19 Eylül 2008 Cuma

Yalnızlığı çoğaltan bir kent ve yaşama dair bir öykü...






ALPER TURGUT


Kalabalıklaştıkça kimsesizleşen ve yalnızlaştıkça doyumsuzlaşanlar… “Issız Adam”, asrî zamanlarda büyük kentlere sıkışıp kalan, bırakın soluklanma payını, bunca hengâme ortasında nefes dahi alamayan insanları anlatıyor. Ve dahası; en leziz yemekler, şefkat timsali annelerimiz, hikâye anlatıcılığına soyunan eski şarkılar, zamane gönüllerde kepaze olan aşk… Yetti mi? Hayır! Üstüne de kasavet, mizah, karamsarlık, samimiyet ve İstanbul'u ekleyebilirsiniz. “Sen dizime yattın, ben bir hikâye anlattım ve sen büyüdün.”… Genç, usta ve yetenekli yönetmen Çağan Irmak’ın çekimi hala süren ve “en mahrem filmim” dediği Issız Adam’ın setindeydik.





“Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya”, “Bana Şans Dile”, “Mustafa Hakkında Her Şey”, “Babam ve Oğlum”, “Ulak”… Yazmak ve yönetmek… Çağan Irmak’ın hasleti ve hasreti bu… O, Issız Adam’ı, yalnızlığı daha iyi ifade edebilmek adına sinemaskop çekiyor. İnsanın, geniş ekranda iyice küçülüp kaybolduğunu şöyle iyice görebilelim diye… Neyse… Biz, Kuledibi’ndeki keyif ve kahkahanın egemen olduğu ve onun tabiriyle sanat için birçok egonun çarpıştığı sete dönelim. Yalnızlığı ve kişinin kendine uyguladığı tecridi anlayabilmemiz için set, resmen hücre muadili bir eve benzetilmiş. Ekip, oyuncular, gerekli her türlü film malzemesi derken neredeyse evin içi dolup taşmış, hareket edecek alan dahi kalmamış. Dayanılmaz sıcak, bitip tükenmeyen provalar, ses çıkarmama endişesi (film sesli çekiliyor), sürekli değişen dekorlar ve işini özveriyle yapan ekip üyelerinin (görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, Çağan'ın asistanı Şahin Çetinkaya ve diğerleri) dur durak bilmeyen koşuşturmaları... Evet, film işi, gerçekten zor zanaat… Lafı fazla uzatmayayım, çünkü Çağan’ın çekim için koltuğuna oturup, "Oyun!" demeden önce çok fazla zamanı yok.





—Kent insanı, her nefes aralığı arayışında nefes darlığına düşmez mi?


En büyük suç çağımızda ve beraberinde getirdiği tatminsizlik adlı illette… Ve bu filmde yalnızlığı çoğaltan bir İstanbul, bir Beyoğlu göreceksiniz. Tüketerek, tükenerek yaşamak... Nefesini bulmak ve sonra o soluğu kaybetmek. Öykü, aslında bu dünyadaki kirlenmişliği ve hayata tutunamayanları anlatıyor. Hikâyenin başkahramanı Alper için sevmenin bile bir karşılığı var ve onun her şeyin karşılığını ödemesi gerek. İşte bakın, Alper’in annesine söylediği sevgi sözcüğü; “hesabına şu kadar para yatırdım”… Çünkü o, her şeyi maddi ve madde olarak görüyor, ödemesi, ödenmesi gereken bir bedel gibi… . Hani askerde çay içmek nimettir ya. Zorda, darda ve yoklukta kalan bunu bilir. Oysa bu adam heyecanını yitirmiş, tam manasıyla dibe vurmuş, kıymet bilmiyor sadece parayla telafi etmek istiyor. Çevremize baktığımızda, dertli, üzgün, mutsuz insanlar görmüyor muyuz? Hâkim olan büyük bir memnuniyetsizlik, ruh çöküntüsü ve bunalım. Sebebi ise -bölüşmeyi, paylaşmayı geçtim - azla yetinmeyi bilmeyip çoğunu daha çoğunu isteme potansiyelimiz. Hikâyesi yok aslında bu filmin, zira hayata dair…

—Besbelli Ada ve Alper hayli zıt karakterler. Karşıtların birliği ne kadar uzun ömürlü olabilir?

Alper, Mersin'in Tarsus ilçesinden gelen ve büyük kentte yalnızlığı seçen bir adam… O, usta bir aşçı ve kendisine ait gösterişli sayılabilecek bir restoranı var. Keyfe keder yaşayan adamın, evi ise aynı zamanda onun hapishanesi… Ada ise çok aklı başında bir kız ve o, kendi dünyasında çok mutlu… Ama aşkı bekliyor, umuyor ve istiyor. Bu aslında Beyaz Atlı Prens’e bir gönderme… Alper, Ada’dan sevmeyi, sevişmeyi, sıkı sıkı sarılmayı, dokunmayı, sokulmayı öğrenecek. Ne var ki her zaman ‘mutlu son’ olmaz.



BİR YOLU BAŞTANBAŞA GEÇMEK GİBİ




Bohem, marjinal, derbeder, avare, kopuk… Alper karakteri için artık neyi uygun görürseniz, ona karşılık geliyor. Filmde Alper’i “at sevdalısı” Cemal Hünal canlandırıyor.

—Şans kapınızı çalmış ve kısa sürede dublörlükten başrole uzanan bir yola koyulmuşsunuz…

Ulak’ta Yetkin Dikinciler’in dublörüyken Çağan Irmak’ın tanıdığı fırsatla, deli dolu at süren filmin kahramanı Ulak İbrahim’e dönüştüm. Ardından “Asi” adlı dizi ve Issız Adam geldi. Çağan’a minnettarım, çünkü oyunculuk benim çocukluk hayalimdi. Okulunu okudum hatta Los Angeles'te oyunculuk üzerine eğitim dahi aldım ancak başka işlerle uğraşmaktan düşümü gerçeğe dönüştüremiyordum.

—Alper, en çok neyden korkuyor?

Onunki bencillikten kaynaklanan bir kötülük ve saplantısı var. O mevcut gidişatı seviyor ve ona dokunulmasından korkuyor. Çünkü çok iyi bir yerde olduğunu düşünüyor. Ailesini, çevresindekileri bunun içine yerleştirmek istemiyor. İtiraf etmiyor, çabalamıyor, her şeyi kapalı tutuyor. Bunun adı Maço kompleksi, almak istiyor, vermek istemiyor. Bir noktadan sonra ise artık kendini kandıramıyor. Bunu ilk tetikleyen ise ilk defa sevişmeyi tecrübe etmesi... Aslında Alper’in yaptığı bir şey yok. Tamam, genç kadına ulaşabilmek için uğraşıyor, üsteliyor ama sonuçta ona teslim olan Ada oluyor.

—Rolünüze nasıl hazırlandınız?

Issız Adam, çok dürüst ve sade bir hikâye… Senaryosu çok güzel ve zekice yazılmış. Gerçekçi detaylarla, güzel bir zemine de oturuyor. Bu adeta bir yolu baştanbaşa geçmek gibi… Çağan, filmin öncesinde hazırlanmamamızı söyledi, ‘tekrar tekrar okumayın, sette ezberlersiniz’ dedi. Çağan bize sürekli kapılar açıyor, yeri geliyor kısıtlamalar koyuyor. O, yaratıcı, gizemli ve anlatıcı… Ve çok belli, bu rol ona ait. Bu sinema yolculuğum adına büyük bir deneyim. Benim film öncesindeki çalışmam ise daha çok karakteri anlayıp onu kabul etmem üzerine kuruluydu.


YİTİK BİR ADAMI KURTARILABİLİR Mİ?






“Çapkın”, “Köprü”, “İyi ki Varsın” adlı diziler ve “Amerikalılar Karadeniz’de 2”, “Barda” ve Ulak isimli filmlerle giderek yükselen bir ivme yakalayan genç ve güzel oyuncu Melis Birkan, Issız Adam’da Ada karakterini canlandırıyor. Yakın tarihte Taylan biraderlerle dizi çekme planı yapan Birkan, ortaokul ve lisede bale, konservatuarda ise modern dans eğitimi almış. Melis, filmden çok umutlu… Ve Çağan’la çalışmanın okuldan bile daha iyi olduğunu düşünüyor.

—Ada’nın büyük kentte yaşayan kızlardan farkı ne?

Ada'nın çocuklar için özel kostümler yaptığı ‘Küçük Kahramanlar’ adında bir mağazası var. Aslında onun sokaktaki kızlardan farkı yok. Duygusal, hayat ve ilişkiler üzerine problemleri olan genç bir kız Ada… Daha önce yaşadığı aşk acısı onu korunaklı bir yaşamı seçmeye itmiş. Dünyası kendine göre ve belli insanlara yaklaşabiliyor. Ve en nihayetinde mantık devre dışı kalıyor. Ada, Alper ile bu duvarı yıkıyor, onun ısrarlarıyla 25 yaşındaki genç bir kadının kabuğu kırılıyor.







—Sığınaktaki Ada, kendince dokunulmazlık zırhına bürünmüş, günübirlik ilişkilerin adamı Alper’deki karanlık yanı keşfedemiyor mu?

Yitik bir adamı kurtarmak, aşk, birliktelik ve yarınlar adına zafere ve başarıya ulaşmak neredeyse imkânsıza yakın… Ada, deniyor, mücadele ediyor, çabalıyor, çırpınıyor, yaralanıyor ancak sevmeyi bilmeyen Alper’i karanlıktan çıkarmayı beceremiyor. Çünkü Alper, değişmek istemiyor ki… O, bağlanmaktan ölesiye ürküyor ve karşılığında Ada’nın da iyimserliği tükeniyor. Hatta Alper, umursamazlığını, lakayt yaşamını bir süre sonra özleme başlıyor. Alper, aşkı yaşayacak ve yaşatacak bir tip değil ki… Sözün özü, ayrılık çanları artık çalabilir.

—Ancak karşılığında Ada da büyüyor.

Her yaşanmışlık, tecrübeyi de beraberinde getiriyor. Naif genç kadın, ne yazık ki bu ilişkisinden de kırıklık, kırgınlık ve yaralarla çıkabiliyor. Ada’nın Alper ile olan kısa öyküsü onu mutlaka büyütüyor, alabildiğince yoğun duygulardan kurtulabildiği anda ise kalenin surları daha da sağlamlaşıyor.


İŞİNE, GÜCÜNE VE BİRBİRİNE SARILAN BİR EKİP





45 yıllık tiyatrocu Yıldız Kültür, filmde Alper’in annesi rolünde… İzmir Devlet Tiyatrosu’ndaki sahne tecrübesini, 2000’li yıllar ile birlikte ekranlara ve beyazperdeye taşımış. “Kırık Kanatlar”, “Aşka Sürgün”, “Hatırla Sevgili”, “Kâbuslar Evi: Tanıdık Yabancı”, “Menekşe ile Halil”, “Adem'in Trenleri”… O, “oyunculuğun yaşı ve yeri olmaz” düsturunu kılavuz bellemiş kendisine… Gözleri buğulu Yıldız Abla, sette nereye gitse enerjisini de beraberinde götürüyor. Bana, “sen cümlelerimi uygun bir dille düzeltirsin” diyor, onayı alınca da sıkıca sarılmayı ihmal etmiyor. Evet, ilginç ancak bu sette herkes, işine, gücüne ve birbirine sıkı sıkıya sarılıyor. Çünkü bir süre sonra setteki ruhu eksik bulan Çağan, tatlı-sert uyarılarla ekibini canlandırıyor ve işler rayına oturunca da gidip Yıldız Kültür’ü kucaklıyor.

—Anne, Ada'nın Alper’e uygun bir eş olacağını mı düşünüyor?

Oğlunu yıllardır göremeyen kadıncağız, özlemini gidermek için Mersin’den, kasabasından kalkıp İstanbul’a geliyor. Ve kızı çok beğeniyor. Ada sanki onun gelini gibi. Canlandırdığım karakter, her şeyden önemlisi bir anne… Çok sevecen ve kendi halinde bir kadın... Alper’in içinde bulunduğu büyük şehir hastalığını kavramaktan ise çok ama çok uzak…

—Bu rol size nasıl teklif edildi?

İzmir’de tatil yapıyordum, telefon geldi. Arayan Çağan olunca, düşünmeden “evet” dedim. Okuduğum zaman hikâyeden de hoşlandım. Zaten onunla çalışmak en çok istediğim şeydi, nihayet bu keyfe eriştim. Çağan beni yıllar önce tiyatroda izlemiş, beni hatırlaması çok büyük bir incelikti. İnanın, çok mutluyum. Keşke daha genç olsaydım ve Çağan ile daha pek çok yapımda çalışabilseydim.







Filmde ayrıca Gözde Kansu, Şerif Bozkurt, Aslı Aybars ve Goncagül Sunar da oynuyor. Kısaca bu film; aşk acısına, seçilmiş yalnızlığa, tatminsizliğe ve İstanbul’a dair… Çekimleri 15 Ağustos’ta başlayan ve yapımcılığını Most Production’dan Mustafa Oğuz’un üstlendiği, Issız Adam, 7 Kasım günü vizyona girecek.



ISSIZ ADAM'IN KONUSU...








Alper 30’lu yaşlarda, gurme sayılacak düzeyde yemek kültürü olan kendi restoranının sahibi iyi bir aşçıdır. Lüks yaşamayı seven, işinde başarılı ama özel yaşantısını her gün farklı kadınlarla birlikte olarak düzene koyamamış, hayatını; yaptığı yemekler, günübirlik ilişkiler, paralı kadınlar üçgeninde yaşayan birisi iken… Hayatının akışı, bir gün Beyoğlu’nun arka sokaklarında, aradığı eski plak için bir kitapçıya girmesiyle değişir.

Ada 20’li yaşlarının sonlarında, güzel, çocuk kostümleri tasarlayıp diken, Alper’in modern yaşamının aksine çok mütevazı, hayatta fazla inişleri çıkışları olmayan genç bir kadındır. Bir gün eski bir kitabi bulabilmek için Beyoğlu’nda dolaşırken Alper ile ayni kitapçıya girer. Çapkın bir adam olan Alper, Ada’nın güzelliğinden etkilenir ve Ada’yı takip etmeye başlar. Ada’nın aradığı kitabi bulmuştur. Ada’nın işyerine kadar devam eden takip, Alper’in tanışma bahanesiyle aldığı kitabı Ada’ya vermesiyle son bulur.

Ada ve Alper’in yaşamlarında ilk defa karşılaştıkları tutkulu aşkın ilk sinyalleri bu kitapla başlar. Alper kopamadığı özgür hayatinin içersinde Ada’ya yer açmaya çalıştıkça, yaşamının daraldığını fark eder. Aşkı ve özgürlüğü arasında kalan Alper’in sessiz çığlıklarını duyamayan Ada, kendini aşkın rüzgârına kaptırmıştır bir kere… Ve yaşam bir kere daha aşk oyununun perdelerini Ada ve Alper için açacaktır…






Fotoğraflar: VEDAT ARIK



Cumhuriyet Hafta Sonu eki - 20 Eylül 2008




Hiç yorum yok: