26 Eylül 2008 Cuma

GALERİ KAPALI SERGİ AÇIK




ELİF BEREKETLİ


Galeriler genelde sergiler nedeniyle açık olurlar, gel gelelim İstiklal Caddesi'ndeki Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi 5 Ekim'e dek Halil Altındere'nin 'Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim' adlı sergisi dolayısıyla kapalı.



Sanatçı, René Block editörlüğünde hazırlanan “İstiklâl Serüveni” başlıklı güncel sanat sergi dizisinde sıra kendisine gelince İstiklâl Caddesi'nden tanıyageldiğimiz Pala Şair'in balmumundan yapılma heykelini bir zırh içinde galerinin kapısının hemen önünde sergilemeyi, galeriyi de gazetelerle kaplayıp 'Bunun Bir sergi Olduğundan Emin Değilim' demeyi tercih etti. Altındere, Pala heykeliyle caddenin enerjisine katıldığını, Pala'yaysa hakkını teslim ettiğini düşünüyor. Ne var ki, sergi yalnızca Pala Şair'in heykelinden ibaret değil. Kapıya bırakılan 'Galeri 5 Ekim'e dek Halil Altındere sergisi dolayısıyla kapalıdır' notu, galerinin bu nedenle kapalı olması durumu ve serginin adından oluşan kavramsal üçlemenin de oluşturduğu bir güncel sanat yapıtı da var işin içinde. Kavramsal sanat tarihine baktığımızda boş galerilerin sergilendiği ve boşluk-doluluk kavramlarının irdelendiğini görmemiz mümkün. Ancak Altındere'ye göre bu sergide durum biraz farklı. Galerinin kapalı olmasının tek nedeni 'galerinin kapalı olmasının istenmesi' değil, aynı zamanda dışarıda devam edegelen ve göz önünde bulundurmamız gereken bir sergi de var. Kısacası, galeri serginin hem öznesi hem de nesnesi.



Figür niçin Pala Şair? Mevzu yalnızca İstiklal Caddesi'nin ruhunu yansıtmaksa bu binlerce farklı şey olabilirdi?


Bu karar hem benim sanatsal serüvenimle, hem galerinin üzerinde bulunduğu caddenin belleğiyle, hem de buradan geçen tesadüfi kişilerin sözsel veya gözsel temasıyla ilintili. Ancak, Pala Şair bu figürlerin en bilindik olanıydı diyebilirim. Kar kış, gece gündüz demeden buralardaydı. Yoldan geçenlerin % 80'i tanıyor onu, o buraya mal olmuş; heykel buraya konduktan sonra anladık. Yaşamını fotoğraf çektirerek kazanıyordu ve fotoğrafının çekilmesini öyle çok seviyordu ki, heykelinin yapılacağını duyunca dört köşe olmuştu. Aslında öyle son derece özel bir bağım yok, yalnızca hakkını teslim etmek istedim. Fakat tabii bir yandan biraz da malzemenin çağrışımıyla ilgili benim bunu seçmiş olmam. Balmumu, politikacılar, üst tabaka insanlar için kullanılan bir malzemedir, sokaktaki insanın balmumu heykeli olmaz. Malzemenin anlamını ters yüz etmek istedim bu şekilde. Altı üste çıkardım. Ama bu heykelden sonra anladık ki aslında Pala en yüksek sandığımız kişilerden de üstün İstiklal Caddesi'nde. Bir siyasetçi 2 yılda unutulur. Ne var ki, bazı kişiler vardır ki, unutulamazlar. Pala unutulmayacak ve bu kadar kişinin belleğindeyse demek ki balmumunu hak etmiş.



Bir de serginin diğer boyutu olan 'kapalı galeri', serginin adı ve de gazete kağıtlarıyla kaplı kapıya bıraktığın not gibi kavramsal bir durum var...



Evet. Bunun daha önceki işlerimle ilişkisi var, hem başlık hem işlev olarak, hem de galeriden davet alarak ama galeriye girmeden bir sergi yapma, içeride olmamam halinin kendini sanata dönüştürme açısından. Serginin başlığı sokaktan geçen birinin kafasındaki soru işareti aynı zamanda. Galeri ise kapalı çünkü sergi dışarıda; ya da kapalı, çünkü sanatçı girmek istemiyor. Bu her iki şekilde, kurum eleştirisi ya da tavır olarak algılanabilir. Bir de o girmeme öyküsünün kendisinin de yapıta dönüştüğü bir paslaşma hali var. Pala Şair'in heykeli ve bu kavramsal durum paslaşmalı olarak sergiyi oluşturuyor; iki durum da 'birbirinden dolayı' var.



İşin kavramsal boyutunu anlayan oluyor mu sence yoldan geçenler arasından? Halk için bu sergi yalnızca Pala Şair'in heykelinden ibaretse şayet, serginin her ne kadar kamusal ve kavramsal bir durumu olsa da, ileti o sergiyi gören milyonlara ulaşmadığı sürece sence kamusal sanat yapmış olur musun?



İnsanların onunla yüzleşip o anı benimsemeleri benim istediğim. O anki düşünceleri, o an önemli olan, daha fazlasına anlam yüklemiyorum çünkü. Pala Şair heykeli ayakları yere basan bir figür, anlaşılmaması mümkün değil. Kavramsal olan kısmını ise, evet yalnızca sanat ortamının elitistleri anlayabilir. Ama dışarıda 15 metrelik billboard'u olan Pala Şair. İnsanlar işte onu görür, bu not bu gazete ne burada demezler. Burası Türkiyenin en kalabalık caddesi, günde 1 milyon kişi geçiyor, br başka deyişle yaklaşık 28 milyon kişi bu sergiyi görecek. Bu tam da kamunun içindeki sanat, ama yine de bir sınır durum. Başka bir yerde olsaydı zanaat olurdu ama bir sanat galerisinde olduğu için sanat etiketi atfedilebiliyor. Zaten benim işim de sınır durumda, bu iş belediyede sergilense belki de çok ayrı bir şey olacaktı. Ama yapan kişi sanatçı olduğu için, galeride sergilendiği için adı sanat. Bu sanat olmayla olmama arasında. Gerçi, her şeyden ötesi, bilemiyorum, belki de anlıyorlardır.



Rene Block senin bu serginin Türkiye'nin toplumsal ve politik gerçekleri üzerine düşünmeye zorladığını söylüyor. Nesi toplumsal ve politik bu serginin?


Bir sergi yapmak için davet aldığınızda aldığınız kararın ta kendisi politiktir aslında. Ben bir şeyi yapmaya karar verdiğimde o kararın kendisi sanat oluyor, yapılan şey değil. Balmumunun kendisi bir ekip tarafından yapılıyor, özel bir zanaat malzemesi örneğin. Burada bunu sanat yapan şey alınan karar, sanatçının kararı verme durumu ve bu kararın nasıl bir bağlamda verildiği. O yüzden de evet toplumsal, çünkü anlatımım ve yapıtım yaşamla sanat arasındaki eşikte duruyor, ne içerideki seçkincilerin anladığı anlaşılmaz üstün bir sanat, metaforik bir çalışma, ne de tamamen kiçleşmiş, kimsenin diyaloğa girmeyeceği bir yapıt. Dolayısıyla her iki tarafın da buluşabileceği bir durum bu. Sanat mı zanaat mı, içeride mi dışarıda mı kısmında da tartışmalı bir durum sözkonusu. 'Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim' de bu yüzden yerinde bir ibare.



Yani hiçbir tarafı sergiyi algılamak için bir tarafa çekmiyorsun ve alımlayan kitle kendisine hitap eden kısmı olduğu yerden, kendi açısından algılıyor?


Aynen öyle.



Nasıl tepkiler alıyorsun peki her iki taraftan da?


Yoldan geçenler şaşırıyorlar bu hipergerçekçi heykele. Çok tuhaf olaylarla karşılaşıyoruz tabii. 24 saat güvenlik görevlileri bekliyor başında. Kimisi arkadaşıymış, duruyor, bekliyor başında; kimisi canlı olduğunu ispat etmek için saatlerce bekliyor başında; kimisi akraba mısınız diye soruyor, tepkiler çok çeşitli. Sanat ortamını ise bilemiyorum henüz. Ben sokaktan geçen adamın fikrini daha çok merak ediyorum aslında, o daha değerli benim için.



Biz bazen güncel sanatın kitleleşmemesinde medyayı suçlu buluyoruz. Bazen o beyaz küpe- galeriye sıkışmış halimizi eleştiriyoruz, ama değişmesi için çaba harcanmıyor. Bu tür kamusal tasarılar bu yüzden önemli, hem sanatı kitleselliştirmek, hem sanatı halkın ayağına götürmeyi denemek, hem de onlardan gelen tepkileri dönüştürmek açısından.



Bir yanda senin yıllardır takındığın anarşizan, düzen karşıtı bir tavır var ve şimdi bir banka galerisinin içinde olmasa da çatısı altında bir sergi açıyorsun. Ama öyle kaçamak bir durum yaratmışsın ki, sana kimse 'Neden yaptın bunu?' diyemez, çünkü sen 'Bunun bir sergi olduğundan emin değilim , galerinin içine girmedim' dersin ve işin içinden kaçarsın sanki...


Kaçacak bir durum yok, çünkü olay zaten ortada. Ben hiçbir zaman 'Sistemin dışındayım' demedim. Böyle bir şey de olamaz zaten, sistemin tam da göbeğindeyiz. Ama şöyle bir durum var ki, sistemin içinde olup da onunla tartışabilirsin de... Teslim olmadan, kendi kurallarını kabul ettirerek bir şeyler yapabilirsin. Benim sanatsal anlayışım bu.



Sistem dışılık gibi bir iddian yok yani?


Sistem dışılık diye bir şey yok ki! Bu bir yanılsama. Bu biraz romantik bir duruş olurdu açıkçası. 'Teslim oldum' demiyorum ama. Bir keresinde şöyle bir söz duymuştum, 'Sistemin içerisindeyim, çünkü yumuşak yerini öğrenip onu alaşağı etmek istiyorum'. Bu yapılan, sistemi tanımak açısından önemli bir durum. Kurumlarla flörtünüzde kendinizi nasıl gösterdiğiniz, nasıl konumlandığınız önemli yani.



Peki sana bu yafta nasıl yapıştı?


Çünkü bir şey yaparken 'Acaba yasak mı değil mi?' diye sorgulayıp kolluk kuvvetlerinden izin almıyorum. Ben bir şey yapmak istersem yaparım, risk alırım, bedeli varsa da öderim.



Sanat çevresinden bazı kimseler, 'Yakışıyor mu böyle bir kuruma bu gazeteler, kapanan galeri hikayeleri' diyorlarmış. Aslında belki istediğin şeyi yaptın, sistemin tam da kalbinden sistemdekileri rahatsız ettin, olabilir mi?


Ben onları kaşıyorum, tokatlıyorum; böyle tepkiler olasıdır.

PALA ŞAİR



Adı Mustafa Yağcı, lâkabı Pala Şair. Tokat, Erbaa doğumlu. 18 yaşında bir gönül meselesinden dolayı İstanbul'a gelmiş. Eğitimini köy mektebinde almış, ama çevresindekilere göre farklı, ilim öğrenmeye meraklı biri. 16 yıl boyunca Ağa Camii'nin önünde durdu. Geçimini fotoğraf çektirdiği turistlerden aldığı birkaç kuruşla sağlıyordu. İkameti her daim Beyoğlu'nda olsa da düzenli kaldığı bir mekânı yoktu. Madalya ve rozetleri en değerli varlığıydı. Şiir yazar, türkü söylerdi. Atatürk’ü çok severdi; en büyük dileği milletvekili olmaktı. Hayatının kadınını bulsa pala bıyıklarını kesecekti. Bir rivayete göre kartvizitinde "Tarihlere sayfa açan üstün Türk düşünürü, dağların çocuğu, Pala Şair" yazıyordu. Beyoğlu'ndaki varlığını kültürel bir hizmet olarak görüyordu, fotoğrafçı Erhan Şermet'in bir tasarısında hayatın anlamını "kültürüne sahip çıkmak" olduğunu söylemişti. 5 Mayıs'ta kalp krizinden yaşama gözlerini yuman Pala Şair, şimdi Silivri Yakuplu Mezarlığı’nda.

"öyle bir türkiye olmalı
öyle bir türkiye olmalı ki
her gören sormalı
her soran hayran kalmalı.
öyle bir türkiye olmalı
öyle bir türkiye olmalı ki
bu hayranlık aşkına
tüm dünya selâma dalmalı."



Cumhuriyet Hafta Sonu / 27 Eylül 2008

Hiç yorum yok: