ALPER TURGUT
“Avrupa Yakası”nda başarıyla canlandırdığı “Kubilay” ve “Gülenay” tiplemeleriyle ekranlarımızı şenlendiren ve istisnasız hepimizi kahkahaya boğan Vural Çelik, başrolünü üstlendiği “Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım” filmiyle beyazperdeye de sıkıca tutunduğunu ispatlamıştı. Komedyenken drama yeteneği de keşfeden Vural Çelik ile geçmişten geleceğe bir zaman yolculuğu yaptık. Lafın kısası; dişiyle tırnağıyla kazıyarak, sıfırdan zirveye çıkan bir adamı tanıtacağız sizlere… En hızlı kirlenen sektörde, her şeye karşın ayakta kalma mücadelesi verdiğini unutmayarak.
(Alper Turgut ve Vural Çelik)
—Oyuncu olmak bugün hemen herkesin rüyası… Peki, sizin öykünüz nedir?
Ben çekirdekten yetiştim. Lisede okurken dahi yaptığım taklitlerle insanları güldürürdüm. 1989 yılında Levent Kırca Tiyatrosu, gazete ilanıyla oyuncu arıyordu. Sinan Bengier’e başvurdum ve “ben yetişmek istiyorum” dedim. Tiyatroya kabul edilmiştim. “Gereği Düşünüldü” oyunu esnasında sahne temizliğinden dekora kadar hemen her görevi üstlendim. Bir kış ayıydı hiç unutmam, “Hangi Yüzle” oyunun dekoru için buz gibi çadırda spot ışıklarının altında ısınmaya çalışıyordum. Sonra “Olacak O Kadar” zamanında irili ufaklı rollerle oyunculuğa adım attım. Levent Kırca Tiyatrosu'ndan sonra Yasemin Yalçın'ın tiyatrosuna girdim. Sanat yönetmenimiz Selahattin Taşdöğen, bir gün beni Necati Akpınar'la tanıştırdı. Ve ben sahne sevdasına hoşça kal deyip, menajerlik ve organizatörlük yapmaya başladım. Menajerliğini yaptığım isimler arasında Nejat Uygur, Yasemin Yalçın, Cem Yılmaz ve Ata Demirer de vardı. Uzun zaman oyunculuktan uzak kaldım ardından Yılmaz Ağabey (Erdoğan) ve Necati Akpınar’ın Beşiktaş Kültür Merkezi’ni (BKM) kurmasıyla rüyama tekrar kavuştum.
— Komedyen Hamdi Alkan’ın yönettiği “Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım” adlı filmde başrol oynadınız. Bir oyuncunun, büyük, küçük, önemli, önemsiz diye rol ayrımı yapma lüksü var mıdır?
Bence; bir oyuncu için kayda değer yegâne şey, kaliteli bir yapımda yer alabilmektir. Bunun dışında istikrarı yakalayabilmek ve ne verebildiğiniz de önemlidir. Mahkûmların senaryosunu yazdığı, bütçesi düşük Bayrampaşa filminde üstlendiğim Erdem karakterini, duygusallığı, sıcaklığı ve içtenliği açısından hayatım boyunca unutamayacağım. Bayrampaşa filmini, tam bir ay boyunca, sabah 08.00’den gece 03.00’e dek zor koşullar altında cezaevinde çektik. Film, beklentilerimizi karşıladı ve büyük ilgi gördü (sinemada 150–200 bin seyirci çektiğini, ne yazık ki korsan DVD’sinin ise satış rekorları kırdığını söylüyor) Hatta Uğur Dündar canlı yayın yaptı. Biz filmi, Yılmaz Erdoğan ile birlikte izledik ve bana “filmin hataları var ama sevgi dolu oluşu ve masumiyeti bunların hepsini ortadan kaldırıyor” dedi. Bendeki drama yönünü, işte bu filmle keşfettim. Film, festivallere sokulmadı ancak sinemaya yıllarını veren ağabey ve ablalarım, “tam Oscar’lık oynamışsın” dediler. Takdir edilmek güzel şeydir. Bundan büyük ödül olabilir mi?
-Artık dünya’da ve Türkiye’de “Borat”, “Zohan’a Bulaşma” ve “Recep İvedik” gibi kaba ve vıcık vıcık komedilere prim tanınıyor. Bir komedyen olarak siz ne düşüyorsunuz?
Sonuçta bu bir arz-talep meselesi… Hard ve sulu komedinin de müşterisi var ve bu tür filmler çekiliyor. Ticari başarı, yapımcıları bu alanda ürünler vermeye zorluyor. Şöyle de düşünmek gerek, festivalde 20 kişinin izlediği filme, 10 tane ödül veriyoruz. Üzüntü vericidir ki; sonuçta bu ödüllü filmlerin çoğu halkla kucaklaşamıyor.
—Avrupa Yakası’nda canlandırdığınız Kubilay Peynircioğlu karakteri çok tuttu. Ve onun ikizi “Gülenay”ın şarkısı ise herkesin dilinde… Müzik ile aranız hep iyimiydi?
Fakirdik ve varoşlarda yaşadık. 21 yaşına dek Esenler’de oturdum. Okul çıkışı su ve sakız sattım, ayakkabı boyadım. Liseye kadar nalburda çalıştım. Avni Dergisi'nde ofis boyluk yaptım. Varoş kültürü ve varoş müziğinden etkilenmem kaçınılmazdı. Sürekli Küçük Emrah, Küçük Ceylan, Orhan Gencebay dinliyorsun, Beethoven’i tanımıyorsun ki… Kulağım tanrısal yeti… Ritmi tutturmak ve mırıldanarak şarkılar söylemek çok keyiflidir. Biz halk olarak acıklıyı ve mazlumu severiz. Gülenay’ın şarkısını Youtube’da 50 bin kişi dinlemiş. Ancak albüm yapmak gibi fikrim yok. Ben sadece ve sadece sinemayı ön planda tutuyorum.
— Uzun süreli bir yapımda yer almak, oyuncunun tekrara düşmesine ve zorlanmasına neden olmuyor mu?
Dizinin sağlıklısı bir sezondur. Yurtdışı kökenli meşhur “Yalan Rüzgârı” misali Türkiye’de de pehlivan tefrikası gibi uzadıkça uzayan diziler çekildi. Örneğin ‘Bizimkiler’ 15 yıl, “Mahallenin Muhtarları” 11 yıl sürdü. Oyuncu bir noktadan sonra tıkanıyor ve mutasyon, fabrikasyona dönüşüyor. Öyle ki kozadan çıkıyorsunuz ve ıstırabınız diniyor. Gelişme ve heyecan sona erince de sıradanlık baş gösteriyor.
—Anneniz görme yetisini yitirdiği halde size kol kanat germiş.
Hiç evlenmedim, 36 yaşındayım ve hala Bahçelievler’de annemle birlikte yaşıyorum. Benim için yaşamın anlamı, annemin gülen ve gören gözleri olabilmek. Annem Cemile’nin hastalığının adı halk arasında “tavukkarası” olarak biliniyor. Bu bir retina hastalığı ve çaresi yok. Dayım da aynı dertten mustarip… 5,6 yıl içinde tıbbın çözüm bulacağı söyleniyor ve biz büyük bir umutla bekliyoruz. Normalde tavukkarası olanlar, gündüz görürler. Ama annem gençliğinde gözlük takmadığı için hastalığı ilerlemiş. Yüzde 95 görme kaybı var. Babam (artık hayatta değil), genç bir kadın için bizi yani ailesini terk ettiğinde ben 11, kız kardeşim Kadriye ise 9 yaşındaydı. (Kadriye’nin şimdi, 5 yaşında Yiğit adlı bir oğlu ve adını Vural Çelik’in koyduğu 1,5 yaşında Mısra isminde bir kızı var) Annem o engelli haliyle bir fisto fabrikasına girdi ve malulen emekli olana dek çalıştı. Annem, fabrikada kendisine verilen yarım ekmeği yemez ve bizlere getirirdi, bir kuş gibi yavrularını beslerdi. Bugün de değişen bir şey yok. Evde yemeği de annem yapar ütüyü de… Hamarattır, becerikli ve yeteneklidir. O benim canımdır.
—Vural Çelik, gelecekten ne bekliyor?
Truva 2’de oynamak istiyorum, aslında Hollywood beni keşfetmekte geç bile kaldı (gülüyor). Şakası bir yana, bir aktör ömrünü, iki veya üç eserle de tamamlayabilir. Yaşamım boyunca seçkin yapıtlarda yer almayı arzuluyorum. Bir oyuncu birkaç sene de iş yapmayabilir. Bana diyorlar ki; “Vural Çelik, Avrupa Yakası’ndan ayrılmışsın, şimdi ne yapacaksın?” Ben de onlara espri yapıyorum, Salı Pazarı’nda tezgâh açacağımı söylüyorum. Yahu ben bir oyuncuyum, var kenarda üç beş kuruşumuz. Günü gelip sinema yapıncaya kadar yeter bana… Zaten şu an kendi projelerim var ve onlarla uğraşıyorum. Çok yakında sürprizlerle karşınıza çıkacağım. Ve son olarak söylemeliyim ki; sokakta yürürken inanın çok mutluyum. Çünkü ben ailenizden biri gibiyim.
5 Eylül 2008 Cuma
“Sokakta yürürken inanın çok mutluyum…”
CUMHURİYET HAFTA SONU / 6 EYLÜL 2008
Gönderen Alper TURGUT zaman: 17:11
Etiketler: ata demirer, avrupa yakası, cem yılmaz, gülenay, hamdi alkan, kubilay, levent kırca, nejat uygur, orhan gencebay, uğur dündar, vural çelik, yasemin yalçın, yılmaz erdoğan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder