Umut Kurt, ekmek parası uğruna İstanbul’a yerleşen Erzincanlı Cemal-Sevim Kurt çiftinin ilk çocuğu… Geçim sıkıntısı yüzünden ve anlaşılacağı üzere zorunluluktan, annesinin varlıklı akrabalarının yaşadığı Erzurum’da 17 Nisan 1981 günü dünyaya gelir. Sonra 40 günlük bebekken tekrar ver elini İstanbul… Ardından yedişer yıl arayla kardeşleri Can (spor akademisinde) ve Aylin (ortaokul son sınıfta) de katılır aileye… İstanbul’un proleter ilçelerinden Kartal Topselvi’de büyür. O, henüz 17 yaşındayken ilk kez sahneye çıkar, o gün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür ve oyunun adı ‘Kadınlara Özgürlük’tür. Aradan 10 yıl geçer, Devrimci Haydar, Ülkücü Yaşar, Şarkıcı Bayram ve Hisseli Harikalar Kumpanyası’nda Cafer olur. Devamını ondan dinleyelim.
—Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz?
Biraz komik ancak memlekette dedemin dağı var. Yıllar önce devletten almışlar, kireç ocağı olarak çalıştırmış ve sonradan ocağı kapatmışlar. Sorana dedemin dağı var diyorum. Ancak biz Kartal’da tek katlı, çatısız bir evde oturuyorduk. Kartal, her yönüyle ilginç ve değişik bir yer. Sanatta da ön plandadır, nümayişte de… Kartal’da yaşayanlar, gördüler mi olumsuz bir durum hemen sokağa çıkarlar ve haklarını aramak isterler. Annem, barındığımız semti pekte güvenli bulmazdı, oyun oynamam için kolay kolay dışarı salmazdı. Yalnız bir çocukluktu benimkisi… Sonra biraz serpildim, bağlama kursuna gittim, koroda şarkı söyledim, basketbol ve futbol oynadım. Derslerle aram ise iyi değildi ancak yine de geçerdim sınıfımı…
—Peki, oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Arkadaşlarımla CHP gençlik kollarına kaydolmuştuk. Orada halkoyunlarına gittim, kickboks yaptım. Sonra bir gün ablalarımız, beni tiyatro kursuna gönderdiler. Tiyatro öncesinde kekemeydim ve onun sayesinde bunu yendim. İşçi semti, Bertolt Brecht ve Kartal Sanat Tiyatrosu… Onlar, gerçekten bize iyi öğrettiler. Babamın “aç kalırsın” itiraz ve ikazlarına karşın artık oyuncu olmaya karar vermiştim. O dönem Nestle’de plasiyerlik, Real Hipermarket’te satıcılık yaptım. Denedim ancak konservatuara giremedim. Müjdat Gezen Sanat Merkezi (MSM) ise bana oyunculuğun kapılarını açtı.
—Sonra müzikaller geldi…
MSM’ de, ‘Godot’yu İzlerken’ adlı oyunda rol aldım. Şan hocam Meltem Taşkıran’ın desteğiyle ‘Çizmeli Kedi’ müzikalinde oynadım. Bir sonraki sene ‘Benim Tatlı Meleğim’ adlı müzikalde de rolüm vardı. Sonra BKM Mutfak’a geçtim.
—Gelelim Beynelmilel ve Hatırla Sevgili’ye…
Birinde sağcı diğerinde solcu karakteri üstlendim. Bu iki zıt karakter, benim tanınmamı sağladı. Birbirlerine düşman görünseler de, bir oyuncuya geleceğin kapısını açtılar.
—Yeni bir film projesi var mı?
Tomris Giritlioğlu’nun yönettiği 6,7 Eylül Olayları’nı anlatan “Güz Sancısı” adlı filmde konuk oyuncuyum. Yine sağcı bir tipi canlandıracağım. Ancak bu adam, “Hatırla Sevgili”deki gibi karakterden çok farklı ve öncelikle hiçte ılımlı değil. Resmen ajan, maşa, provokatör… İnsanlar ondan nefret edecek.
—Anladığım kadarıyla gerçek hayatta canlandırdığınız sağcı karakterden fersah fersah uzaksınız. Peki, rollerinizi bu denli gerçekçi kılmayı nasıl başardınız?
Ben Aleviyim ve ailemde hemen herkes solcudur. İran, Erzincan, Erzurum, Dersim (Tunceli), Ankara, Antalya, İzmir, İstanbul… Sülalemiz dört bir yana dağılmış. Ailemizde dedeler vardır. Bir araya geldiğimiz zaman rakı içilir, türküler söylenir. İnanılmaz güzellikte sohbetler yapılır, hikâyeler anlatılır. Sağcılarla tanışıklığım ise Kartal’dan kaynaklanıyor. Onlarla sürekli kavga eder, dövüşürdük. Ancak hatırlarım, asla kan davasına çevrilmezdi kavgalarımız. Örneğin polis geldiğinde, kimse kimseyi suçlamazdı, aslında herkes birbirini seviyordu. Orada, sağcı, solcu, marjinal, en uçta arkadaşlarım oldu. Babamın işlettiği lokale en çok sağcılar gelirdi. Ben futbol takımının kalecisiydim. Diğer oyuncuların hepsi ülkücü idi. Hatırla Sevgili’de üstlendiğim Yaşar karakteri için araştırma yapmıştım, aslında kökleri Yusuf Has Hacib’in 11. yüzyılda yazdığı Kutadgu Bilig’e dek uzanan bir felsefe bu… Kötü bir felsefe değil. Ancak ülke içindeki işleyişi hep sorun olmuş. İdealize edilmiş ve kavgacı bir hal almış.
—Sağcı, solcu derken en nihayetinde Düğün Şarkıcısı ile siyasi rolden de sıyrılmış oldunuz…
Düğün Şarkıcısı, üstüne çok fazla şey katabileceğim, yönetmenle harmanlayabileceğim bir işti. İstanbul en çok göç alan kent… Her tür insan var. Bayram’da onlardan biri, üstelik hem yetim hem de öksüz… O, dizide adeta yapıştırıcı görevini görüyor. Bakıyorsunuz Bayram, Erkan Ağabey’in (Can) üstlendiği Kudret karakteriyle bir canciğer oluyor, bir de düşman. Tam anlamıyla elastiki bir karakter ve Erkan Ağabey dışında diğer oyunculardan da iyi paslar alıyor.
—Dizide türkü de okuyorsunuz…
Dün bir sahne çektik. Çokta iyi bir parça idi. Türkü bittiğinde herkesin gözleri dolmuştu. Erkan Oğur’un, Kubat’ın seslendirdiği türküleri okuyorum. Bazen enstrümanlar susuyor, sadece ben söylüyorum. Dizi çok yoğun bir tempoda çekiliyor. Her hafta 95 dakikalık dizi için dört gün boyunca çekimdeyiz. İnsan tutunacak dal arıyor ve inanın türküler müthiş bir konsantrasyon sağlıyor. Sesim kısılmasın diye diyaframdan konuşmam, bağırıp çağırayım, rolümün ve işimin hakkını vereyim isterim.
—Mankenlerin baş tacı edildiği dizilerde tutunmak kolay olmasa gerek…
Evet, başta böyleydi ancak bu tavır kırılmaya başladı. Artık mankenlerin değil, aktör ve aktrisler ön plana çıktığı günlere doğru gidiyoruz. Başka başka dizilerde Erkan Can, Tuncel Kurtiz ve Tarık Akan gibi büyük oyuncuları görmek mümkün. Bir de ajitasyona açık, sulu zırtlak yapımlara çok sinirleniyorum. Hoş değil, doğruda değil. Yeşilçam’da yıllar önce yapılan işlerden sıyrılmalı ve gerçek hayatın renklerini ekrana taşımalıyız. Şapka, gözlük takıp sokağa çıkıyorum ve halkımız neyi seviyor, nelere tepki duyuyor bunu öğreniyorum. Ben üretmeden duramam, gelecekte Uğur Yücel gibi oyuncu olmak istiyorsam ilerlemek ve hedefimi belirlemek zorundayım.
-Yerinde duramayan, hiperaktif bir tip olduğunuz belli.
Ben babama benzemişim, o da yerinde duramaz. Devlet Su İşleri’nde (DSİ) çalışırdı ancak bunun dışında da birçok iş yapardı. O bana ‘atom karınca’ der. Aslında çok yoruldum, 5,6 yıldır tatilde yapamıyorum, Kartal’dan da uzağım. Ailemin oturduğu Uğur Mumcu Mahallesi’nde yaşayan bir bankacı olmak isterdim. Kız arkadaşım Ezgi de (Oyuncu Ezgi Mola / Hayatımın Kadınısın), bu yoğun tempomdan hoşnut değil. Ama iki gün durayım, “eyvah” çalışmam lazım diyorum. Düğün Şarkıcısı, Laf Ebeleri, Hisseli Harikalar Kumpanyası… Bir iş yetmiyor bana, 3, 4 iş yapınca rahatlıyorum. Sonra üç oyuncu arkadaş bir senaryo grubu kurduk, denenmemiş bir formatta bir program yazıyoruz. Yani durmak yok, yola devam.
Fotoğraflar: VEDAT ARIK
CUMHURİYET HAFTA SONU - 13 EYLÜL 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder