1 Mart 2008 Cumartesi

ASLOLAN HAYATTIR…


Her koşulda yaşayabilmek…



Alper Turgut



Gazeteci Filiz Gülkokuer, her koşulda yaşama tutunmayı başarabilen bir kadın… Akdeniz anemisi gibi ölümcül bir hastalık ve yaklaşık 10 yıl süren siyasi mahpusluk… 43 yaşındaki Gülkokuer, hayatının büyük bir bölümünü hastaneler ile cezaevlerinde geçirdi. Dalağı, safrakesesi alındı, işkence gördü, hücrede tutuldu. Ancak asla yılmadı. O, yaşamla olan randevusuna hep sadık kaldı.



— “Bu hastalık belki beni öldürmüyor ancak süründürmesini biliyor” dediğiniz Akdeniz anemisi ile ilk ne zaman tanıştınız?


“Kalıtımsal bir hastalık olan Akdeniz anemisiyle (talasemi) yaşamam gerektiğini öğrendiğimde henüz 9 yaşındaydım. Artık sürekli hastaneye kaldırılıyordum. Periyodik olarak kan ve serum veriliyordu. Hastanede yatma zorunluluğu derslerimi aksatsa da yine de çalışıyordum. Ödevlerimi arkadaşlarım ve öğretmenlerim hastaneye getirirdi. Derslerim son derece iyiydi. Mersin’den tam donanımlı bir hastane olmadığı için Ankara’ya götürüldüm. Tam üç ay hastanede tek başıma kaldım, 10 yaşındaydım. Hastalık erken büyümeme yol açtı. Üstüne üstlük Akdeniz anemisine 12 yaşındayken orak hücre anemisi de eklendi. Dert birken iki oldu.”


— Hastanede büyüyen kız çocuğunun, devrimci olma fikri nereden çıktı?


“Sanırım hastanede gördüklerim, buna neden oldu. Zengin ve fakirler arasındaki uçurumu, adaletsizliği hastane kuyruklarında beklerken fark etmiştim. Emekçiler, yoksullar sıralarda kavga ve gürültüyle hatta çırpınarak tedavi olmaya çalışılıyordu. Zenginler ise el üstünde tutuluyordu. Onlar kuyruğa dahi girmiyorlardı. İlkokula 1973’te başladım. Ailemde solcu yoktu. Ancak o yıllarda siyaset hayatın her alanında kendini göstermeye başlamıştı. 1978’de okulumuz da hareketlendi. Dışarıda verilen mücadele, ortaokula yansımıştı. Bahçede toplanıp sloganlar atıyor, marşlar söylüyorduk. Dün gibi hatırlarım.”


— Ya sonra?


Hastane, okul derken liseyi Mersin’de bitirdim. Ancak sağlığım elimi kolumu bağlıyordu. Üniversiteye 8 yıllık bir gecikmeyle gidebildim. Akdeniz Üniversitesi Büro Yönetimi ve Sekreterliği Bölümü’nü kazanınca soluğu Antalya’da aldım. Üniversite öncesinde, sekreterlik, tezgâhtarlık, anketörlük, broşür dağıtımı, tencere pazarlama… Birçok işe girdim, çıktım. Neyse… Üniversiteyi 2. sınıfta terk ettim. Yıl 1993’tü, Mersin’de Alınteri gazetesinin bürosu açılınca gazeteci olmaya karar verdim. İşçi sınıfının haberlerini yapıyordum, 1996’ya kadar bu büroda görev aldım. Alınteri gazetesinin Mersin temsilci oldum.”


— Peki cezaevi?


1997 yılında gözaltına alındım, işkenceli sorguların ardından tutuklandım. ‘TİKB örgütü üyesi’ olduğum iddiasıyla yargılandım. ‘Örgüt yöneticiliği’, ‘Akdeniz sorumlusu’ gibi gerekçelerle 18 yıl 9 ay ceza verdiler. Yaklaşık 10 yıl cezaevinde kaldım. TCK’nin ilgili maddesi, 2004 yılında değişti yoksa mahkûmiyet halim 15 yıl sürecekti. 2006 yılının ekim ayında cezaevinden çıktım.


— Hem hastalık hem de cezaevi, zor olmadı mı?


Öncelikle hastalığım daha da kötüleşti. Mersin Cezaevi’ndeki 10 günlük geçici konukluğumun ardından Adana Kürkçüler Cezaevi’ne nakledildim. Orada 5 ay kaldım. O dönem Adana, siyasi tutuklular için geçiş yeriydi. Konya DGM’nin kapatılıp Adana DGM’nin açılmasıyla, siyasi tutuklular Kürkçüler’e getirildi. Durumum gittikçe kötüleşiyordu. Kan grubum AB negatifti ve kolay bulunamıyordu. Kuvvetli bir kriz geçirdim. Balcalı Hastanesi, mahkûm hasta kabul etmediği için Ankara Ulucanlar’a sevkedildim. Sevk ise ayrı bir sorundu. 1998 yılında dışarıda ‘Filiz Gülkokuer’e Özgürlük’ diye bir kampanya başlatılmıştı. Kampanyadan dolayı gözaltına alınan ve ceza alan arkadaşlar oldu. Tedavisi mümkün olmayan hastalığım nedeniyle sayısız kez tahliyem için girişimlerde bulunuldu. Ama hep sonuçsuz kaldı. Üstelik doktorlar bu haliyle cezaevinde yaşayamaz demesine karşın… Tedavim için gerekli ilaçlar ise oldukça pahalıydı. İşçi emeklisi olan babam Selahattin Gülkokuer kendi imkânları, avukatlarım ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın yardımlarıyla ilaçları temin edebildi. Birçok ameliyatlar geçirdim. Dalağım ve safrakesem alındı. Komüncümüz, demiri öldürdüğü için çay, besleyici olduğu için de balık istetiyordu. Arkadaşlarım da bayram yapıyordu.”


— Ulucanlar’da 10 tutuklu ve hükümlünün öldürüldüğü olaylar sırasında orada mıydınız?


Evet, 3 yıl Ulucanlar Cezaevi’nde yattım. Ulucanlar, katliamını birebir yaşadım. Erkek arkadaşları, işkencehaneye çevrilen hamama almışlardı. Atılan gaz bombaları nedeniyle beni revire aldılar. Sağlık durumum kritik noktada olduğu için revirde doktorlar, bana bir şey olmasın diye koşturup duruyordu. Revirin köşesindeki küçük odada yani pansuman bölümünde tutuluyordum. Cezaevinin en merkezi yeri olan revir, askerlerin karargâhı haline getirilmişti. Telsiz konuşmasından katliam emrini bizzat duydum. ‘Ateş kullanın, 20, 30’u gözden çıkarın’ diyorlardı. Sonra kendimi kaybetmişim. Uyandığımda, ‘cesetleri buraya atın’, ‘bunları tanıyan bir gardiyan gelsin’ gibi konuşmaları duyunca kulak kabarttım. Habib Gül’ü (Nevzat Çiftçi), Abuzer Çat’ı, Halil Türker’i duydum. Arkadaşlarım katledilmişti. Kahroldum. Katliamın ardından 9 kadın bir ay hücrede tutulduk. Duvardan birbirimize su atıyorduk, toprağı kazıyıp top haline getiriyor ve gardiyanlara atıyorduk. Skeçler gülümsememizi sağlıyordu. Tombul bir arkadaşımızın gözlüğü kırılmıştı, el yordamıyla dolaşıyordu. Hali çok komikti. Hem o hem biz kahkahalar atıyorduk. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt ziyaretimize gelmişti. Bir arkadaşımız Pişkinsüt’ü unutmuş, teybi eline almış ve onunla konuşuyordu, ‘Çivili sopayla kafama kafama vurdular’ diye… Nasıl söylesem o an anlatılmaz, yaşınır…”


— 2’si asker 32 kişinin yaşamını yitirdiği 19 Aralık 2000 tarihli operasyonlar sırasında neredeydiniz?


Hiç kimsenin olmak istemeyeceği bir yerdeydim. Bayrampaşa Cezaevi Hastanesi’nde tedavi görüyordum. Baskın sırasında bizleri yataklara kelepçelediler, ayaklarımızdan da zincirlediler. Operasyon bitene kadar kelepçeler ve zincirler açılmadı, hiçbir ihtiyacımız giderilmedi, hastaların ilaçları verilmedi. Bomba ve silah tarama seslerini net olarak duyuyorduk. Saat 20.00 – 21.00’den sonra yaralı, yakılmış arkadaşlarımızı getirdiler. Hastanede hemşire ve doktor yoktu. Arkadaşlarımızın üstlerini çıkardığımızda birçoğunun sırtının, bacağının, omzunun yanık olduğunu gördük. Kıyafetleri yakmayan ama vücudu kavuran kimyasal maddeler kullanılmıştı. Arkadaşlarımızın saçları tutam tutam ellerimizde kalıyordu. Sonra Bayrampaşa Cezaevi Hastanesi, Bakırköy Çocuk ve Kadın Tutukevi ile Cerrahpaşa arasında mekik dokudum. 2003’te Bakırköy’e müdahale edilince, hücre tipi yaşamı öğreneceğim Gebze M Tipi Cezaevi’ne nakledildim. Gebze Cezaevi’ndeki ilk ayımda tekrar kriz geçirdim”


— Siz hücre tipi cezaevlerinde de kaldınız, koşullar nasıldı?

F tipleri, M tipleri derken birbirimizle iletişimimiz koptu. İlk zamanlarda mektuplarla birbirimizi bulduk. Şiir hatırlayanlar birbirlerine şiir gönderdi, öykü ve roman hatırlayanlar onları anlattı… Biz M tipinde 6 ve 12 kişilik hücrelerde kalıyorduk. Birbirimizle haberleşmek için hücreler arasında sesleniyorduk veya “havayolu”nu devreye sokuyorduk. Duvarlardan, mazgallardan da birbirimizle iletişim kurabiliyorduk. Yeni yöntemler geliştiriyorduk. Uzak hücrelere ulaşabilmek için sapan gibi aletler yapıyorduk. Sapan için çekçek sopasıyla don lastiklerini kullanıyorduk. Bununla bir bloğun başından sonuna top gönderebiliyorduk. Keşfedilen her yeni yöntem paylaşıldı ve cezaevi içinde duvarlarla bölünmüş bile olsak ortak bir yaşam kurulabildi. Eğlenceler düzenlemek, şarkı türkü söylemek, birlikte slogan atmak, eylemleri birlikte yapmak gibi…”

— 16 aydır dışarıdasınız, alıştınız mı?


Babam Selahattin Gülkokuer, benden bir yaş büyük ablam Feride ile birlikte Mersin’de kalıyor ilk işim onları ziyaret etmek oldu. İki yeğenim, Selva (Arapçada balta girmemiş orman demekmiş) ve Sefa. İkisi de üniversite öğrencisi… Onları, 12. 5 yıl sonra görebildim. Zaten içerdeyken de kafamız dışarıdaydı. Ancak şimdi sağlığım çok daha iyi… Yeniden Alınteri gazetesindeyim ve yine işçi haberleri yapıyorum.


Fotoğraf: Uğur Demir


Cumhuriyet Pazar Dergi / 02 Mart 2008

1 yorum:

Hancer dedi ki...

Sayin Alper bey bu haberi yazdiniz icin size tsk ederim sayenizde filiz ablamin yillar boyunca yasadiklarini ögrenmis oldum...

Ben ablami yaklasik 15 seneden beri görmüyorum ve onu cok özlüyorum gercekten sayenizde ama en azindan resmini görmüs oldum yillar sonra..

Ben Filiz Gülkokuer in almanya da yasiyan Amcasinin Kiziyim

Saygilarimla Melda Gülkokuer