9 Kasım 2007 Cuma

Bu haber hangi maddeye girer?















Okuyacağınız haber, basın, düşünce ve ifade özgürlüğüne dair. Değişen ceza yasalarını, yeni uygulamaları, baskıları, tutuklamaları ve çelişkileri anlatıyor. Elbette hükümeti de eleştiriyor. Son bir ayda 15 gazeteci tutuklandı. Görünen o ki bu tutuklamalar daha da sürecek, üstelik haberi için yargılanan sadece muhabir olacak. Bu satırların yazarı da, "İşkenceciye beraat" başlıklı haberi nedeniyle 20 bin YTL para cezasına çarptırıldı! Gazeteciler ve hukukçular uygulamaları eleştiriyor.

Alper Turgut

Bir ülkede demokrasinin varlığı "ifade özgürlüğü" ile ölçülür. Türkiye bu konuda geçmişteki sabıkalarına yenilerini eklemekten kaçınmıyor... Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın araştırmasına göre, 2006'da 82 yazar, yayıncı ve gazeteci adliyeye "düştü". "Türklüğe hakaretle" özetlenebilecek meşhur 301. madde, Orhan Pamuk, Hrant Dink, Elif Şafak, Rahmi Yıldırım, Eren Keskin'in de aralarında bulunduğu 69 isme dava açılmasına neden oldu. Avrupa Birliği, Türk Ceza Yasası'ndaki (TCY) bu maddenin değiştirilmesini istiyor, ama hükümet özgürlüğü sınırlayan bu maddeyi bile bir tenis maçına dönüştürdü. Başbakan maddenin kendilerini de huzursuz ettiğini söylerken, adalet bakanı topu "Başımıza bu işi o açtı" diyerek Orhan Pamuk'a atıverdi. Görüldü ki, 301. maddenin değiştirilmesi hükümet gündeminde değil, yani sözün, yazının ve demokrasinin üzerine 301. maddeyle gidilmekten kolay kolay vazgeçilmeyecek...
Sorun, bu maddeyle de sınırlı değil, gazetecilere yönelik ağır para cezalarıyla sonuçlanan kişisel ve kurumsal davalar da hızını sürdürüyor. Örneğin Özgür Gündem gazetesi aleyhine açılmış halihazırda devam eden 600 dava var. Ve "örgüt üyeliği" ile "yardım ve yataklık" gerekçesi, Yeni Terörle Mücadele Yasası'yla (TMY) geri döndü. 29 Haziran'da TBMM'den geçen yasayla daha önce asliye ceza mahkemesinde yargılanan gazetecilerin davaları ağır ceza mahkemelerine alındı. Hürriyet muhabiri Sebati Karakurt'un Kandil Dağı'nda PKK'lilerle gerçekleştirdiği röportaj, Milliyet muhabiri Namık Durukan'ın Osman Öcalan ile konuşup haber yapması ağır cezalık konular olarak görüldü...

TMY'den önce 11 isim vardı cezaevlerinde, son bir ayda 15 kişi daha katıldı aralarına... 17 kentte güvenlik güçleri, Atılım ve Dayanışma gazetelerine, Özgür Radyo'ya, Özgür Gençlik, Genç Bakış ile Sanat ve Hayat dergilerine baskın düzenledi. Bilgisayar kasalarına, CD, disket, ajanda ve telefon defterlerine el koydu. Birçok gazete, dergi ve radyo çalışanı gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Şu an bir kısmı F tipi cezaevlerinde kalan "muhalif basın" üyesi 26 gazeteci var. Ankara Sincan F Tipi Cezaevi'nde tutulan gazeteci Erol Zavar, kanser hastası. ODAK ve Genç Direnişçi dergilerinin sahibi ve sorumlu yazıişleri müdürü Zavar'ın, tahliye edilerek tedavisinin sağlıklı koşullarda yapılabilmesi için "Erol Zavar'a Yaşama Hakkı Koordinasyonu"nun "Bu Işık Sönmesin!" kampanyası sürüyor. Gebze M Tipi Cezaevi'nde kalan, Alınteri gazetesi Mersin muhabiri Filiz Gülkokuer Akdeniz anemisi, Atılım muhabiri Özge Kelekçi ise, şeker hastası. İkisi de cezaevi koşullarında tedavi görüyor! Devletin resmi raporları ve Basın Konseyi'ne göre, basın özgürlüğü kapsamında sadece İşçi Köylü gazetesi yayın yönetmeni Memik Horoz içeride!

İLK DURUŞMA 6 AY SONRA...

Operasyon ve tutuklamalara, gazeteciler, yazarlar ve sanatçıların yanı sıra meslek birlikleri ve sivil toplum örgütleri de tepki gösteriyor. 2003'te Atılım Gazetesi yazarıyken gözaltına alınan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü Necati Abay bombolama eylemi koordinatörü olmakla suçlanıyor. İlk duruşmada beraat ediyor, ama ilk mahkemeye altı ay sonra çıkarılıyor. "Boşu boşuna aylarca içerde kaldım. Mağdur edildim" diyor Abay "Muhalif gazeteciler sadece iddia ve komplolarla içerde tutuluyorlar. Soruşturma halen devam ediyor ve dosya altı ay süreyle kapalı... Gözaltına alınanlar, tutuklananlar hatta avukatlar, suçlamaların ne olduğunu bilmiyor. Dosyaların kapalı kalması sadece darbe anayasalarında, olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulamalarında ortaya çıkar. Şu tarihten itibaren herhangi bir gazeteci, 'Dosyada senin de adın var' denilerek tutuklanabilir. Kopenhag Kriterleri'yle bu durum nasıl izah edilecek"?

Müdahil avukatlardan İsmail Cem Halavurt ise, gözaltındakilerin 24 saat avukatlarıyla görüştürülmediğini, avukatların dosyayı incelemelerinin engellendiğini ve CMK 153/3. maddesine göre kısıtlama kapsamında alınamayacak belgelerin dahi savcılık kararıyla avukatlara gösterilmediğini söylüyor. Halavurt'a göre, istisnai olarak uygulanmak üzere konulan kısıtlama ve gizlilik kararları TMY ile birlikte keyfiyete dönüştürülüyor.
Dayanışma adına, bir günlüğüne Atılım gazetesinde çalışan yazar Haluk Gerger'e göre, bu bir saldırı biçimi ve bütün toplamsal muhalefete yönelik. "Toplumsal muhalefeti bastırmanın üç gerekçesi var" diyor Gerger, "Bir, ekonomi büyük bir bunalımda, yeni şok dalgaları ve yeni IMF programları kapıda... İki, Kürt sorunundaki çıkışsızlık ve şiddetin tırmandırılması... Son olarak da, Lübnan'dan İran'a dış maceralar. Dış maceradan önce de iç temizlik yapmak gerekiyor"! Gerger'in diğer şikâyet ettiği konu ise, medyanın da kullandığı dille bu baskılara ortak olması, "Bu aymazlıktan kurtulamadığımız sürece hiç kimsenin kurtuluşu yok. Bu bizi ilgilendirmez diyenler, bu suçun anaforuna kapılıp öğütülecek" diyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç de Yeni TCY ile hem para hem de hapis cezalarının arttığını, suç tanımlarında değişiklikler yapıldığını vurguluyor. "Bu değişiklik" diyor, "İfade özgürlüğünün bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama, eser yaratma haklarını daha da sınırlayıcı nitelikte. Eski 159 ile yeni 301'i karşılaştırırsak yeni suç tanımının hem yaygınlaştırıldığı hem de genişletildiği görülüyor. Oysa 26 Haziran 2004'te yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Yasası, basın özgürlüğü tanımına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesine gönderme yaparak sınırlamaların nasıl ve hangi ölçüde yapılabileceğini hükme bağlamıştı. Bu yasayı yapan iktidar ve muhalefet partileri hem yeni TCY hem de TMY'de bunu göz ardı etti".
Erinç'e göre, yasalar birbiriyle çelişiyor. Basın Yasası "Hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilemez" derken, TCY hapis cezasını öngörüyor. Erinç, "Yasayla gazetecilerin terörist konumunda yargılanmaları ve cezalandırılmaları ilkesi benimsendi. Basın yasasında savcılara tanınan yayın toplatma, durdurma yetkilerini yeniden gündeme getirmesi, ifade ve basın özgürlüğünün önünde yeni bir engel olarak duruyor" diye vurguluyor. TGC, 301. maddenin yasadan çıkarılmasını, bu mümkün olmazsa cezanın ölçülü bir para cezası olarak belirlenmesini istiyor. Erinç, maddenin hukuktan çok politik yönüyle tartışıldığını söylüyor:
"Yargıtay'ın içtihat kararı almasını beklemek çok sayıda gazeteci, yazar ve bilim insanının yargılanması anlamına geliyor. Oluşturulacak içtihat için bazı sanıkların da mahkûm olmaları gerekiyor. 301'in gerekçesindeki Türklük tanımının Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlı olarak kullanılmadığı da ortada. Gerekçede 'Bu tanım, Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar' deniliyor. Bu nedenle değişikliğin gerekçe bakımından da yapılması zorunlu."
"Adli Yargılamayı Etkileme" başlıklı 288. maddenin daha önce kabul edilen Basın Yasası'nın 19. maddesinin bir benzeri olduğunu da anımsatıyor Erinç, "Bu suçun oluşması halinde verilecek ceza, para cezasıyken, yeni TCY altı aydan üç yıla kadar hapis cezasını öngörüyor. Milletvekilleri, bakanlar hatta Başbakan mahkeme kararları ile ilgili yorumlar yapıyor ancak haklarında herhangi bir soruşturma girişimi olmuyor, bu davalar sürekli gazetecilere açılıyor" diyor.

141'den 301'e...

Avukat Fikret İlkiz' e göre Türkiye'de düşünce suç olmaktan hiç çıkmadı, sadece yasada ele alındığı rakamlar değişti:
"Eski TCY'nin 141 ve 142. maddeleri ile 163. maddelerinin kaldırılması özgürlüklerin genişletilmesi olarak sunulmuştu. Ne kadar tuhaf bir çelişkidir ki, kanun değişikliği Terörle Mücadele Yasası ile yapıldı. Yani 141, 142 ve 163 kaldırıldı yerine TMY 6, 7 ve 8. maddeler kabul edildi. Aradan yıllar geçti, bu kez TMY'nin 8. maddesi kaldırıldı. Ancak yasanın kabul edildiği tarihten itibaren 8. maddenin kaldırıldığı zamana kadar geçen süreç içinde Türkiye'nin aydınları, gazetecileri, görüş açıklayanları, yazı yazanları terör örgütü mensubu gibi DGM'de yargılandı. Sonra 312. madde işletilmeye başlandı. 312, Türkiye'de sorun yarattı. Bu defa 312'den vazgeçildi TMY'nin 7. maddesi uygulandı. Yani 'herhangi bir biçimde izin verilmeyen, söylenmesi istenilmeyen ifade özgürlüğünün kullanımına ait herhangi bir hak kullanımı bir şekilde engellenmelidir' görüşü hâkim oldu. Halen hâkim görüş bu." Bu davalar Türkiye için zararlı...

Noam Chomsky hakkında Edward S. Herman'la birlikte yazdığı, "Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği" adlı kitabı nedeniyle, TCK 301. ve 216. maddelerden açılan davanın ilk duruşması, Salı günü 9.30'da İstanbul Adliyesi, 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Chomsky davayı şöyle değerlendiriyor:
Aynı yayınevi (Aram Yayıncılık) hakkında benzer suçlamalarla 2002 yılında da bir dava açılmış, ama dava düşmüştü. O yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaretlerde, Türkiye Yayıncılar Birliği de dahil, çok geniş bir kesimde bu sonucun büyük memnuniyetle karşılandığını rahatlıkla gözlemlemiştim. Türkiye şu bakımdan sıra dışıdır ve Batı'dan bir hayli farklıdır: Önde gelen Türkiyeli aydınlar -yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler ve diğerleri- zalimce yasaları açıkça protesto etmekle kalmadılar; sert cezaları göze alarak -ve bazen de maruz kalarak- bu yasalara karşı düzenli olarak sivil itaatsizlik yapmaya giriştiler. Bu insanların, çok daha imtiyazlı olan fakat çok daha azını yapan Batılı aydınlara ilham kaynağı olması gerekir. Başkalarıyla birlikte bu aydınların çabaları, geçen yıllarda Türkiye'de yurttaşlık ve insan haklarında önemli iyileşmelere yol açtı. Maalesef, şu anda bir geriye gidiş döneminden geçiliyor. Halihazırdaki yargılamalar da bunun çok sayıdaki örneğinden birisini oluşturuyor. Kendi başına kabul edilemez olmasının yanı sıra, bu durum Türkiye toplumu açısından son derece zararlıdır. Aynı şey, yüzyıllarca süren halk mücadelelerinin ciddi bir özgürlük mirası bıraktığı ABD ve diğer ülkelerde yurttaşlık hakları ve insan haklarına yapılan son saldırılar için de geçerlidir.
Şu anda Türkiye'de yargılanan sanıkları desteklemek, Türkiye halkını ve bu halkın insana yaraşır bir geleceğe sahip olma hakkını desteklemektir. Bu desteğin, her yerde ve özellikle kendi ülkemizde yurttaşlık hakları ve insan haklarını savunmaya dönük uluslararası bir mücadelenin parçası olması gerekir.



Not; Berat Günçıkan'ın EDİTÖR'DEN yazısı...

Üzerimize üzerimize geldiler hep, sonunda muhabirle iktidarlar arasındaki bütün barikatları kaldırdılar. Artık muhabirin adı haberde belirtildiği sürece gazete sahiplerinin bir sorumluluğu yok, haber ya da yazıişleri müdürlerinin de. 5187 sayılı son Basın Yasası'na göre, bundan böyle yaptığı haberden sadece muhabir sorumlu... Bir yolsuzluğu, adam kayırmayı, kadrolaşmayı, insan haklarına aykırı bir uygulamayı, bir haksızlığı, üstelik "gerçek"i yazdığı takdirde muhabir kendini sanık sandalyesinde bulacak... Hapis ya da para cezasına çarptırılan o olacak... Tıpkı Alper Turgut gibi...

Turgut imzalı "İşkenceciye Beraat" başlıklı haber, 18 Ekim 2004'te, Cumhuriyet'in beşinci sayfasında yayımlandı. Haber, İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nden üç polisin bir işkence davasından beraat ettiğini bildiriyordu. Dava, Yargıtay'a yansımış, sonucu bekleniyordu. Basın savcısının isteğiyle, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, imtiyaz sahibi İlhan Selçuk, Yazıişleri Müdürü Mehmet Sucu ve Alper Turgut hakkında dava açıldı. Karar geçen hafta açıklandı: Yeni yasa uyarınca Selçuk ve Sucu beraat etti, ancak Alper 20 bin YTL para cezasına çarptırıldı. Turgut ve gazetenin avukatları Yargıtay'a başvurdu. İtiraz noktalarından biri de işkencenin tüm dünyada tepki gören bir suç olduğu ve kamuoyunun dikkatini çektiği, bu nedenle böyle bir haber yapmanın mesleğin gereği sayıldığı. Dosya halen temyizde.
Turgut'la birlikte birkaç gazeteci daha aynı cezayı aldı. Cumhuriyet, kesinleşmesi halinde 20 bin YTL'yi Turgut'un omuzlarına, daha doğrusu maaşına yıkmayacak, ama ya diğerleri? Bütün gazete sahipleri böyle bir uzlaşmaya varsalar bile -ki imkânsıza yakın bir zor- muhabir var olan "bir parça" özgürlüğünü ve seçme şansını da yitirecek! Değil, gerçeğin peşine düşmek, gerçek önüne bile gelse görmeyecek, görmek istemeyecek... Bir haber yazarken kaç liralık ya da yıllık hapis cezasına çarptırılacağının matematiğini yapacak, eli de, zihni de klavyenin üzerine düşecek! Ya kendi iç dünyasını, anılarını, onun da elbette bir "suç" oluşturmayanlarını yazacak, ya da mesleği bırakacak!
İstenen tam da bu... Yaşadığı ülkenin, dünyanın sorunlarını dert edinen, iktidarların değil insanın, toplumun sözcüsü olmayı amaçlayan, her ne olursa olsun gerçeği haber yapmak isteyen gazetecilerden kurtulmak... İşkenceyle ya da öldürerek başarılamayan şimdi cezayı muhabire yükleyerek denenecek...
İyi haftalar...

Cumhuriyet Pazar Dergi / 15-10-2006

Hiç yorum yok: