Hâkimler ardı ardına kalem kırıyor, yüzlerce tutuklu ölüm cezasına çarptırılıyor, toplumsal vicdan ise "Asmayıp da besleyelim mi" diye susturuluyordu. 12 Eylül, 50 kişinin idamıyla geçti tarihe. Ya asılmayı bekleyenler?.. Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu işte onları yazdı.
Alper Turgut
Sonu gelmez sorgu, işkence, operasyon, yasak ve tektip elbise dayatması... Cunta karanlığıyla 19 yaşındayken tanışan gazeteci Ertuğrul Mavioğlu cezaevlerinde üç, beş, on, on beş yıl geçirenlerin anlattıklarını bir araya getirirken aynı süreci bir daha yaşadı. 'Asılmayıp Beslenenler' darağacına 50 kişiyi yollayan cuntanın lideri Kenan Evren'in idamlarla ilgili "asmayıp da besleyecek miydik" sözlerine atıfta bulunuyor. Mavioğlu bir neslin 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşmasının yolunu aradığını söylüyor.
- Kitabınızın girişinde "Gadre uğratılmış gençliğiniz için devletten alacaklı kaldığınızı" belirtiyorsunuz. Gerçekten Türkiye 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşabilecek mi?
Eğer hesaplaşılsaydı o karanlık dönemin kurumları yaşamını sürdürmezdi. Cuntacıların yargılanmamak için kendilerini koruma altına aldıkları Anayasa'nın Geçici 15. maddesi 24 yıldır değiştirilemedi. Yüzlerce ölüme karşın bu insanlar yargı önüne çıkarılmamışsa 12 Eylül'ün dokunulmazlığı sürüyor demektir. Yüzlerce ölüyü bu toplum daha ne kadar taşıyacak? Onlarcası benim arkadaşımdı. Bu çalışma insan olmanın ve vicdanın ürünüdür.
- 'Asılmayıp Beslenenler'i yazmaya ne zaman karar verdiniz?
F tipi cezaevlerinin gündeme geldiği 2000 yılı başlarında karar verdim, çalışmalarım 'Hayata Dönüş' operasyonun ardından hız kazandı ve 4 yılda tamamlandı. 12 Mart'tan bugüne cezaevlerinin tarihsel panaromasını çizmeye çalıştım. Farklı kentlere giderek tanıklarla görüştüm. Aybastı, Fatsa, Tariş direnişini de kitabıma aldım. Metris, Mamak ve Diyarbakır başta olmak üzere birçok cezaevinde kalanlar, hapishane doktoruyken işkence görenler, cezaevi müdürüyken tutuklananlar ve yurtdışındaki cezaevlerinde tutulanlarla konuştum. Önce cezaevi psikoloğu sonra da TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olan Mehmet Bekaroğlu'nun görüşlerine başvurdum. Tanıklar arasında 1984 ölüm orucuna katılanlar ile son eylemde yaşamlarını yitirenler de vardı. Tanıkların anlatımları önce iyi geldi. Bir süre sonra insanların yaşadıklarını anımsayarak seslerinin titremesi ve ağlamaları bende de etkisini gösterdi. Bir travmaydı ve sırtıma yük olarak bindi. Gerçeğe bağlı kalmak için benim ve tanıkların duyguları karışmamalıydı. Bir yılı aşkın süre ara verdikten sonra kitabı bitirdim.
METRİS'İN SİBİRYASI...
- Cezaevlerindeki baskı uygulamaları sistematik miydi?
1980-1981 yıllarında Diyarbakır Askeri Cezaevi'nden birçok tabutun çıkması cuntacıları geri adım atmaya zorladı. Dünyaya tecrit ülkesi olarak yansımamız işlerine gelmedi. Ama 1983 Kasım seçimleri sonrasında 'demokrasiye geçiş yaptık' söylemiyle başlayan saldırılar 1984 yılı başlarında tektip dayatmasıyla doruk noktasına ulaştı. Ülke genelindeki bütün cezaevleri baskının uygulandığı merkezler haline geldi. İnsanların çırılçıplak bekletildiği, işkence, taciz, hatta tecavüz olaylarının yaşandığı süreç ise direnme perspektifiyle aşıldı. Bir dönem Metris'in Sibirya adı verilen bölümünde direnen sadece 30 kişi kaldı. Onların inadı direnişin kazanımlarla sonuçlanmasına yol açtı. Diyarbakır ve Mamak'ta da direnenler ve eylem yapanlar vardı. 12 Eylül'ün yarattığı itirafçılara karşın siyasi muhkûmlar bir bütün olarak kendi kimliklerini korudular.
- 12 Eylül dönemi hapishaneleriyle F tipi cezaevlerini karşılaştırabilir misiniz?
12 Eylül'ü yaratanlar önce Davutpaşa, Alemdağ, Selimiye benzeri kışladan bozma, koğuş tipi cezaevlerini kullandı. Bir süre sonra bundan vazgeçen cuntacıların isteğiyle önce E tipi ardından da özel tip hapishaneler yaratıldı. Bu da yetmedi 'tabutluk' olarak adlandırılan F tiplerinin prototipi olan Eskişehir Cezaevi'ne geçildi. F tiplerinin açılması toplumda oluşan olağanüstü duyarsızlık sonucu gerçekleşti. Ben ve kitapta yer alan birçok kişi, hücre, tecrit ve izolasyonun tanıklarıyız. Depolitizasyon (politikadan uzaklaştırma) ve dezpolitizasyonu (politik kimliğin bozulması) hedefleyen F tipi hücreleri, sanki birdenbire ortaya çıkmış cismani varlık, mükemmel bir proje gibi görmemek gerek.
12 EYLÜL'DEN F TİPİ'NE...
- Tecrit, izolasyon ve tretman (iyileştirme) programlarının Avrupa ve Amerika'dan devşirildiği anlaşılıyor...
Kontrgerilla uzmanları, Avrupa'daki cezaevlerini gezip daha sonra öğrendiklerini Türkiye'deki cezaevlerinde uyguladılar. Örneğin IRA üyelerinin tutulduğu İngiltere'deki Long Kesh Hapishanesi'nin H blokları, F tiplerine çok benziyor. İtalya'da Kızıl Tugaylar'ın, AImanya'da Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF), Belçika'da Doğrudan Eylem'in, İspanya'da ETA üyelerinin 'yüksek güvenlikli' cezaevlerinde maruz kaldıkları tecrit uygulamaları bize de yansıdı. Türkiye'deki cezaevlerinde hem mimari, hem de ideolojik açıdan saldırı başlatıldı. Ancak Türkiye'deki uygulamalar daha sofistike...Çünkü 12 Eylül deneyimini F tipine aktardılar.
- Toplumsal sessizlik cezaevlerini bugüne getirdi. Peki sizce dışarısı nasıl?
Cezaevlerindekileri toplumdan izole ettiler. Yaşamı hücreleştirdiler. Son yıllarda toplumsal muhalefetin gerilemesi nedeniyle bir kısım aile dışında kimse tepki gösteremiyor. Yıldırım Türker'in dediği gibi artık 'toplum müebbet bir körlüğü yaşıyor'. Ben de aylarca hücrede kaldım. Bir süre sonra sinir sistemi dayanmaz hale geliyor. Zamanla içine kapanmaya başlıyor, yaşadığın olumsuzlukları iradenle yeniyorsun. Tecrit çıldırtmak için vardır. İnsan toplumsal bir varlık. Onları toplumdan koparıp 'bilimsel çalışmalar' doğrultusunda soyutluyor ve hücrelere yerleştiriyorsunuz. Geçenlerde bir arkadaşımdan duydum. F tipi cezaevinde lider konumunda gördükleri bir tutuklunun hücresinin tepesinde 15 saat iş makinası çalıştırıyorlar. Böylelikle seni uykusuzluktan, yorgunluktan çıldırtma noktasına getiriyorlar. Aynı Çin işkencesinde olduğu gibi... Yanı başlarındaki vahşete gözlerini kapatıp Ebu Garib Cezaevi'nde yaşananlara ses çıkartanları ise dürüst bulmuyorum. Irak'ta meydana gelen olaylar da Türkiye cezaevlerinde yaşananlar da küresel vahşettir.
Cumhuriyet Pazar Dergi / 06-06-2004
Alper Turgut
Sonu gelmez sorgu, işkence, operasyon, yasak ve tektip elbise dayatması... Cunta karanlığıyla 19 yaşındayken tanışan gazeteci Ertuğrul Mavioğlu cezaevlerinde üç, beş, on, on beş yıl geçirenlerin anlattıklarını bir araya getirirken aynı süreci bir daha yaşadı. 'Asılmayıp Beslenenler' darağacına 50 kişiyi yollayan cuntanın lideri Kenan Evren'in idamlarla ilgili "asmayıp da besleyecek miydik" sözlerine atıfta bulunuyor. Mavioğlu bir neslin 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşmasının yolunu aradığını söylüyor.
- Kitabınızın girişinde "Gadre uğratılmış gençliğiniz için devletten alacaklı kaldığınızı" belirtiyorsunuz. Gerçekten Türkiye 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşabilecek mi?
Eğer hesaplaşılsaydı o karanlık dönemin kurumları yaşamını sürdürmezdi. Cuntacıların yargılanmamak için kendilerini koruma altına aldıkları Anayasa'nın Geçici 15. maddesi 24 yıldır değiştirilemedi. Yüzlerce ölüme karşın bu insanlar yargı önüne çıkarılmamışsa 12 Eylül'ün dokunulmazlığı sürüyor demektir. Yüzlerce ölüyü bu toplum daha ne kadar taşıyacak? Onlarcası benim arkadaşımdı. Bu çalışma insan olmanın ve vicdanın ürünüdür.
- 'Asılmayıp Beslenenler'i yazmaya ne zaman karar verdiniz?
F tipi cezaevlerinin gündeme geldiği 2000 yılı başlarında karar verdim, çalışmalarım 'Hayata Dönüş' operasyonun ardından hız kazandı ve 4 yılda tamamlandı. 12 Mart'tan bugüne cezaevlerinin tarihsel panaromasını çizmeye çalıştım. Farklı kentlere giderek tanıklarla görüştüm. Aybastı, Fatsa, Tariş direnişini de kitabıma aldım. Metris, Mamak ve Diyarbakır başta olmak üzere birçok cezaevinde kalanlar, hapishane doktoruyken işkence görenler, cezaevi müdürüyken tutuklananlar ve yurtdışındaki cezaevlerinde tutulanlarla konuştum. Önce cezaevi psikoloğu sonra da TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olan Mehmet Bekaroğlu'nun görüşlerine başvurdum. Tanıklar arasında 1984 ölüm orucuna katılanlar ile son eylemde yaşamlarını yitirenler de vardı. Tanıkların anlatımları önce iyi geldi. Bir süre sonra insanların yaşadıklarını anımsayarak seslerinin titremesi ve ağlamaları bende de etkisini gösterdi. Bir travmaydı ve sırtıma yük olarak bindi. Gerçeğe bağlı kalmak için benim ve tanıkların duyguları karışmamalıydı. Bir yılı aşkın süre ara verdikten sonra kitabı bitirdim.
METRİS'İN SİBİRYASI...
- Cezaevlerindeki baskı uygulamaları sistematik miydi?
1980-1981 yıllarında Diyarbakır Askeri Cezaevi'nden birçok tabutun çıkması cuntacıları geri adım atmaya zorladı. Dünyaya tecrit ülkesi olarak yansımamız işlerine gelmedi. Ama 1983 Kasım seçimleri sonrasında 'demokrasiye geçiş yaptık' söylemiyle başlayan saldırılar 1984 yılı başlarında tektip dayatmasıyla doruk noktasına ulaştı. Ülke genelindeki bütün cezaevleri baskının uygulandığı merkezler haline geldi. İnsanların çırılçıplak bekletildiği, işkence, taciz, hatta tecavüz olaylarının yaşandığı süreç ise direnme perspektifiyle aşıldı. Bir dönem Metris'in Sibirya adı verilen bölümünde direnen sadece 30 kişi kaldı. Onların inadı direnişin kazanımlarla sonuçlanmasına yol açtı. Diyarbakır ve Mamak'ta da direnenler ve eylem yapanlar vardı. 12 Eylül'ün yarattığı itirafçılara karşın siyasi muhkûmlar bir bütün olarak kendi kimliklerini korudular.
- 12 Eylül dönemi hapishaneleriyle F tipi cezaevlerini karşılaştırabilir misiniz?
12 Eylül'ü yaratanlar önce Davutpaşa, Alemdağ, Selimiye benzeri kışladan bozma, koğuş tipi cezaevlerini kullandı. Bir süre sonra bundan vazgeçen cuntacıların isteğiyle önce E tipi ardından da özel tip hapishaneler yaratıldı. Bu da yetmedi 'tabutluk' olarak adlandırılan F tiplerinin prototipi olan Eskişehir Cezaevi'ne geçildi. F tiplerinin açılması toplumda oluşan olağanüstü duyarsızlık sonucu gerçekleşti. Ben ve kitapta yer alan birçok kişi, hücre, tecrit ve izolasyonun tanıklarıyız. Depolitizasyon (politikadan uzaklaştırma) ve dezpolitizasyonu (politik kimliğin bozulması) hedefleyen F tipi hücreleri, sanki birdenbire ortaya çıkmış cismani varlık, mükemmel bir proje gibi görmemek gerek.
12 EYLÜL'DEN F TİPİ'NE...
- Tecrit, izolasyon ve tretman (iyileştirme) programlarının Avrupa ve Amerika'dan devşirildiği anlaşılıyor...
Kontrgerilla uzmanları, Avrupa'daki cezaevlerini gezip daha sonra öğrendiklerini Türkiye'deki cezaevlerinde uyguladılar. Örneğin IRA üyelerinin tutulduğu İngiltere'deki Long Kesh Hapishanesi'nin H blokları, F tiplerine çok benziyor. İtalya'da Kızıl Tugaylar'ın, AImanya'da Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF), Belçika'da Doğrudan Eylem'in, İspanya'da ETA üyelerinin 'yüksek güvenlikli' cezaevlerinde maruz kaldıkları tecrit uygulamaları bize de yansıdı. Türkiye'deki cezaevlerinde hem mimari, hem de ideolojik açıdan saldırı başlatıldı. Ancak Türkiye'deki uygulamalar daha sofistike...Çünkü 12 Eylül deneyimini F tipine aktardılar.
- Toplumsal sessizlik cezaevlerini bugüne getirdi. Peki sizce dışarısı nasıl?
Cezaevlerindekileri toplumdan izole ettiler. Yaşamı hücreleştirdiler. Son yıllarda toplumsal muhalefetin gerilemesi nedeniyle bir kısım aile dışında kimse tepki gösteremiyor. Yıldırım Türker'in dediği gibi artık 'toplum müebbet bir körlüğü yaşıyor'. Ben de aylarca hücrede kaldım. Bir süre sonra sinir sistemi dayanmaz hale geliyor. Zamanla içine kapanmaya başlıyor, yaşadığın olumsuzlukları iradenle yeniyorsun. Tecrit çıldırtmak için vardır. İnsan toplumsal bir varlık. Onları toplumdan koparıp 'bilimsel çalışmalar' doğrultusunda soyutluyor ve hücrelere yerleştiriyorsunuz. Geçenlerde bir arkadaşımdan duydum. F tipi cezaevinde lider konumunda gördükleri bir tutuklunun hücresinin tepesinde 15 saat iş makinası çalıştırıyorlar. Böylelikle seni uykusuzluktan, yorgunluktan çıldırtma noktasına getiriyorlar. Aynı Çin işkencesinde olduğu gibi... Yanı başlarındaki vahşete gözlerini kapatıp Ebu Garib Cezaevi'nde yaşananlara ses çıkartanları ise dürüst bulmuyorum. Irak'ta meydana gelen olaylar da Türkiye cezaevlerinde yaşananlar da küresel vahşettir.
Cumhuriyet Pazar Dergi / 06-06-2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder