SETLERDE SAATİN AYARI KAÇTI...
Zuhal Aytolun
Yapımcısından oyuncusuna herkes dizilerin yayın süresinden yakınıyor ama kimse elini taşın altına koymuyor. SİNESEN Genel Sekreteri Ahmet Keskin, sendika olarak girişimleri başlattıklarını; yayıncı kuruluşlar, onların bağlı olduğu dernek başkanları ve konunun tüm muhatapları ile eylül ayında hak ihlallerinin çözülmesi için masaya oturacaklarını söylüyor. Ancak sezonun dizileri birer birer yayımlanmaya başladı bile.
2000’li yıllarla birlikte televizyon dizilerinin bölümleri bir sinema filmi uzunluğunda yayınlanmaya başladı. Süreler uzadıkça ister istemez konular da esnedikçe esnedi, hikayeler kekelemeye başladı. Ortalama 90 dakika olan dizi süreleri kimi zaman 120 dakikayı dahi buldu. Günü-saati belli olmadan çalışan set işçileri, yönetmenler, senaristler, meslek birlikleri ve hatta yapımcılar dahi bu durumdan şikayetçi. Ancak bir girişime ve örgütlenmeye rastlamak zor. Herkes şikayet ediyor, topu birbirine atıyor, bakıldığı zaman 2008-2009 sezonu dizileri birer birer yayınlanmaya başlanmasına rağmen bir araya gelerek çözüm üretilmiyor.
Biz de konunun taraflarına sorduk. SENDER Başkanı Haluk Ünal, yapımcı yönetmen Osman Sınav, SİNESEN Genel Sekreteri Ahmet Keskin ve Orhan Aydın’dan aldığımız bilgiye göre sebep; reklam pastasından daha fazla kar alma çabası. Çözüm ise meslek birliklerinin örgütlenerek, tıpkı yurtdışındaki gibi Türkiye’de de belirleyici rol oynamaları ve bir format oluşturmaları. Osman Sınav, bir dönem dizi sürelerini kısaltmak için girişimde bulunmuş ancak yalnız kaldığı için rekabet ortamından dolayı yine mevcut sisteme ayak uydurmak zorunda bırakılmış. Diğer yandan rekabetin etkisini sorduğumuz Haluk Ünal, “Bu ortama rekabet dememek gerek. Rekabet medeniyete ait bir kelime. Bu ortam daha çok bir cangılı andırıyor. Orman kanunları geçerli” diyor. Set çalışanları ise iş garantilerinin, sağlık güvencelerinin ve normal bir yaşam biçimlerinin olmamasından dolayı şikayet etmelerine rağmen biraraya gelerek bir baskı ortamı oluşturamıyorlar. İki haftadır ulaşmaya çalıştığımız RTÜK yetkilileri ise yoğun ‘toplantı trafik’lerinde bize vakit dahi ayıramıyor. Ancak yine de SİNESEN Genel Sekreteri Ahmet Keskin, sendika olarak girişimleri başlattıklarını; yayıncı kuruluşlar, onların bağlı olduğu dernek başkanları ve konunun tüm muhatapları ile Eylül ayında hak ihlallerinin çözülmesi için masaya oturacaklarını müjdeliyor. Ancak sezonun dizileri birer birer yayınlanmaya başladı bile...
YASAYA AYKIRI
Reklam piyasasındaki pastadan daha fazla pay almak isteyen yayıncı kuruluşların, yapımcıları 90 dakikaya zorladığını söyleyen Sinema Emekçileri Sendikası (SİNESEN) Genel Sekreteri Ahmet Keskin, yine konuyu aynı noktaya getiriyor: 90 dakikalık dizi ve yaklaşık 4 kuşak reklam. Geri kalmış ülkelerde dahi en uzun dizinin süresinin 55 dakika olduğu gerçeği de dikkat çekici: “Bu bir ilke kararı. Sendikalar belirler bunu ve tüm yayıncı-yapımcı kuruluşlar bu kurala uyar. Çünkü aksi durumda insan anatomisine aykırı bir çalışma düzeni ortaya çıkar.”
Bir dizi bölümü çekilebilmesi için günde en az 16 saat çalışıldığını belirten Keskin, işin kalitesinin olamayacağına da değiniyor.Diğer yandan günde 16 saat çalışma süresi insani olmadığı gibi mevcut iş yasasına da aykırı.Yasaya göre günlük çalışma süresi 8 saat ve yılda 270 saati günde 3 saati geçmemek koşuluyla ücreti ödenerek fazla mesai yapabiliyor. Ancak bu sektörde bunun çok ötesine geçilmiş durumda.
Yaklaşık 700 milyon dolara varan bir rant olduğundan söz eden Keskin, “Bu rantın döndüğü sektörde çok sayıda insan sigortasız ve iş güvencesiz çalışıyor. Mesela Kültür Bakanlığı sinema filmleri için yapımcılardan bir gösterim belgesi istiyor. Sigortadan borcunun olmadığına dair. Yapımcı 5 kişiyi sigortalı gösteriyor ve bu belgeyi alıyor. Ancak jeneriklerde yüzlerce insanın adı geçiyor. Bunların hepsi çalışmış filmde ama hiçbiri sigortalı değil. Bu Çalışma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’nca denetlenebilir. Kaçaktan bahsediliyor ama bunun gereği yapılmıyor” diyor.
Sendika olarak gerekli girişimleri başlattıklarını belirtiyor Keskin. Yayıncı kuruluşlarla ve onların bağlı bulunduğu derneklerin başkanlarıyla iletişime geçilerek görüşmeler başlamış. 2008 Eylül’ünde yani sezon başladığı dönemde verilen yetkiye dayanarak işin üzerine gideceklerini ve bu hak ihlallerini çözeceklerini söylüyor Keskin.
TAM BİR CANGIL
•90 dakikalık bir dizi bölümü çekiminin her hafta bir sinema filmi üretmek anlamına geldiğini belirten Senaristler Derneği (SENDER) Başkanı Haluk Ünal, “Uzun metraj bir filmin asgari dört hafta ile sekiz hafta arasında realize edildiğini, senaryosunun da asgari üç ayda son haline getirildiğini düşünürsek fark kolayca anlaşılır” diyerek, bu durumun getirisini felaket olarak yorumluyor. Çünkü bu durum ciddi bir insan kaynağı kıyımı ve yetişmiş-yetişmekte olan insanların kısa sürede posasısının çıkması anlamına geliyor. Rekabetin etkisini sorduğumuz Ünal, “Bu ortama rekabet dememek gerek. Rekabet medeniyete ait bir kelime. Bu ortam daha çok bir cangılı andırıyor. Orman Kanunları geçerli.”
Senaristler açısından durumun daha zor olduğuna değinen Ünal, dizilerin belli süre sınırlamalarının olmasının tesadüf olmadığını, hikayenin izlenme lezzeti ve kalitesi açısından çok önemli olduğunu söylüyor: “Hikaye mimarisinin belirli ölçüleri ve matematiği vardır. Bu süreler aşıldıkça hikaye zorlanmaya başlar. Sündürmeye, kekelemeye başlarsınız ve kalite düşer.” Toplumun kültürünü biçimlendiren bir etkiye sahip olması açısından uzun süreli senaryolarda yapılacak hatalar sonunda toplumun da zihnini posaya çevireceğini vurgulayan Ünal, Türkiye’nin bu açıdan trajik bir labaratuara dönüştüğünü belirtiyor. Diğer bir tehlike de durumun, yazarları özgün üretim yapmaktan uzaklaştırıp, yabancı film ve dizileri adapte etmeye sürüklemesi. Bu da başka bir bozulma. “Daha kötüsü yılda 150’ye yakın dizi çekiliyor ve uluslararası standarlarda çöp üretiyoruz. Oysa özellikle Avrupa çok ciddi bir hikaye kabızlığı içinde. Türkiye ise hikaye cenneti. Hem doğulu hem de moderniz. Araplarda yarattığımız sonucu Avrupa ve Amerikada da yaratabiliriz. Ama tek sorunumuz ‘yaratıcı yapımcılı’ henüz sektöre egemen olamaması.”
Örgütlenmenin önündeki en büyük engellerden biri de 80 darbesi sonrasi hak arama korkusu. Ünal’a göre ‘Hiçbir şey değişmez’ duygusuyla yaşıyor insanlar ve bununla birlikte birşeyleri düzeltmeye dair inanç kayboluyor. Tek düşünülen şey günü kurtarmak oluyor ve Ünal bu durumun aynı zamanda ahlaken de ciddi bir bozulmaya işaret ettiğini söylüyor. Yine de hareketliliğin artık başladığını belirtiyor Ünal.
2008 yılı başında bu konuda Film Yönetmenleri ve Senaryo Yazarları’nın öncülüğünde farklı meslek örgütleri ve yapımcılar ilk kez biraraya gelmiş. Yayıncılar Birliği yönetimi ve RTÜK’le görüşmeler yapılmış. Ünal bu görüşme ve tartışmalar yaygınlaştıkça değişimin geleceğini söylüyor.
DEV SÖMÜRÜ
• Reklamverenlerin isteği doğrultusunda oluşan bu süreçte yapımcılar dahil sektörün diğer tüm unsurlarının sonuçlarına katlandığını ve bu kuraldışı durumun tümüyle örgütsüzlükten kaynaklandığını söylüyor Orhan Aydın. Avrupa’da ya da diğer ülkelerde bu konunun sendikal örgütler kapsamında kurala bağlandığına vurgu yapan Aydın, “Bizim ülkemizdeki gibi örgütsüzlüğün hakim olduğu ve sömürünün dev boyutlara ulaştığı ülkeler için bu sorun sektörün diğer sorunlarından ayrılamaz. Bu alanın yasal düzenlemeleri de olmadığı için kural tanımazlık, ilke tanımazlık doludizgin gidiyor. Dikkatsizlik ve hoşgörüsüzlük yasa haline gelmiş durumda. Ve temelde örgütlülükle hallolacak bir sorundur” diyor.
BİR ARAYA GELELİM
•85 dakikalık bir çalışma için olağanüstü bir çaba gerektiğini ve tüm bunların televizyonda bir yayıncılık formatı oluşturulmamasından kaynaklandığını söylüyor yapımcı ve yönetmen Osman Sınav. “RTÜK yayın düzenlemeden önce reklam araları belirsizdi. Düzenleme geldikten sonra daha fazla reklam kuşağı girilebilmesi için dizilerin süreleri de uzatıldı. Aksi halde kanalların reklam fiyatlarını arttırmaları gerekirdi. Ancak rekabetten dolayı bu durumda ortadan kalktı. Yapımcılar da zor durumda kaldı” diyerek anlatıyor dizilerin uzun sürelerde yayınlanmasının sebebini.
Kanalların ticari kuruluşlar olarak kar elde etmek istemelerine ve bu anlamda tedbir almalarına karşılık bağlayıcı kararlar alan meslek birliklerinin olması gerektiğini söylüyor Sınav. Karar alıcı bir konumda olmayan meslek örgütlerinin bu duruma el koymaları halinde sorunun ortadan kalkacağına değiniyor. Çünkü yönetmen, yapımcı, sanat ekibi, senarist, teknik elemanların ve set çalışanlarının da üye olma zorunluluklarının bulunduğu bir mesleki birlikte kararların bağlayıcı olacağı aşikar. Bu durumda da kanallar için tek yolun reklam fiyatlarının yükseltilmesi olacağını söylüyor Sınav.
Kendi adına bir süre direndiğini ancak yanında kimse gelmeyince devam edemediğini belirten Sınav: “TESİYAP başkanı iken kanalların müdürleri ve Nuri Çolakoğlu ile de görüştüm. Haklısınız dediler. Ancak uygulamada bir şey yapamadık. Herkes şikayetçi ama hareket yok. Şikayetçiyiz çünkü aklı başında bir insan bundan memnun olamaz.”
Sınav, önümüzdeki süreci belirsiz gördüğünü söylüyor. Plan yapılmadığını, sadece konuşulup şikayet edildiğini belirten Sınav, bir araya gelip örgütlü bir şekilde proje ortaya koyulması gerektiğini, sorunun ancak bu yolla çözülebileceğini vurguluyor.
CUMHURİYET HAFTA SONU / 30 AĞUSTOS 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder