MİYASE İLKNUR
Bu yıl 1 Mayıs'ta gazeteci olarak değil amele olarak Taksim'e yürümek istedik. Ancak Taksim işgal altındaydı. Güvenlik güçleri Taksim'i işgal etmişti. Bu manzarayı gören bir yabancı, bugün işçilerin değil polislerin bayramı var ve onlar eylem için Taksim'e çıkmışlar sanır. Taksim Meydanı'na çıkan her cadde ve sokakta altı ayrı barikatla kesilmişti. Tek barikat olsa ne yazar.
Eski yıllardaki gibi cop ve dayağı göze alarak barikatı aşmak hayal bile edilemez. Kitlesel ve kararlı bir şekilde yüklendiğinizde cop ve dayağa karşın barikatı aşabilirsiniz. Ama teknolojiye karşı direnmek güç. Gaz bombaları insana dengesini kaybettiriyor. Gözü kapalı nereye gittiğinizi bilemiyorsunuz. Herkesin elinde bir parça limon, gaza karşı ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Sabah önce İstiklal Caddesi'nden Taksim'e doğru yürüyüşe geçen TKP'lilerin arasına katıldık. Sloganlar ve marşlar eşiğinde Fransız Kültür Merkezi önüne kadar gelmeyi başardık. Meydan'a 100 metre kala önce kırmızı ve sarı boyalar sıkıldı üzerimize. Ardından da gaz bombaları atıldı. Gaz nedeniyle onlarca insan yerlerde kıvranırken, panzerler eşiğinde binlerce polis, üzerimize saldırdı.Ara sokaklara doğru kaçışmaya başladık. Mis Sokak'ta müdavimi olduğumuz kahvenin kapısına dayandık. Ama kapalıydı. Sokağın iki çıkışı da polis tarafından tutulduğundan kaçacak bir yer yoktu. Tam umudu kesmişken kahvenin penceresi açıldı ve şair Aydın Öztürk, prodüktör Hasan Akkiraz ve Grup Kızılırmak'tan İsmail İlknur, pencereden bizi içeri almaya çalıştılar. Ama nafile, polis yaklaşıyor ben yüksek pencereden atlayamıyordum. Kapıyı açıp beni el çabukluğu ile içeri alıp kapıyı kitlediler.Işıkları sönük kahvede arka bir yere gizlenip bir süre bekledik. Grup Kızılırmak'ın solisti İlkay Akkaya da Beşiktaş'ta gözaltına alınmıştı.
Sokakta sesler kesilince yeniden İstiklal'e çıktık. Bu kez Ezilenlerin Sosyalist Platformu ile Anarşistler siyah bayrakları eşliğinde yürüyorlardı. Hatırları kalmasın bir de bu yoldaşlarlarımızla yürüyelim istedik. Bu kez polis eski mevzimize kadar bile yürütmedi. Yine gaz bombaları ve her sokaktan çıkan yüzlerce polis, cop ve kalaslarla girişti. İstiklal caddesi ve ara sokaklar savaş meydanına dönmüştü. Yerde yatanlara bile polisler tekme, cop ve kalaslarla girişiyordu.Dayaklardan yoldan geçenler de nasibini alıyordu. Taksim İlk Yardım Hastanesi'nden yana gelen üç avukatın üstüne çullanan polisler coplarla "Allah yarattı" demeyip ha bire vuruyorlardı. Avukat kimliğini çıkarınca dayak kesiliyor bu kez ağız dalaşı başlıyordu. Sivil giyimli Emniyet Müdür Yardımcısı, şikayetçi olan avukatlara "Git beni şikayet et" diye meydan okuyordu.Avukat, "Ameliyatlı çocuğuma bile cop vurdunuz, sizin çocuğunuza aynı şey yapılsa ne hissedersiniz" deyince gencecik resmi polisin verdiği yanıt, "Bizim çocuğumuz vatan haini ve bölücü olmaz. Vatanını sever ve bugün sokakta olmaz" oluyordu. İşte polisin nasıl bir zihniyete sahip olduğunu ve karşısındaki göstericiyi hangi gözle gördüğünü bu yanıt özetliyordu.İmam Adanan Sokak'ta bir iş hanına doğru yüzlerce polis koşturunca biz de koşturduk. Emniyet amiri halkla ilişkiler yöntemlerini kullanarak kameralara açıklama yaptı:"Arkadaşlar bu hanın üst katına giren eylemciler üç sekreteri rehin almış. Sekreterler bizi telefonla arayıp kurtarmamızı istediler. Arkadaşlarımız şimdi rehineleri kurtarıp inecekler." Birkaç dakikalık beklemeden sonra polisler arasında binadan sekreterler değil şaşkın bakışlı iki turist binadan çıkarıldı. Emniyet amirinin kasılarak verdiği bilgiler fos çıkmıştı. Taksim'e açılan ara sokaklarda işçilerin huruc harekatı akşama kadar aralıklarla sürdü. Ama kişi başında elli polis düşünce, bu huruç harekatları sonuçsuz kaldı.
Cumhuriyet Gazetesi / 2 Mayıs 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder