9 Kasım 2007 Cuma

Cehennem duyulmadığınız yerdir...


Tam altı yıldır süren ölüm orucu ve 122 ölü. Karşı çıkanlar, destekleyenler, görmezden gelenler... Tecrit kaldırılmadığı sürece bu ölümler bitmeyecek. Avukat Behiç Aşçı 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü'nde "Müvekkillerimin tecrit altında tutulduğunu, günbegün eriyerek yok olduklarını görmek istemiyorum" diyerek ölüm orucuna başladı.

Alper Turgut

Şişli'de büyükçe bir apartman dairesi. Bu, Aşçı'yı eylemine başladıktan sonra ikinci görüşüm. İlkinde ayaktaydı, şimdi yatakta. Avurtları çökmüş, 88 kilodan 57'ye düşmüş... Yine sessiz sakin, yine ağır başlı, olgun... Aşçı 41 yaşında... Ölüm orucunun 200'lü günlerinde, peki, nasıl hâlâ ayakta? Su, şeker, tuz, sade kahve, meyve çayı ve B1 vitamini, ölümle randevusunu geciktiriyor. Göz sinirlerinde zayıflama, sol gözde görme kaybı, yürürken denge bozukluğu, hazımsızlık, iltihaplar, ödem, uyuşma, ağrı, uykusuzluk, aşırı yorgunluk onu yatağa bağlamak üzere... Duvarda ise 1994'te Beşiktaş'ta Arzum Cafe'de öldürülen meslektaşı Fuat Erdoğan'ın fotoğrafı... Aşçı hâlâ kararında ısrarlı "Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı ve duyma olasılığının olmadığı yerdir" sözüyle tarif edilen tecridin sona ermesini istiyor.

İyi de Behiç Aşçı kim? 11 Mart 1965 günü Sakarya'nın Kocaali ilçesinde dünyaya geldi, anne ve babası memur. Ailenin büyük çocuğu, biri kız iki kardeşi var. "Üç kuşaktır Sakaryalıyız. Annem ebeydi, babam ise tarım kredi kooperatiflerinde çalışıyordu" diyor. Aşçı bir yaşındayken Kocaali'yi terk eden ailesi, annesinin görevi nedeniyle sürekli yer değiştiriyor. Aşçı iki yaşındayken İznik'e yerleşiliyor, bu kez Gemlik'in köyleri tek tek dolaşılıyor. Sonunda Karabük'te karar kılınıyor. Babası memuriyeti bırakıp demir çelik fabrikasına işçi yazılıyor, Aşçı, ilk ve ortaöğrenimini burada tamamlıyor. 15-16 yaşlarında yaşadığı 12 Eylül darbesinden, politikaya uzak olması nedeniyle pek etkilenmiyor. Ailesi ise politikanın "güvenli" sularındaydı. "Babam CHP'ye oy atardı. Sosyal demokrattı. Annemin politikayla ilgisi ise oy vermekten ibaretti" diye anımsıyor, "Babam mitinglere katılır, emeği ve ekmeği için fabrikada haksızlıklara karşı mücadele ederdi."

Lisede çalışkan öğrenciler listesinde yer alıyor Aşçı. İkinci sınıfta âşık oluyor, gelecek planları yapmaya başlıyor. Son sınıfta anne ve babası "şiddetli geçimsizlik" nedeniyle boşanıyor. Aşçı'nın belleğinde o günlere dair yer alanlar, kesilmeyen kavgalar... "Başarılı bir öğrenci olursam" diye düşünüyor "belki boşanmalarını engellerim". Başarısı anne ve babasını bir arada tutmaya yetmiyor. 1982'de kazanan 1200 öğrenci arasında, 80. sırada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne giriyor Aşçı, kız arkadaşı da Ankara'da Ziraat Fakültesi'ni kazanıyor. Başarısını fakültenin ilk yılında da sürdürüyor, ama önce anne ve babasının ayrılığı, arkasından evlilik düşleri kurduğu sevgilisinin terk etmesiyle okula karşı ilgisini yitiriyor. Öğrenciliği uzuyor da uzuyor... Bunda üniversiteye dair kurduğu hayallerinin örselenmesinin de payı var. Hak ve hukuka inanan Aşçı, yaşadıkları karşısında şaşkına dönüyor:
"Adalet dağıtmak için hâkim ve savcı olacaktım. Hayallerin gerçeklerle en ufak bir alakasının olmadığını zamanla anladım. Ailemin maddi durumu bozuktu. Yaşamımı idame ettirmek için muhasebeci oldum. Sınavdan sınava okula gidiyordum. Yurtta kalma süresi bitince değişik semtlerde arkadaşlarımla kaldım. Üç kere okuldan atıldım, her seferinde geri döndüm. Mezun olmak 10 yılımı aldı."

O yılların Behiç Aşçı'sı öğrenci eylemlerine katılmayan, çok kitap okuyan, aldığı en radikal gazete Cumhuriyet olan, sosyal demokrat bir öğrenci. Solcu öğrencilerin eylemlerini, gördükleri işkenceyi, tutuklanmalarını gazetelerde okuyor. Devrimciliğin zor iş olduğunu düşünüyor...
On yılın sonunda mezun oluyor, aklında ne para kazanmak var, ne ünlü bir avukat olmak. Ona göre hukuk, ticari olmayan bir faaliyet, bu yüzden arkadaşları 1988'de kurulan "Halkın Hukuk Bürosu"ndan söz edince hiç duraksamıyor, aralarına katılıyor. Stajını İstanbul'da yapıp, ruhsatını alıyor. 1994'te 20560 sicil numarasıyla İstanbul Barosu'na kayıt oluyor.
Halkın Hukuk Bürosu, Aşçı'nın devrimcilerle tanıştığı yer. "O zaman 30 yaşındaydım. Bugün hâlâ devrimciliği öğreniyorum" diyor, gülümseyerek. Halkın Hukuk Bürosu'nu Ankara'da Zeki Rüzgar ve Murat Demir, İstanbul'da ise Fuat Erdoğan, Ahmet Düzgün Yüksel, Efkan Bolaç ve Metin Narin ayakta tutuyor. Aşçı'nın ilk müvekkili Şadi Özpolat. Görüşme için Sağmalcılar'a (Bayrampaşa Cezaevi) ilk gidişinde ona önyargıları da eşlik ediyor:
"Cezaevinde astığı astık kestiği kestik adamlar ve emir komuta zinciriyle karşılaşacağımı düşünürken, sevecen ve şen şakrak tiplerle tanıştım. Şadi Özpolat'ın davası, genç bir avukat adına ağır bir dosyaydı. Yine de umutluydum. Çünkü dosyada eksiklikler, polis ifadesinde çelişkiler vardı. Deneyimli avukatlar güldüler. Ben de Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) hukukunu tanımış oldum. Dosyadan müebbet hapis çıktı!"

BU BİR İNTİHAR DEĞİL!

On yıl içinde, yaklaşık on bin müvekkili oluyor Aşçı'nın. Bu oldukça büyük bir rakam. Üstelik kimi zaman yargılanan kendisi oluyor. "Erzurum, Kayseri, Adana, İzmir, Ankara ve tabii ki İstanbul DGM'lerinde duruşmalara girdim. Türkiye'de siyasi tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu hemen her cezaevine gittim" diyor, "DGM, bana üç dava açtı, birinden beraat ettim. Biri örgüt üyeliği, diğeri ise yardım ve yataklık. Bu dava halen sürüyor. Dört kez gözaltına alındım. Asker bakayası olduğum gerekçesiyle 35 gün cezaevinde kaldım. 80 kişinin tutuklandığı, 120 kişiye dava açılan 1 Nisan operasyonu sonrasında Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi'ne gönderildim. 25 gün boyunca tek kişilik hücrede tutuldum. Dışardan bildiğim tecridi, içerden de öğrenmiş oldum".

Hücre sekiz metrekare. Yatak ve dolap da konulunca tutukluya bir adım atacak yer kalıyor. Diğer tutuklularla karşılaşmak imkânsız, karşılaşıldığında ise gardiyan ceketiyle perde yapıyor. "Alışveriş, gazete, kitap alırken öyle bir düzenek kurulmuş ki, gardiyan ayakta kalıyor, tutuklu ise mazgaldan almak için eğilmek zorunda" diyor Aşçı, "Bu, tecridin amacını resmediyor".
Aşçı'nın bir müvekkili var, adı Zafer. Ona yazdığı mektuplardaki bütün Zafer'ler karalanıyor! Bir başka müvekkili tek kişilik hücresinde sayım sırasında ayağa kalkmadığı için dövülüyor, başı duvara çarpılıyor. Kısmi hafıza kaybı yaşayan müvekkili için açtığı davada takipsizlik kararı veriliyor, gerekçe, tutuklunun örgüt kararıyla "sözde" tecrit uygulamasını protesto etmek için başını duvara vurduğu! Aşçı itiraz ediyor, reddediliyor.

Küçükarmutlu'da ölüm orucunda ölenler, 19 Aralık "Hayata Dönüş" operasyonunda öldürülenler, işkenceli sorgularda alınan ifadelerle tutuklananlar, tecritte intihar eden üç müvekkil, kimisi cezaevi koşullarında hastalanan, tedavisi yapılmayan yüzlerce hasta tutuklu... Aşçı'yı ölüm orucuna sürükleyen işte bu tanıklıklar. "Sözün kısası, hudutsuz bir maviye, kıra, bayıra, toprağa, pırıl pırıl gökyüzüne ve en önemlisi insan sıcağına hasret kalanlar adına eyleme girdim" diyor, "Tecrit sorununun çözülebileceğine inanıyorum. Yoksa bu eyleme başlamazdım. Bu intihar etmek olurdu"...

Ailesi ve dostları kararını buruk karşılıyor. Annesi bir kez ziyaretine geliyor, babasıyla ise hastalığı nedeniyle görüşemiyor. Kardeşleriyle her gün telefonlaşıyor. Ziyaretçisi eksik olmuyor, ölüm orucunda vernice korsakof'a yakalananlar, ölenlerin yakınları, gazeteciler, entelektüeller... Mihri Belli, Sevim Belli, Efkan Şeşen, Mazlum Çimen, Cezmi Ersöz, Metin Kahraman, Ferhat Tunç, Arif Damar, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Sekreteri Hasan Ayır, TTB Genel Başkanı Gençay Gürsoy, TMMOB Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yeşil... Eylemini reddetmesine rağmen Yaşar Kemal de ziyaretine geliyor. "Seni yaşatacağız. Yaşatmak için elimden geleni yapacağım" diyor.

Cumhuriyet Pazar Dergi / 22-10-2006

Hiç yorum yok: