'12 Eylül Hesaplaşması'nın ikinci kitabı 'Apoletli Adalet'in yazarı Ertuğrul Mavioğlu
Tanıklar anlattı, ben yazdım...
Alper Turgut
Kendisi de cunta mağduru olan gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, "12 Eylül Hesaplaşması" üçlemesinin ikinci kitabı olan "Apoletli Adalet"te, "toplumun dokusuna işlemiş olan haksızlıkların kökenlerini", yani 12 Eylül hukukunu masaya yatırıyor. Neredeyse çeyrek asırdır süren Devrimci Sol Ana Davası'nda yargılanan ve davanın geçen günlerde görülen duruşmasında, mahkeme heyetine Babil Yayınları'ndan çıkan "Apoletli Adalet"i sunan Mavioğlu ile cunta hukukunu konuştuk.
-Cuntacıların yargılanmasını engelleyen meşhur geçici 15. madde kaldırılabilecek mi sizce?
Kenan Evren ve diğer suç ortaklarının yargılanmasını engelleyen asıl olgunun, geçici 15. madde değil, toplumsal irade eksikliği olduğunu düşünüyorum. Cuntacıların yargılanması talebi, dar bir kesimin talebi olmaktan çıkıp, geniş yığınlara mal olursa, bu dalgayı durdurmaya ne geçici 15. madde ne de başka bir silahlı ya da silahsız güç yeter.
YETER Kİ GÜÇLÜ İRADE OLSUN...
-Peki cuntacılar yargılanmadan YÖK ve 1982 Anayasası gibi 12 Eylül'ün izleri silinebilir mi?
Cuntacıların yargılanabilir olması, içeriye ışığın girebilmesi için şart olan yeni bir pencerenin açılması gibidir. Bu pencere açıldıktan sonra gerisi elbette ki gelecek. YÖK de kalkar, yargı anlayışı da değişir, Anayasa da bu kez daha iyisi yapılmak üzere rafa kalkar. Dediğim gibi, yeter ki bu konuda güçlü bir irade olsun.
-12 Eylül döneminde açılan toplu davalar hâlâ sürüyor. Siz de cuntanın bir mağduru olarak yargılanıyorsunuz. Toplu davaların uluslararası hukuka taşınması konusunda ne düşünüyorsunuz?
12 Eylül 1980 sonrasında açılan Devrimci Yol ve Devrimci Sol davaları 24 yıl geçmesine rağmen hâlâ bitirilemedi. Özellikle Devrimci Yol davasında bazı sanıklar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurup "uzun yargılama" nedeniyle tazminat almaya hak kazandılar. Geçen yıl Devrimci Sol davasında da buna benzer bir girişim vardı. Ben tüm yaşadığım haksızlıklara ve adaletsizliğe karşın, davamı AİHM'ye taşımayı düşünmüyorum. Çünkü Avrupa'dan gelecek adaletin Türkiye'deki yaraları sarmaya muktedir olduğuna inanmıyorum. AİHM'den adam başı 15 bin Avro gibi bir tazminat alıp onlara "hapiste uzun seneler yatırdık ama karşılığında parasını da ödedik" deme fırsatı tanımak yerine hesabı açık tutmakta fayda görüyorum.
-"Apoletli Adalet" ne kadar sürede oluştu, yazma sürecinde nelere dikkat ettiniz?
Aslında her kitap eksiktir. Ne kadar çok çalışırsanız çalışın eksiklikleri hissedersiniz. "Asılmayıp Beslenenler" yaklaşık dört yılda tamamlandığında bana göre hâlâ eksikti. Ama diğer yandan vermek istediğim mesajların tümünü verebildiğim için gerçekte tamamlanmıştı. Yaklaşık bir buçuk yıllık çalışma sonucunda "Apoletli Adalet"i tamamladım ve önceden planladığım gibi tam 12 Eylül 2005 günü, yani cuntanın 25. yılında çıkardım.
-Sanık, avukat, savcı ve hâkim... 12 Eylül'ün hukukunu gözler önüne serebilmek için kaç kişiyle görüştünüz ve bu anlatımlar içinde sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Hedefim 12 Eylül'ün 25. yılında 25 tanığı konuşturmaktı. Ama 23'te kaldı. İki tanık tüm çabalarıma karşın, bildiklerinin kendilerinde kalması konusunda ısrarlı oldular. Tüm tanıkların bende bıraktığı birtakım önemli izler var. Örneğin kitaba ilk konuşmacı olarak 12 Eylül yıllarında avukatlığımı yapan babam İbrahim Mavioğlu'nu aldım. Onun 1950'li yılların başında öldürülen kaçakçıların dosyalarıyla ilgili takipsizlik kararı vermeyi reddetmesi çok etkileyicidir. Avukat Nihat Toktay'ın Erdal Eren ile son kez kucaklaşmasını anlatırken söylediği, "Son kez öpüştüğümüzde sakalları bile çıkmamıştı daha. Sarı sarı tüyler vardı yüzünde" cümlesi beni fazlasıyla duygulandırdı.
-Peki, ilk kez sizin ulaştığınız bilgiler oldu mu?
12 Eylül arifesinde İstanbul Sıkıyönetim Başsavcısı olarak görev yapan Refik Karaa'nın toplu davaların Genelkurmay'da yapılan bir toplantıda verilen emir üzerine açıldığını anlatması bu kitabın şansıdır. 12 Eylül sonrasında Askeri Yargıtay'da görevli hâkim MD'nin Bahçelievler katliamı davasının dosyasından Abdullah Çatlı'ya ait yakalama tutanağının çalındığını ortaya çıkardığına ilişkin anlatımı da ilk kez bu kitapta dile getirildi. 12 Eylül'ün ilk yıllarında Diyarbakır'da sıkıyönetim savcısı olarak görev yapan Ümit Kardaş'ın, kolorduda yapılan işkencelerin 200 metre ilerideki binadan hâkimler, savcılar ve adli müşavir tarafından duyulduğunu, ama herkesin sanki hiçbir şey yokmuş gibi işine gücüne devam ettiğini anlatması, 12 Eylül adaletinin özet anlatımı gibi.
-"12 Eylül Hesaplaşması" adı altında bir üçleme planladığınızı açıkladınız, "Asılmayıp Beslenenler" ve "Apoletli Adalet"in ardından son kitapta neler yer alacak?
Son kitap, 12 Eylül'ün dejenere ettiği, depolitize ettiği sosyal doku üzerine. Geçmişin "kurtarılmış bölgeler"inin bugün ne durumda olduğunu merak etmez misiniz?
Cumhuriyet Pazar Dergi / 02-10-2005
Alper Turgut
Kendisi de cunta mağduru olan gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, "12 Eylül Hesaplaşması" üçlemesinin ikinci kitabı olan "Apoletli Adalet"te, "toplumun dokusuna işlemiş olan haksızlıkların kökenlerini", yani 12 Eylül hukukunu masaya yatırıyor. Neredeyse çeyrek asırdır süren Devrimci Sol Ana Davası'nda yargılanan ve davanın geçen günlerde görülen duruşmasında, mahkeme heyetine Babil Yayınları'ndan çıkan "Apoletli Adalet"i sunan Mavioğlu ile cunta hukukunu konuştuk.
-Cuntacıların yargılanmasını engelleyen meşhur geçici 15. madde kaldırılabilecek mi sizce?
Kenan Evren ve diğer suç ortaklarının yargılanmasını engelleyen asıl olgunun, geçici 15. madde değil, toplumsal irade eksikliği olduğunu düşünüyorum. Cuntacıların yargılanması talebi, dar bir kesimin talebi olmaktan çıkıp, geniş yığınlara mal olursa, bu dalgayı durdurmaya ne geçici 15. madde ne de başka bir silahlı ya da silahsız güç yeter.
YETER Kİ GÜÇLÜ İRADE OLSUN...
-Peki cuntacılar yargılanmadan YÖK ve 1982 Anayasası gibi 12 Eylül'ün izleri silinebilir mi?
Cuntacıların yargılanabilir olması, içeriye ışığın girebilmesi için şart olan yeni bir pencerenin açılması gibidir. Bu pencere açıldıktan sonra gerisi elbette ki gelecek. YÖK de kalkar, yargı anlayışı da değişir, Anayasa da bu kez daha iyisi yapılmak üzere rafa kalkar. Dediğim gibi, yeter ki bu konuda güçlü bir irade olsun.
-12 Eylül döneminde açılan toplu davalar hâlâ sürüyor. Siz de cuntanın bir mağduru olarak yargılanıyorsunuz. Toplu davaların uluslararası hukuka taşınması konusunda ne düşünüyorsunuz?
12 Eylül 1980 sonrasında açılan Devrimci Yol ve Devrimci Sol davaları 24 yıl geçmesine rağmen hâlâ bitirilemedi. Özellikle Devrimci Yol davasında bazı sanıklar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurup "uzun yargılama" nedeniyle tazminat almaya hak kazandılar. Geçen yıl Devrimci Sol davasında da buna benzer bir girişim vardı. Ben tüm yaşadığım haksızlıklara ve adaletsizliğe karşın, davamı AİHM'ye taşımayı düşünmüyorum. Çünkü Avrupa'dan gelecek adaletin Türkiye'deki yaraları sarmaya muktedir olduğuna inanmıyorum. AİHM'den adam başı 15 bin Avro gibi bir tazminat alıp onlara "hapiste uzun seneler yatırdık ama karşılığında parasını da ödedik" deme fırsatı tanımak yerine hesabı açık tutmakta fayda görüyorum.
-"Apoletli Adalet" ne kadar sürede oluştu, yazma sürecinde nelere dikkat ettiniz?
Aslında her kitap eksiktir. Ne kadar çok çalışırsanız çalışın eksiklikleri hissedersiniz. "Asılmayıp Beslenenler" yaklaşık dört yılda tamamlandığında bana göre hâlâ eksikti. Ama diğer yandan vermek istediğim mesajların tümünü verebildiğim için gerçekte tamamlanmıştı. Yaklaşık bir buçuk yıllık çalışma sonucunda "Apoletli Adalet"i tamamladım ve önceden planladığım gibi tam 12 Eylül 2005 günü, yani cuntanın 25. yılında çıkardım.
-Sanık, avukat, savcı ve hâkim... 12 Eylül'ün hukukunu gözler önüne serebilmek için kaç kişiyle görüştünüz ve bu anlatımlar içinde sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Hedefim 12 Eylül'ün 25. yılında 25 tanığı konuşturmaktı. Ama 23'te kaldı. İki tanık tüm çabalarıma karşın, bildiklerinin kendilerinde kalması konusunda ısrarlı oldular. Tüm tanıkların bende bıraktığı birtakım önemli izler var. Örneğin kitaba ilk konuşmacı olarak 12 Eylül yıllarında avukatlığımı yapan babam İbrahim Mavioğlu'nu aldım. Onun 1950'li yılların başında öldürülen kaçakçıların dosyalarıyla ilgili takipsizlik kararı vermeyi reddetmesi çok etkileyicidir. Avukat Nihat Toktay'ın Erdal Eren ile son kez kucaklaşmasını anlatırken söylediği, "Son kez öpüştüğümüzde sakalları bile çıkmamıştı daha. Sarı sarı tüyler vardı yüzünde" cümlesi beni fazlasıyla duygulandırdı.
-Peki, ilk kez sizin ulaştığınız bilgiler oldu mu?
12 Eylül arifesinde İstanbul Sıkıyönetim Başsavcısı olarak görev yapan Refik Karaa'nın toplu davaların Genelkurmay'da yapılan bir toplantıda verilen emir üzerine açıldığını anlatması bu kitabın şansıdır. 12 Eylül sonrasında Askeri Yargıtay'da görevli hâkim MD'nin Bahçelievler katliamı davasının dosyasından Abdullah Çatlı'ya ait yakalama tutanağının çalındığını ortaya çıkardığına ilişkin anlatımı da ilk kez bu kitapta dile getirildi. 12 Eylül'ün ilk yıllarında Diyarbakır'da sıkıyönetim savcısı olarak görev yapan Ümit Kardaş'ın, kolorduda yapılan işkencelerin 200 metre ilerideki binadan hâkimler, savcılar ve adli müşavir tarafından duyulduğunu, ama herkesin sanki hiçbir şey yokmuş gibi işine gücüne devam ettiğini anlatması, 12 Eylül adaletinin özet anlatımı gibi.
-"12 Eylül Hesaplaşması" adı altında bir üçleme planladığınızı açıkladınız, "Asılmayıp Beslenenler" ve "Apoletli Adalet"in ardından son kitapta neler yer alacak?
Son kitap, 12 Eylül'ün dejenere ettiği, depolitize ettiği sosyal doku üzerine. Geçmişin "kurtarılmış bölgeler"inin bugün ne durumda olduğunu merak etmez misiniz?
Cumhuriyet Pazar Dergi / 02-10-2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder