2 Mayıs 2009 Cumartesi

Bir parça kemik ve toprak




Hanım Tosun 14 yıl önce kaybolan kocasının yasını tamamlayabilmek için ‘ölüme dair kanıt’ istiyor



Cumartesi Anneleri yine her cumartesi 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda toplanıyor. On yıl sonra yeniden başlayan eylemin nedeni, kayıpların faili JİTEM’in varlığının resmen kabul edilmesi, itirafçıların gösterdiği adreslerdeki kazılarda cesetlerin bulunması.


BERAT GÜNÇIKAN


Bir parça kemik, bir parça kumaş, bir kaşık toprak… Hanım Tosun’un bütün isteği bu. Çünkü ceset yoksa ölüm de yok. Hanım’ın on dört yıl önce kaybedilen kocasının yasını tamamlayabilmesi, onun ve çocuklarının hayata yeniden yüzlerini çevirebilmesi için ölüme dair bir kanıt gerek, kemik ya da kumaş… Diyarbakır ve Batman’daki araştırmaların sonuçlarıyla bir adım daha yaklaştığını umuyor kocasına… Belki bir gün bir itirafçı ya da tetikçi İstanbul’da da adresler gösterir diye düşünüyor. Belki… Şimdi, on yıl sonra yeniden her cumartesi Galatasaray’da diğer kayıp yakınlarıyla oturuyorsa, işte bu ihtimaller için.

Hanım Tosun’la tanışmamız 1996’nın ilk aylarına, kocasının kaybedilişinden üç dört ay sonrasına denk geliyor. Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinde ön sıralarda oturuyordu, elinde kocası Fehmi Tosun’un fotoğrafı, tedirgin ve huzursuz… Henüz bir yıldır İstanbul’daydı, kocası kaybedilene kadar Avcılar’daki evinin sokağından ötesine ayak değdirmemişti, ama şimdi neredeyse bütün bir kente karşı, oradaydı…
Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı, yüz elli haneli Licök’te doğmuş, büyümüş, evlenmişti Hanım. Şansı yaver gitmiş, sevdiği adamla nikâhı kıyılmış, beş de çocuk doğurmuştu, Ali, Besna, Jiyan, Bahoz ve Mazlum... Kayınpederinin düğün hediyesi verdiği bir karış toprağı ekip biçiyor, kimseye minnet etmeden yaşayıp gidiyorlardı. Ta ki, koruculuk yasası çıkana kadar.

İstanbul’a göç...
Licöklüler korucu olmayı reddettiler, kabul eden yakın köylerin korucularının olur olmadık saatlerde düzenledikleri baskınların, tehditlerin bir gün kesileceğini umdular. Durmadı. Bir baskında babası ve abisi öldürüldü. Fehmi’yle birlikte altı köylü gözaltına alındı, üç yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırıldı. Çünkü koruculuğu reddetmek, PKK’ye yataklık yapmak demekti. Fehmi salıverilince kendisinden ayrılmayı reddeden küçük oğlu Bahoz’la birlikte İstanbul’a göç etti. İş bulacak, ev tutacak, sonra Hanım’la diğer çocukları yanına alacaktı. Bir gece Licök yakıldı, köylüler topraklarından sürüldü. Hanım çocuklarını alıp Diyarbakır’a, kayınpederinin evine geldi, pamuk tarlalarında çalışmaya başladı. Korucular ve polis peşini bırakmayınca İstanbul’a gidişini hızlandırdı. Avcılar’da iki odalı bir eve yerleştiler. Fehmi, Ali ve Besna’yla pazarcılık yaptı, Hanım evini işliğe çevirdi, basketbol ve voleybol ağları ördü, gözlük kılıfları, takı keseleri işledi.

19 Ekim 1995 akşamı Fehmi eve dönmedi. Pazara uğramış, torbasını bırakıp gitmişti. Nerede arayacaklarını düşünürken bakkaldan dönen Besna’nın çığlığıyla balkona fırladılar. Tanımadıkları iki adam Fehmi’yi zorla beyaz Renault marka bir otomobile bindirmeye çalışıyordu. Ali babasının yardımına koştu, arabanın kapısını tuttu, ama saldırganlardan birinin “İyi öyleyse, sen de gel” demesi üzerine durdu. Korkmuştu.
Sokağın gençlerinden biri arabanın plakası almıştı, ama sahte çıktı. Polise, savcılığa yaptığı başvurulardan bir yanıt alamadı. Umudunu kesmedi. Yolunu diğer kayıp yakınlarıyla birleştirip, her cumartesi “Kayıplarımızı bulun” diye haykırdı. Kayıpların olduğu diğer ülkelerde yıllarca süren eyleme, polisin şiddet uygulaması ve tehditler üzerine ara verildi.

Uzun ve zor yıllar
Hanım AİHM’ye başvurdu, Türkiye tazminat ödemekle yükümlü tutuldu. Hanım para değil, kocasının akıbetini bilmek istiyordu, iki kez parayı reddetti. Üçüncü uyarıda “Almazsam daha çok üzülürüm belki” diye kabul etti. Küçük bir büfe açıp yaptığı börekleri sattı, ama kısa sürede zarar etmeye başladı. On yılda Hanım on yaş daha aldı, kırklı yaşlarının eşiğine geldi. Ali ve Besna’yı evlendirdi, iki torunu oldu. 1999 depreminden sonra bir yıl Diyarbakır’da akrabalarının arasında yaşamayı denedi, yoksulluklarına ortak oldu ama çocukları için gelecek İstanbul’daydı. Büyük çocuklar çalıştı, küçük çocuklar okutuldu. Babalarıyla ilgili konuşmak istemedi hiçbiri, çünkü her cümlede canları bir kez daha yanıyordu. Hanım babasının yokluğuna bir türlü alışamayan Bahoz’un gözyaşlarını dindirmeye ayırdı yıllarını. Uzun, anlatılması zor yıllardı. Sonunda yorgun kalbi tekledi, doğuştan olan bir kalp hastalığı gün yüzüne çıktı. Tek çözüm ameliyattı, olmadı, olamadı…

‘Bir çiçek bırakmak istiyorum’
Şimdi yeniden Galatasaray’da otururken, yüzü yılların acıyı dindirmeye yetmediğini belgeliyor, kaybın ölümden daha ağır, daha tesellisiz olduğunu. Kazılarda cesetler çıktıkça, insanın nasıl bu kadar vahşi olabildiğini soruyor, insanları öldürüp asit kuyularına atanların, attıranların vicdanını sorguluyor, öfkesiyle acısı sürekli yer değiştiriyor. “Yola çıktığımda ilk birkaç aydan sonra Fehmi’yi sağ bulma umudum kesildi” diyor “Yine de ona ait bir mezar taşı, bir kemik, bir kaşık toprağın peşindeyim. Ben onu bulmak, istediğim yere götürmek, oraya bir çiçek bırakmak istiyorum”.
Kendisi ve diğer kayıp yakınları Galatasaray’da otururken yürüyüp geçen, meraklı bakışlarını şöyle bir uzatıp çeken, bir adım sonra gördüğü bütün fotoğrafları ve sesleri unutanlara da bir çift sözü var Hanım’ın: “Tüm insanlara sesleniyorum. Eğer sizde vicdan varsa, şu olup biteni anlamaya çalışın. Biz yıllardır JİTEM, kontrgerilla var dedik, hiçbiriniz kabul etmediniz. Şimdi hepsi bir bir ortaya çıkıyor. Herkes buna inansın ki, gerçekler bir an önce ortaya serilsin. Devlet kendini temize çıkarmak istiyorsa İstanbul’da, Diyarbakır’da, ne kadar gizli mezar varsa adreslerini versin…”




Hiç yorum yok: