10 Kasım 2007 Cumartesi

Sanal âlemin son çılgınlığı...


Facebook'ta, lakap, nick, uyduruk fotoğraflar hak getire... Ve 'Büyük Birader' bu yüzden çok mutlu, herkes bilerek ve isteyerek kartını açık oynadığı için... İlkokul arkadaşını buluyor biri, diğeri eski sevgilisini... Kavgalılar uzlaşıyor, küskünler barışıyor. Bir yanda facebook'a bodoslama dalanlar, diğer yanda da moda olduğu gerekçesiyle uzak duranlar var. Meşhur tipler, medyatikler, televoleciler de burada... Hayranı oldukları ünlüler için gruplaşanlar, siyaset adına örgütlenenler de... TV ağzıyla söylersek, facebook, "sezona damgasını vuruyor."

ALPER TURGUT

Facebook'ta yaş, medeni durum, din, tuttuğun takım... Her şey sere serpe... Koruma kalkanı yok... Maillerini, telefon numaralarını verenler mi ararsınız? Fotoğraflarını ve videolarını sürekli güncelleyenleri mi? Ve yalana asla tahammülü yok.

Facebook adlı meret, insanların, sanal halkalar şeklinde hiç durmadan uzayan bir zincir gibi birbirine bağlanmasını ve tabirimi mazur görün, çekirge sürüsü gibi çoğalmasını sağlıyor. Zaten tüketim çağında, "çok sıkıldım yahu", "baydı", "yalan oldu" gibi anlamsız kelime ve kelime grupları, özellikle gençlerimizi esir almış durumda... Onlar, hızla tüketecekleri, olur olmaz her yerde kullanacakları yeni oyuncaklarını çoktan buldular. Türkiye'de de yaklaşık iki haftadır, 2007 yılının bombası diyebileceğimiz facebook'a yönelik çığ gibi büyüyen bir katılım var. Argo olacak ancak facebook adlı hala tam anlamıyla keşfedemediğim soyut zamazingoya, "yüz rehberi" diyen de var, "feyz book" diye göklere çıkaran da... Öte yandan muhtarlık ve dedektiflik bürosu işlevi gördüğü de kesin...

HERŞEY SERE SERPE

"Hangimizin arkadaşı daha çok" saplantısı, saçma sapan bir rekabeti beraberinde getiriyor. Yalnızlık, kentlerimiz kalabalıklaştıkça çoğalıyor. Hatırlanılmak istiyor insan, bir başına kalma korkusu, fark edilmeme endişesi, aynı zamanda sürüden kopmama telaşı... Örneğin vapurda sürekli cep telefonlarıyla oynayan hüzünlü bir nesil ile yolculuk ediyorum. Büyük bir umutla mesaj gelmesini veya son model telefonlarının çalmasını bekliyorlar. Ve gündüzün kırılgan ve apolitik gençleri, geceleri ayrı bir kimliği benimsiyorlar. Çünkü onlar, büyük bir enerjiye ve dinmeyen bir coşkuya sahipler... Tereddüt etmeden, tüm duyguların etkisini yitireceği maskelerin ardına gizleniyorlar. Karmakarışık insan ruhunu salıvermek için... Marjinal, sapkın, psikopat diye nitelendirilme riskini yok sayarak... Ve böyle hareket etmeyi, özgürlük sanarak... Yani aldanarak... Ama insan oyuncak değil... Hem yaralıyor, hem de yaralanıyorlar. İşte, psikolojisi çokça bozuk yeri geldiğinde de tepetaklak olan günümüz insanlarının, internet üzerindeki yansıması... Kimse üstüne alınmasın, benim gözlemim bu...

Ancak facebook'a gelince işler biraz karışıyor. Yaş, medeni durum, din, tuttuğun takım... Her şey sere serpe... Koruma kalkanı yok... Üstüne üstlük herkes birbirine burun kıvırıyor, modern bir kimlik niteliğindeki sayfalarıyla dalga geçiyor. Abartanlar uyarılıyor, "bil ki seni tanıyoruz" denilerek... Maillerini, telefon numaralarını verenler mi ararsınız? Fotoğraflarını ve videolarını sürekli güncelleyenleri mi? Hakkını vermek lazım... İlginç bir site facebook... Bildiğimiz herhangi bir şeye benzemiyor. Ve yalana asla tahammülü yok. Kısaca değinelim, Harvard'lı 19 yaşındaki Mark Zuckerberg , 2004 yılında öğrenci arkadaşları için Facebook'u yarattı. Genç adam nereden bilsin, geçen 3 yıl içinde, her kıtadan, farklı ülkelerden ve değişik yaş gruplarından 43 milyon insanın (bu sayı sürekli artıyor) adeta hücumuna uğrayan dünyanın en büyük sosyal ağına imza atacağını... Paranın, reklâmın, yatırımın kokusunu iyi alan internet ve bilişim devleri Microsoft ve Yahoo, zaman kaybetmeden Facebook'a gözlerini dikti bile... Sitenin ederi şimdilik 13 milyar dolar...

Kimin arkadaşı daha çok?

Facebook'ta, lakap, nick, uyduruk fotoğraflar hak getire... Ve 'Büyük Birader' bu yüzden çok mutlu, herkes bilerek ve isteyerek kartını açık oynadığı için... İlkokul arkadaşını buluyor biri, diğeri eski sevgilisini... Kavgalılar uzlaşıyor, küskünler barışıyor. Bir yanda facebook'a bodoslama dalanlar, diğer yanda da moda olduğu gerekçesiyle uzak duranlar var. Meşhur tipler, medyatikler, televoleciler de burada... Hayranı oldukları ünlüler için gruplaşanlar, siyaset adına örgütlenenler de... TV ağzıyla söylersek, facebook, "sezona damgasını vuruyor." Sanal çılgınlık, gerçek hayatta yankısını buluyor. Yanlış anlaşılmalar ise gırla... İsim karışıklıkları, istemediğin bir kişiye sobelenmek ve dahası... Erkek öfkesi, kadın kıskançlığı şimdiden başladı. Patron kızıyor, eşler kıskanıyor... Geçmişe özlem adına bir araya gelenler, çok sayıda gruba bölünüyorlar ve bu topluluklar, şaka değil binlerce üyeyi ağırlıyor. Nostaljinin bile suyunu çıkarıyorlar, ahlar ve vahlar arasında... Filmler, konserler, şarkılar öneriliyor, kitaplar eleştiriliyor. Davetler, randevular, çeşitli organizasyonlar... Sıkılanlar oyunlara dadanabiliyor. Sanal da olsa, duble rakı, çiğ köfte, fava, börülce, yan masadan ikram edilebiliyor. Herkesin ortak noktası ise sanırım merak... Eski eş, sevgili, dost, arkadaşların, yeni haline, statüsüne, medeni haline, ulaştıkları mertebeye göz atılıyor. Bu nedenle içtenlikten uzak "merhabalar" bazen sırıtıyor.

Gelelim başta söylediğimiz, hangimizin arkadaşı daha çok meselesine... Adamın bin arkadaşı var niye benim elli tanecik diye düşünürseniz yandınız. (yazıyı yazarken benim arkadaş sayısı 93'e ulaştı, bir kısmını çok iyi tanımıyorum bile...) Ve anlayamadığım ve asla anlayamayacağım bir insanın tüm hayatı boyunca bin tane dostu olur mu? Şayet politikacı değilseniz tabii... Son olarak diyeceğim o ki, sevmek ve nefret etmek arasında bocalamak istiyorsanız, buyurun facebook'a... "Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" diye mırıldanmak şartıyla...

Cumhuriyet Hafta Sonu / 13-10-2007

Hiç yorum yok: