ALPER TURGUT
Fotoğraflar: VEDAT ARIK
Fotoğraflar: VEDAT ARIK
..................................................................................
Bunu nasıl başarıyor bilinmez ama Erkan Can istisnasız herkesin sevdiği bir aktör. Bugüne dek hakkında olumsuz konuşana, oyunculuğuna laf edene rastlamadım. Aksini iddia edecek biri varsa da bu yine kendisi olacaktır, eminim. O, ağır ağabey, mafya babası, komik karakterler, hacı-hoca hangi rolün altına girerse girsin üstesinden geliyor. Adam sanki yetenek, alçakgönüllülük ve bitmeyen bir enerjiden oluşuyor. O her ne kadar iç dünyasını dengelemeye çalıştığını söylese ve ‘hatalarım, hıyarlıklarım var’ dese de görünen o ki egosunu çoktan köreltmiş, babasından aldığı ‘iyi adam ol’ sözünü ise şiar bellemiş. O, hala minnetle andığı devrimci güzel ağabeylerden öğrendiklerini bugün gençlere öğretmeye çabalıyor. Belki de çok sevilmesinin altında yatan sır budur. Lafın kısası; Erkan Can’ı Samatya’da araba çekimindeyken yakalayabildi. Zamanımız dardı ve röportajın yarısı hayranlarının fotoğraf çektirme çılgınlığıyla geçti. Azeri bir kadın ve 5 yaşındaki altın dişli oğlu da poz verirken diğerleri gibi mutluydu. Bir insan başka ne ister ki hayattan…
—Erkan Can’ın çocukluğu nasıl geçti?
Bursa’da geçti Bursa’ya Artvinlilerin çokluğu nedeniyle ‘Burtvin’ de derler. Sonra Rize ve Trabzonlular, Muhacir, Abaza ve Çerkez’ler, Bursa’da çok yoğundur. İnegöl’ün birçok köyü Çerkez, Abaza köyüdür. Dedemin babası 3 yaşındayken Bulgaristan’dan gelmiş. Yıl 1877… Dedem ‘Yımırtacı Ali’ ise 106 yaşında öldü. Yumurta satmak için at ve eşeksırtında Bursa’dan İstanbul a gidermiş. Babam da Arifiye Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen. Köy Enstitülü diğer akranları gibi saygın, her işi bilir ve yardımseverdi. 1 Ocak 1958 günü Bursa’da doğmuşum. İlk öğretmenim babamdı. Ben ne öğrendiysem babamdan öğrendim, onun etkisiyle büyüdüm. İyi bir insan olmamı istedi, ben de ona verdiğim söze hep sadık kaldım. Çocuklumda tamirhanede çalıştım, İznik gölü kenarında, Yeni Sölöz’ün üstü Bayırköy’de inek, koyu, keçi güttüm. Cumartesi ve Pazar günleri de atlardık mobiletle, Kumla, Mudanya sahilleri ve Burgaz’a giderdik. Ta Erdek’e dek karış karış bilirim.
—Sonra tiyatro hevesi…
Tiyatro ilk göz ağrımız. Bu heves, 1974 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu, Ahmet Vefif Paşa Sahnesi'ndeki tiyatro kurslarına gitmemle başladı. Mahalledeki ağabeyler, güzel ağabeyler önayak oldular. Onların kestiği ‘racon’a uyduk, buralara dek geldik. Neyse… O yıllarda okulda boykot, gençlik derneklerinde tiyatro yaptık. Folklor ile uğraştık, maçlarda amigo olduk hatta kaleciliğe soyunduk. Ayrıca konfeksiyonda çalıştım, birçok işe girdim çıktım. 1982’de askere gittim, 19 ay sonra dönünce, Bursa’da Meydan Sahnesi’ni kurduk. Kasaba turneleri filan derken bir de okullu olalım dedik ve1985 yılında İstanbul Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'ne girdik.
—27 yaş, tiyatro okumak için biraz geç değil mi?
Bu nedenle seviye sınavına girmek zorunda kaldım. Yıldız Hoca (Yıldız Kenter) ‘sen 3. sınıftan başla’ dedi. Ancak kabul etmedim ve birinci sınıfa devam ettim. 32 yaşında mezun oldum, okurken Ayşegül Atik-Ali Atik, Kenter Tiyatrosu, Sabah Çocuk Kulübü derken okulun parasını ve kirayı denkleştirdik. Zeki Ökten’in 1986 yılında çektiği ‘Davacı’ filminde seyyar satıcıyı oynadım. TRT 2’ye “Bizim Çocuklar” diye bir dizi yaptık. 1992’de Bakırköy Şehir Tiyatrosu açılınca girdim ve 8 yıl orada görev aldım.
—Ardından ‘Mahallenin Muhtarları’ geldi…
Tam 10 sene sürdü bu dizi. ‘Temel’ karakteriyle tanıdı insanlar beni ve hala bana Temel diye seslenenler var. Hatta insanların çoğu beni bu yüzden Karadenizli sanıyor. Çocukları yakalayabilmek adına, karikatürize ettim ben bu tipi… Palyaço da olduk onlar için ve çocuklar beni sevdi. Bu benim için yeterli… Sonra hazırlık aşaması yaklaşık üç yıl süren ‘Gemide’ filmiyle yeni bir açılım yakaladık. ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’, ‘Yazı Tura’, ‘O Şimdi Mahkûm’, ‘Takva’ ardı ardına geldi. Komik adam karakterini böylelikle kırabildik.
—Bugüne dek sizi zorlayan bir karakter var mı?
Ne yalan söyleyeyim, Takva’da çok zorlandım. Senaryo iyiydi, bıçak sırtı bir roldü. Hazırlanma aşaması tam 5 yıl sürdü. Sürekli karakterle dolaştım. Yemek yerken, gezerken, otururken hep kafamın içindeydi. Sorular soruyordum kendime, doğru yanıtlar bekliyordum.
—Rolünüze nasıl hazırlanıyorsunuz?
Çok gezerim, yaşamayı severim. Hayatın içinde gezmeyen oyuncu tıkanır. Dolaşmazsan hayal dünyan kısır kalır. Yaşadıklarımı aklıma getiririm. İç yolculuk yaparım anlayacağınız, geçmişimden bulduklarımı çıkartırım. Sonra o hatırayı, anıyı süsleyip püslerim. Önemli olan zaten duygudur. Ve duygu devamlılığı, bir bütündür. Laflar da peşi sıra gelir. Bunun dışında gözlem yaparım. Oyuncu için şartlı refleks gibi olmalı bu.
—Peki, oyuncu bir filmin cilası mıdır?
Aynen öyle… Yönetmen, ışık, görüntü yönetmeni, hepsi resmin içinde yer alıyor. Çünkü bu bir ekip işi, estetik ve sanat işi… Pek tabii oyuncu da bu kadrajın içinde…
— TV dizileri estetik işi midir?
Elden geldiğince… Bunu göz ardı edemezsiniz. Teknik grup, kamera arkası ekibi, her bölümü ne yazık ki 90 dakika süren diziler için kendilerini resmen adıyor. Keşke kısaltsalar şu dizileri, harika işler çıkartabilsek.
—Diziler para için midir?
Diziler fabrikasyon, bant sistemi çıkışlı. Para varsa dizi var. Eğer dizi para kazanmıyorsa, en kralını yapsan olmaz. Oyuncunun antrenman sahasıdır diziler, maça (sinema-tiyatro) çıkmak veya boşta kalmamak için hazırlandığı yerdir.
—Gündelik hayattaki Erkan Can ile setteki Erkan Can arasında fark var mı?
Asla. Ben işimde stresi sevmem, ne yapacaksam eğlenerek yaparım. Aksaklıklara karşı hoşgörülüyümdür. Takım ruhuna inanırım. Benim hayatım set… Set benim mutluluğum, orada olmaktan başka bir şey düşünmüyorum. Bu dışında erken gelirim sete ve işin ahlakına sıkı sıkı sarılırım. Biz bu ahlakı tiyatroda öğrendik. Çünkü herkes oyun başlamadan bir saat önce sahnede bulunmak zorundadır. Gir, soyun, çık dışında aktör orayı solumalıdır.
—Çekimi süren ‘Düğün Şarkıcısı’ dizisi tutmuş görünüyor?
Bu dizi olayı, kader kısmet olayı… Birçok senaryo gelir ve ben seçerim. En son Düğün Şarkıcısı’nı seçtik. Ve iyi gidiyor. Bu bir yaz mevsimi dizisi ancak yazdan kışa sektirmeli olmasını umuyoruz.
—Yeni bir film projesi var mı?
Yeni Sinemacılar’ın kurucularındanım. Onların tuttukları yol güzel, senaryolarına da güveniyorum. Kasım ayında arkadaşlarla bir araya gelip film çekeceğiz. Bu bir Tarlabaşı hikâyesi olacak. Pek tabii en alttakileri anlatacak. Zaten benim zenginle menginle işim olmaz. Sinema dediğinin bir amacı olmalı, bir şeyler anlatmalı… Böyle bir derdin yoksa o kadar masrafa ne gerek var. Yazık. Ve sinema kalıcıdır, hatayı da asla affetmez. En iyisini yapmak isterim.
—Yapımcı veya yönetmen olmayı hiç düşündünüz mü?
Hayır. Herkes bildiği ve iyi olduğu işi yapmalı. Ben oyuncuyum. Yapımcılık ise hesap kitap işi ve bana uymaz. Yönetmenlik de öyle… İstemem.
—Uzun zamandır tiyatrodan uzaksınız. Neden?
Tiyatro için ekibi toplamaya çalışıyoruz. Güven Kıraç, Olgun Şimşek, Fikret Kuşkan, Nejat İşler… Önce erkekleri bir araya getirelim sonra kadın oyuncuları da toplarız. 20 kişi toplanıp ardından da bunu üçe dörde parçalayıp oynamak istiyoruz. Ama sonuçta bu oyuncu milletini bulmak zor, nerede oldukları anlayayım diye hepsine çan takacağım. Bir dağılıyorlar birader, onları toplamaya ne köpek ne de çoban kar etmiyor. Tiyatro yapmak zordur. Tiyatroya güzel şeyler yapabileceksem girmeyi arzularım. İtalya’daki gibi dört tarafı seyircili bir ortamda oynasak ne de güzel olur. Tam 10 yıldır tiyatro yapmadım. Ve bende adrenalin eksildi, damarlara endorfin basmak gerek. Sanki köreldim gibi. Tadını unuttum. Tiyatroda heyecan var. Düğün Şarkıcısı’nda birlikte oynadığımız Hatice Aslan (en son Nuri bilge Ceylan’ın Cannes’de ödül kazanan filmi Üç Maymun’un başrolündeydi) , görev aldığı oyunu anlattı. Hayretler içinde kaldım. Sanırım iyice yabancılaştık.
—Bunca hengâme arasında ailenize vakit ayırabiliyor musunuz?
Evlendikten sonra yıllarımı verdiğim gece hayatını, âlemi bıraktım. Tam 6 yıldır içki de içmiyorum. 5 yaşında bir kızım var adı Deniz. Eve gidiyorum çocuk uyuyor, evden çıkıyorum uyuyor. Tabi beni görünce fırçayı yiyorum. Emir kipiyle konuşuyor benimle ne yapsın özlüyor çocuk… Boş zamanımda evde oturup senaryo okuyorum, zorunda kalmadıkça dışarı çıkmıyorum. Bunun dışında gençleri, delikanlıları seviyorum. Hepsi cesaretli çocuklar. Kafaları nasıl da çalışıyor, zehir gibiler. Onlara ağabeylik yapmak güzel…
Not: Cumhuriyet Hafta Sonu Yayın Yönetmeni Ayşe Yıldırım'ın köşesinden...
Merhaba
İstanbul’da bir tiyatro sahnesi... İkinci perdenin sonuna yaklaşılmış.
Seyirciler, tıklım tıklım salonda kendilerini oyunun büyüsüne kaptırmış. Herkes pür dikkat, cep telefonu da henüz ortada olmadığı için çıt çıkmıyor. Derken sahnedeki erkek oyuncu rolü gereği yere düşüp, ölüyor. Kocaman salon, endişe, üzüntü ve kedere boğuluyor. O an nasıl anlatılır ki... Yürekler atmıyor, nefes dahi alınmıyor. Tam bu sırada seyircileden biri aniden ayağa kalkıyor ve bağırmaya başlıyor:
“Hayır, hayır! Rol yapıyor, gerçekte ölmedi, nefes alıyor ben gördüm.”
Yanında oturan karısı çokça utangaç, adamı bir hışımla kolundan çekip yerine oturtuyor. Oyuncular dahil herkeste büyük bir şaşkınlık... Ardından kahkaha sesleri ve peşinden çılgın bir alkış kopuyor... Yerde yatan büyük aktör bile gülümsüyor.
Bu olay yaklaşık 40 yıl önce yaşanmış. Kahramanları da arkadaşımız Alper Turgut’un babası Mehmet ve annesi Bakiye... Hangi tiyatro olduğu ya da hangi oyunun sahnelendiğinin ise pek bir önemi yok.
Kıssadan hisse; işte gerçek oyunculuk bu olsa gerek...
Bir mizahçıya yakışır biçimde geçen günlerde askere çağrılan 75 yaşındaki usta Erol Günaydın’ın dediği gibi rol yapmadan oynandığı zaman doğallık ve sıcaklık sahneyi gerçek kılıyor. İster tiyatroda, ister sinemada, isterse bir televizyon dizisinde olsun...
Benim gözümde ‘gerçek’ oyunculardan birisi de Erkan Can’dır.
Onun, televizyonda 10 yıl boyunca oynayan Mahallenin Muhtarları dizisinde canlandırdığı Temel karakteri herkesin aklındadır. Ama Erkan Can deyince özellikle ilk akla gelen ‘Gemide’ filminde canlandırdığı kaptan rolündeki insanüstü performansıdır.
Bugünlerde ‘Düğün Şarkıcısı’ dizisiyle yeniden ekranlarımızı renklendiren Erkan Can ile Alper Turgut söyleşti. ‘İyi bir adam’ın, Bursa’da geçen çocukluğundan bugüne uzanan serüveni bu... Tiyatro, sinema ve dizi, elini nereye atarsa atsın o role bürünen ve çok sevilen bir adamın...
İyi hafta sonları...
CUMHURİYET HAFTA SONU / 26 TEMMUZ 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder