aklı yeten biri söylesin bana bu şiddetin izahı var mı? Peki, genç polislerin göstericilerden etkilenerek kendi aralarında oluşturdukları kuş lastiği (sapan) timine ne demeli? Taksim Gezi Parkı’nda konuşlandırılan iki bin mavi bereli komandoda neyin nesi? Adı konmamış sıkıyönetimi idrak etmeye çabalıyorum ancak seçkin birlikler beni aşıyor. Savaş mı ilan edildi, duyanınız var mı?

“Servis Dışı Şiddet”




Evrensel Gazetesi’nde bir fotoğraf var, göstericilere beylik tabancalarını doğrultmuş polislere dair… 1996 Temmuz’unda, Cağaloğlu’nda silahını kafama dayamıştı sivil bir polis, “Fotoğraf çekme kurşunu yersin” demişti. Bilirim, üstüne silah doğrultulmuş bir insanın ruh halini… Orantılı güç, ölümle tehdit etmek midir? Belediyenin internet sitesindeki kameralı uygulama sisteminin Taksim, Harbiye ve Dolapdere de "Çalışmalardan dolayı kamera görüntüsü servis dışıdır" yazmasının nedenini şimdi anladınız mı? Aslında bakmak değil görmek gerek, hissetmek her hücrende büyük işkenceyi… Türkiye’nin dört bir yanından (60 kent) takviye getirilen yaklaşık 30 bin polis… Uzun yıllar toplumsal olaylar muhabirliği yaptım, benim bildiğim İstanbul böylesine şahit olmadı. Cumartesi Anneleri’ni takip ederken, panzerler, çatılara yerleştirilen keskin nişancılar ve eğitimli köpeklerle desteklenen bin polisin kuş uçurtmadığının tanığıydım. Bir avuç yaşlı başlı kayıp yakını, gariptir potansiyel tehdit ve tehlike olurdu, birilerinin gözünde…

“XP kullanıcıları dağılın”




Neyse ben 1 Mayıs’a tekrar döneyim. O gün karada görevlendirilen deniz polisleri başlı başına trajikomikti… Uzun yıllar sonra sarkık bıyıklı sivil polisler gördüm, ağzı bozuk olanları, izinleri kaldırıldığı için sinir küpüne dönüşenleri, İstanbul’da yolunu kaybetmekten korkan görevlileri de… Beşiktaş İskelesi’nde “Bilişim Suçları” bürosuna bağlı polislere rastlayınca kahkaha atmadan duramadım. Hatta “Göstericilere format atmaya mı gelmişler?”, “Sanal 1 Mayıs’a polis darbesi”, “Katılımcılara virüs bulaşmasını mı engelleyecekler?”, “XP kullanıcıları yaptığınız işlem yasadışı, dağılın”, “Vistacılar, güvenlik açığına neden oluyorsunuz, akıllı olun”, “Sizi Linux adına tevkif ediyorum” gibi düzeysiz espriler bile aklıma geldi. Günün bombası, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a aitti. Taksim’de denetimlerde bulunan Cerrah, İstanbul’da olumsuz bir durum yaşanmadığını söyleyiverdi. Günün sonunda polisin deyimiyle gözaltına alınan 530 “provokatör” ise ne hikmetse salıverildi.

"Alo 155 mi? polisten şikâyetçiyim"


Bianet’ten Emine Özcan’ın haberine göre; gaz bombasından kaçmak için bir kafeye sığınan insanlar, 155'i arayarak "polisi polise şikâyet etme" eylemi gerçekleştirdiler. 155'i arayan bir gösterici, “Alo polis mi? Ben şuan Şişli'deyim. Polis üzerimize gaz bombası atıyor. Eylem yapamıyorum. Polisten şikâyetçiyim. Lütfen ilgilenir misiniz" diyince polisin verdiği cevap "S.ktir git, şerefsiz" oldu. Hay Allah… Gerçekten zekice…

“Orantısız güç kullanıldı”




Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İbrahim Cerrah, 1 Mayıs’ta güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle ilgili olarak, “Görüntülere göre orantılı güç kullanılmıyor ve yasal ihlal olup olmadığını hukukçular bilir, ama etik ihlal var” dedi. Evet… Celalettin Cerrah bir kez olsun, İbrahim Cerrah’ı dinlesin… Hayır, üstüne üstlük Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), ilginçtir patronlar kulübü TUSİAD, sağdan sola hemen hemen tüm partiler, 1 Mayıs’taki “orantılı şiddet”i kınadı.

Son söz gazetecilere…




Cumhuriyet Gazetesi, 1 Mayıs katılımcıları için toplanma yeri olarak belirlenen Şişli Camisi’ne çok yakın olduğu için sık sık polisin ilgisiyle karşılaştı. Sokağımıza durup durup tazyikli su sıkan TOMA aracı, otomatiğe bağlamış gibiydi. Üç kişiyi yan yana görünce dağıtan güvenlik güçleri gün boyu şiddeti arttırdı. Öğlene doğru Cumhuriyet’in bahçesi sığınılacak bir liman gibiydi. Ufacık bahçe, gençler, yaşlılar, kadınlar, erkekler tarafından dolduruldu. Bizler de cebirden kaçanlara kucak açtık. Kâh binamız gaza boğuldu, kâh coplama hırsı giriş kapımızda vücut buldu. Cumhuriyet Pazar Dergi muhabiri Ali Deniz Uslu'nun kolunu kırdılar, servis arkadaşı Esra Açıkgöz'ünse başından yaralanmasına neden oldular. Ve Gazeteci Faruk Arhan… Namı diğer Kızıl Faruk… Taksim’de haşat edilen bir başka arkadaşım… Şişli’de güvenlik güçlerinin uluorta ve olur olmaz tazyikli su kullanması, Anadolu Ajansı (AA) Kameramanı Engin Morgül ile Reuters Kameramanı Bülent Usta’yı da vurdu. Basınçlı sudan etkilenen iki meslektaşımın kullandıkları kameraları kırıldı.

1 Mayıs 2007’nin mağdurlarından biri olarak sadece şunu söyleyebilirim; herkesin güneşli alınlarından ve haksızlığa isyan eden yüreklerinden öpüyorum. Seneye Taksim’de görüşürüz.

2 yorum:

birsen dedi ki...

Fotoğraflar ,sesizlikleriyle herşeyi anlatıyorlar.Bir an başka bir yermiş gibi gelsede ,orası benim ülkemin dar sokaklarıydı ve o dar sokaklarda bende şahidiyim 1 Mayıs 2008'in .Emekçilerin kanlarının üzerinde, zalimlerin ayak izleri...

Adsız dedi ki...

ewet o resimde görünen korkmuş haldeki kız benim ve işin aydınlanması içn bunu yazıyorum o anı asla unutamam aslına nakarsan korkudan o halde dğildim sadece aşırı biber gazı ve yediğim dayağın etkisiydi.o saatten sonra yüreğimde yanan yangınla karşı gelmeye devam ettim.bana çok şey kazandırdı yaşadıklarım.ve şimdi mi asla ama asla korkmuyorum. 1 mayıs 2009 da gene taksimde olucam.daha bir insançla.yaşasın 1 mayıs.yaşasın bileğin emeğin gücü......