22 Mayıs 2008 Perşembe

O uçağı kaçıran bendim...





Sofya’da dört “hava korsanı”, beyaz takım elbiseli Sefer Şimşek.

Sefer Şimşek, Türkiye’nin ilk “hava korsanı”. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için üç arkadaşıyla birlikte THY uçağını Sofya’ya kaçırdı. 18 ay hapis yattı, 14.5 yıl Bulgaristan’da yaşadı, sonra da Almanya’ya geçti. Şimşek eylemini anlatıyor...


Berat Günçıkan

İki hafta önceki sayımızda, 68’in 40. yılı, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamının 36. yılı nedeniyle Deniz’in abisi Bora Gezmiş’le konuşmuştuk. Gezmiş, idamları engellemek ve dünya kamuoyunun dikkatini Türkiye’ye çevirmek gerekçesiyle dört gencin, dönemin tanımıyla dört “anarşist”in 3 Mayıs 1972’de Boğaziçi isimli Türk Hava Yolları uçağının Sofya’ya kaçırmasını hatırlatmış, bu olayı “karanlık” bulduğunu söylemişti… Doğrudan söylemese de, uçağın kaçırılmasının üç gencin idamını çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramadığını ima etmişti. Bu sadece Bora Gezmiş’in şüphesi değil, Nihat Behram da “Darağacında Üç Fidan” kitabında olayın sonuçlarının hâlâ karanlıkta kaldığını vurguluyor, Bulgar ve Türk hükümetleri arasındaki görüşmelerin belgeleri açıklanmadan da bu karanlığın süreceğini söylüyor. Zülfü Livaneli ve Altan Öymen ise anılarında 12 Mart’ın operasyonlarından Şafak 2’yle gözaltına alındıklarında Boğaziçi uçağını kaçırmakla suçlandıklarını anlatıyor, ama olayın gerçek faillerine ve sonrasına ilişkin bir şey söylemiyorlar… O tarihi inceleyen herkesin bildiği bu eylemin faillerinden biri, Bora Gezmiş’in kuşkularının yaratacağı kafa karışıklığını gidermek için olmalı “O uçağı kaçıranlardan biri bendim” diyerek ortaya çıktı, eyleme ve sonrasına ilişkin yaşadıklarını anlattı. Bu kişi Sefer Şimşek. Uçağı kaçırma kararının alınmasını, eylemi ve sonrasında yaşananları anlattı ve yaptıklarından asla pişman olmadığını söyledi.


Peki, Sefer Şimşek kim?




FOTOĞRAF: SEFER ŞİMŞEK 2008


1950’de Iğdır’ın Karakoyunlu ilçesinde doğdu, ilkokulu köyde, ortaokulu Iğdır’da, liseyi ise Kars’ta okudu. 68 başkaldırısına da Kars Devrimci Gençlik Derneği’nde katıldı, Ankara Emek Ticari İlimler Akademisi’ndeki öğrenciliği sırasında ise THKO ile bağlantı kurdu, üçüncü sınıftayken diğer bütün solcularla birlikte o da 12 Mart darbesiyle sarsıldı. Balyoz Harekâtı’nı, Sinan Cemgil ve arkadaşlarının Nurhak’ta öldürülmesini, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanmasını, Kızıldere katliamını kaygıyla izliyor, dışarıda kalmayı başaran diğerleriyle birlikte neler yapılabileceğini tartışıyordu... Meclis’in infazları çabuklaştırma çabası onları da hızlandırdı, akıllarına gelen sayısız eylem biçiminden, Filistinli gerillaların yöntemini seçtiler, onlar da uçak kaçıracaktı... Sefer Şimşek bu eylemin Deniz’leri idamdan kurtarmak için Deniz’lere rağmen yapılmadığını söylüyor, “Onlara soruldu” diyor “Önceleri onay vermiyorlardı, ancak idamların kesinleşeceğine inandıktan sonra onay verildi”. Bu onayı verenler kimlerdi? Şimşek o günün tanıklarının yaşadığını öne sürüp isim vermeye yanaşmıyor.





1972, Boğaziçi uçağı boşaltılıyor...


Uçağa sıradan bir yolcu gibi bindiler, daha önce üç kez yolculuk yapmış, kontrolün olmadığını tespit etmişlerdi. Şimşek de iki bomba ve iki silah vardı, iki silah da diğerlerinde. Yalova üzerinde pilot kabinine girip uçağın rotasını Sofya’ya yönelttiler.


Tarih 3 Mayıs 1972’ydi. Uçak Sofya Havaalanı’na indiğinde, iki ülkenin de istihbaratı ve yetkilileri görüşmelere başlamıştı bile. Yolcular, uçuş ekibi ve dört devrimci uçakta 36 saat beklediler. Görüşmeler umulan sonucu vermeyince dört “hava korsanı” (Şimşek, Aynullah Akça, Mehmet Yılmaz, Yaşar Aydın) teslim oldu, uçak boşaltıldı. Şimşek, “Sizi teslim olmaya iten neydi” sorusunu “Her şeyin bittiğini, ereğimize ulaşamadığımızı anlamıştık” diye yanıtlıyor: “Uçağı Bulgar yetkililere teslim ettik”. Eylemi faydasız, hatta zararlı bulanlara da havaalanında düzenledikleri basın toplantısıyla Türkiye’de olup bitenleri bütün dünyaya duyurmalarını hatırlatarak yanıt veriyor. Bugün de eylemlerinin doğruluğunu ve başarılı olduğunu savunuyor, hem kendi hem de bir gün sonra Ankara’da başarısız sonuçlanan Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’i kaçırma eylemlerine ilişkin örgütten hiçbir şekilde bilgi sızmadığını vurguluyor.


Sefer ve arkadaşları Sofya dışında bir semtte, bir villada tutuldular, başlarında nöbetçiler vardı. Deniz’lerin eylemlerinden iki gün sonra asıldığını burada öğrendiler. Bulgar yetkililer bütün isteklerini yerine getiriyordu, onların en çok istedikleri ise kitaptı. Okumayla geçen yedi aydan sonra mahkemeye çıkarılacakları söylendi, suçları uçak kaçırarak Bulgaristan hava sahasını ihlal etmek, kişilerin özgürlüklerini bilerek alıkoymaktı. Yetkililerin isteği üzerine her biri ayrı savunma hazırladı. Mahkemeye giderken bir görevli üç yıl hapis cezasına çarptırılacaklarını, ancak iyi hal nedeniyle bir buçuk yıl hapis yatacaklarını söyledi. İnanamadılar. “Sosyalizm için savaşmışız, nasıl olur da sosyalist bir ülke bize hapis cezası verebilirdi” diyor Şimşek, “Üstelik bu yoldaş bu cezayı alacağımızı nasıl biliyordu? Zamanla anladık, merkez komite kararı alıyor, hâkim de onu uyguluyordu”.


SOSYALİZM, İŞTE BUDUR!



FOTOĞRAF: SEFER ŞİMŞEK 1976

Cezaevinde yatmadılar ama sürekli gözetim altındaydılar, 1974 başında salıverildiler. Bulgar yetkililerin onlar için biçtiği gelecek ya okumak ya da çalışmaktı. Okumayı seçtiler. Şimşek gazetecilik fakültesine yazıldı, öğrenci yurduna yerleşti, her yıl Brigada denilen çalışma kamplarına gitti. O ve arkadaşları her kamptan birincilikle dönüyorlardı. “Bulgar öğrenciler iş olsun diye çalışırken biz yırtınıyorduk” diye anımsıyor Şimşek. Bu yavaşlığın nedenini anlaması ise uzun sürmeyecekti. Bulgaristan “Sosyalizm, işte budur” dedirten bir ülkeydi önceleri, ücretsiz eğitim ve sağlık, işsizlik, neredeyse herkesin bir evinin olması, kiranın ve elektriğin ucuzluğu, her kurumun her çalışanını deniz tatiline göndermesi, kitap okuma yüzdesi Türkiye ile kıyaslandığında dudak ısırtıyordu. Sonraları işsizliğin suni iş alanları yaratılarak ortadan kaldırıldığını, sistemin asla eleştirilemediğini, Todor Jivkov’un sosyalizmi değil, kendi diktatörlüğünü kurduğunu anladı.


Şimşek’in üniversite bitirme tezi olarak kendisine seçtiği konu, Türkiye’de ilerici basının 1970-80 arası karşılaştığı sorunlardı. 100 sayfanın 30 sayfasını da “Bizim Radyo” da dahil TKP’nin yayın organlarının eleştirisine ayırmıştı. Tezi kabul gördü, ama “Kardeş Komünist Partisi’ne karşı eleştiri olmasına karşılık” notu da düşüldü. Doktora tezini hazırlarken önlemini aldı, Brejnev ve Jivkov’dan 20’nin üzerinde alıntı yaptı. Bu, Bulgaristan’da yazılı olmayan bir yasa gibiydi, bütün tezlerde, araştırma ve incelemelerde Jivkov’dan alıntı yapılması gerekiyordu, ne kadar çok alıntı varsa, çalışmanın onaylanma şansı o kadar yüksek oluyordu...


Türkiye’de Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kurulması Şimşek ve arkadaşlarının dönüş yolunu tümüyle kapatmıştı. Geldikleri ülkede olup biteni izlerken, yaşadıkları ülkede olanlara, henüz dili de yeterince öğrenememelerinden olmalı, kulakları kapalıydı. 1974-75 arasında 200 bin Pomak’ın ismi zorla değiştirilmiş, onların ruhu bile duymamıştı. Giderek Türk kökenli öğrencilerin kendilerinin Türkiye’de sosyalizmi kurmak istemelerini anlayamamalarının nedenini kavradılar, onlar için sosyalizm isimlerinin değiştirilmesi, askerde zor koşullarda çalıştırılmak demekti. Şimşek, 1981’de Türk asıllı bir Bulgar’la evlenince bu koşulların ağırlığını daha yakından gördü. İki çocuğu olmuştu ve o artık Almanya’ya, akrabalarının yanına gitmek istiyordu. Bulgar yetkililerin önerisi ise gazetecilik fakültesinde öğretim üyeliği yapmasıydı. 1985-86 yıllarında Türk kökenlilerin isimlerinin değiştirilmesi, Türk kökenli bürokratlardan işçilere kadar onlarca kişinin televizyonlara çıkıp gönüllü olarak isimlerini değiştirdiklerini anlatması gitme isteğini daha da arttırdı, ama pasaportunu vermiyor, oyalıyorlardı… 86 sonunda Almanya’ya geçti Şimşek, ama bu kez kendisini bekleyen işsizlikti, dahası eşi ve çocukları Sofya’da kalmış, ailesi parçalanmıştı… Şimşek bütün bu yaşadıklarını birkaç yıl sonra “Zorla Gönüllü İvan” başlığıyla kitaplaştıracaktı.


Onca eleştirisine rağmen Bulgaristan’ı kendisini 14.5 yıl ağırlayan, minnet duyulası bir ülke olarak tanımlıyor Sefer Şimşek. Yaşadığı sorunların sorumluluğunu sosyalizme değil, kişilere yüklüyor. Hâlâ sosyalizmin insan onuruna en değer veren öğreti olduğunu düşünüyor. Uçak kaçırmak mı? “Yaptığım eylemle gurur duyuyorum” diye yanıtlıyor “Tüm bu zaman içinde keşke yapmasaydım diye asla düşünmedim. Bizler kardeş gibiydik, inancımızı, yüreğimizi ortaya koymuştuk. Hiçbirimiz çıkar gözetmedik, samimiydik”.

DERGİDEN

Mayısı ortaladık, kan ve ölüm yine yanı başımızdaydı, içinde tarihin içinden süzülüp gelenler de var, yarının tarihine kayıt düşülecekler de. 1 Mayıs 2008 hükümetin muhalif tüm kesimlere, işçilere, öğrencilere, gençliğe savaş açışı olarak kazındı belleklere. 3 Mayıs, dört devrimcinin, 36 yıl boyunca tam da Nâzım Hikmet gibi Varna kıyısında oturup karşı yakanın, yani Türkiye’nin ışıklarını izleyerek sızılarını yatıştıracaklarını, hayal kırıklığı çoğaltacaklarını hesaplamaksızın üç arkadaşlarını idamdan kurtarmak için uçak kaçırmalarının yıldönümüydü. 6 Mayıs ise bu üç devrimcinin alelacele idamıyla kazınmıştı belleklere. 18 Mayıs bir başka devrimcinin, İbrahim Kaypakkaya’nın işkenceyle parçalanan bedeninin babasına teslim edildiğini anımsatıyordu, unutmayı kendinden vazgeçmekle eşdeğer tutanlara…

Elbette araştıranlar Mayıs’a dair karanlık sayfaların sayısını çoğaltacaktır, ama 68 döneminin 40. yılında ilk aklımıza düşenler bunlar… Tarihiyle yüzleşmektense demokrasi düşmanlığını arttırarak ayakta kalmayı deneyen iktidarların dünya coğrafyasının her bir yerine savurup attığı isimlerden biri derginin bu haftaki konularından. Adı Sefer Şimşek. 3 Mayıs 1972’de THY’nin Ankara-İstanbul uçağına bombalarla ve silahla, yolcu gibi binen Şimşek ile arkadaşları Aynullah Akça, Mehmet Yılmaz ve Yaşar Aydın uçağı ele geçirip Sofya’ya indirdiler. İki gerekçeleri vardı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek ve Türkiye’de 12 Mart cuntasının işkence ve baskılarını dünyaya duyurmak… Eylem idamları engelleyemedi, eylemin kendisi unutulmadı, ama eylemcilerin isimleri gazete sayfalarının arasına karışıp gitti, üstelik arkasında şaibeli, karanlık hikâyeler bırakarak… Deniz Gezmiş’in ağabeyi Bora Gezmiş’le iki hafta önce yaptığımız röportaj da bu şaibeler üzerine odaklandı… Röportajı internetteki haber sitelerinden Bianet kullandı, Türkiye’den dostlarının uyarısıyla Sefer Şimşek haberi okudu ve eylemlerinde samimi olduklarını anlatmak üzere bilgisayarının başına geçti… Yanıtını yine Bianet’e gönderdi, Cumhuriyet Dergi’ye de iletilmesini isteyerek…

Mail trafiği, telefon konuşmaları, sorular, yanıtlar, Iğdır’dan, akrabalardan istenen fotoğraflar derken, 3 ve 4 Mayıs’ta yaşananlar ve sonrasına dair bir röportaj oluştu… Ortaya yine devlet terörü ve köksüzlüğü erken benimsemek zorunda kalan hayatlar çıktı…

Acaba daha yaşadıklarını anlatmayan kaç köksüz var?

İyi pazarlar...

Berat Günçıkan

bguncikan@yahoo.com


CUMHURİYET PAZAR DERGİ / 18 MAYIS 2008

Hiç yorum yok: