15 Temmuz 2010 Perşembe

KARADENİZ’İN AYDINLIK YÜZLERİ KONUŞUYOR





GÜLŞEN İŞERİ



Son yıllarda Güney Doğu’dan Karadeniz’e fındık toplamaya giden mevsimlik işçilere psikolojik baskı uygulanaduruyordu. Buna rağmen, çileli yolculuklarına devam ettiler, bazen kamyon kasalarında, bazen tuttukları araçla… Bazen bu çileli yol onlara mezar oldu. Ama yine de devam ettiler yol almaya. Her yıl fındık mevsimi geldiğinde, bizlerde onlarla yol aldık… Bazı yıllarda Diyarbakır’dan trenle Giresun’a gittiğimizde, Kürt işçilerle birlikte ne kadar mutluyduk. Adapazarı-Düzce’deki fındık bahçelerinde Çerkezlerle bir arada yaşayan, Kürt işçilerle röportaj yaparken… Arifiye Tren İstasyonu’nda denk geldiğimiz mevsimlik işçilerle hasbıhal ederken... Bu sene de Güneydoğu’dan bir trene binip işçilerle Ordu’ya gitmek ne güzel olacaktı. O hasatı güle oynaya kaldırıp, “Lazlar, Kürtlerin deniz görmüşüdür...” deyimiyle kahkaha atacaktık… Atar mıyız yine?



Haftalardır Güneydoğu’dan Karadeniz’e üç kuruş için mevsimlik işçi olarak fındık toplamaya gidenlere bu yıl yine bir ambargo uygulanıyor; Kürt kimliklerinden dolayı! Ne acı değil mi? Belki de pek çoğunuzun haberi yok, oysa son yıllarda can yakıcı ve ne yazık ki iç acıtan bir mesele olmaya başladı mevsimlik işçilerin durumu.
Duyduk, okuduk ki Devlet erkânı bir araya gelmiş Giresun’da, (5 Mayıs 2010) (İstanbul, Dersim, Sivas ve Bingöl’den emniyet, istihbarat ve askerî yetkililerinin yanı sıra, Amasya, Sivas, Giresun, Ordu, Gümüşhane ve Tokat illerinin üst düzey askerî ve sivil yetkilileri) ‘PKK Zirvesi’ yapılmış, hazır bunu konuşurken de, mevsimlik işçilerin durumunu da masaya yatırıp bir dizi karar çıkartılmış! Karadeniz bölgesine girecek Kürt işçilerin sıkı kontrol altına alınması, Karadeniz’e girmeyi başaran işçilerin ise fişleneceği vs vs…



Bu karar Karadenizlilerin kararı mı? Hayır. Onlar bu yılki fındığı da birlikte paylaşmak istiyorlar. Emeği bölüşmek, kardeşlik tohumlarını pekiştirmek istiyorlar… Peki, ‘açılım’ diyerek bölücük tohumu ekenler, siz gerçekten ne istiyorsunuz?
Karadeniz’in aydınları, sanatçıları, yazarları, fındık üreticileri 2007 yılında nasıl ki İsmail Türüt’ün ‘Plan Yapmayın Plan’ şarkısına tepki gösterip Ermeni kardeşlerine sahip çıktılarsa, Hrant Dink’e sahip çıktılarsa, bu kez de yıllardır kardeşçe yaşadıkları Kürt kardeşlerine sahip çıkıyorlar. Çünkü Karadenizliler halkların kardeşliğinden yanalar, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Gürcüler, Lazlar, Çerkezler ve Megrellerin binlerce yıldır birlikte yaşadığı bu topraklarda ‘bu bölücük tohumunu’ ektirmemeye kararlılar…



Tabii tüm gelişmeler olurken Kürtlerin de kırgınlığı vardı… Şeyhmus Diken; (20 Haziran 2010 BirGün) Karadeniz’e Git(me)mek! başlıklı yazısında dile getirmişti bu kırgınlığını: “Fındığınızı siz yiyin, içi de kabuğu da sizin olsun...” dedi… Diken yazısında bir de soru sormuştu: “Acaba bir finduğin içuni, yar senden ayri yemem" diyen Laz uşakları ne diyeceklerdi bu ‘güvenlik gerekçeli’ devlet politikasına?” İşte Diken’in bu sorusuna yanıtlar Karadenizli aydınlardan geldi bile… Önce Karadenizli Dilek Dindar, BirGün’de yazdığı (29 Haziran 2010) ‘Kürtçe Dido Nana söylemek zamanı’ başlıklı yazısıyla biz hepimiz kardeşiz diyordu…



Sonra tepkiler arttı ve Karadenizli aydın, sanatçı, yazar… Kaygılarını dile getirdiler. Bu süreci hızlandıran Dilek Dindar, Karadenizli, aydın, sanatçı ve yazarlarla ortak bir deklarasyon yayınlayacaklarını dile getirdi. Dindar süreci anlattı; aydın, sanatçı ve yazarlar “bir finduğin içuni yar senden ayri yemem” dedi…


Mircan Kaya Müzisyen / İnsanız, insanlık öldü mü?


Otuz altı yüzyıl kadar önce, Babil’in kurucusu Hammurabi güçlülerin güçsüzlere haksızlık yapmasını önlemek için adaleti ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Musa, Firavun’un karşısına çıkıp insanların kendilerine sahip çıkma hakkını talep etmişti.
12 Eylül 1980’de devlet Kürt halkına savaş ilan etmişti, yok sayarak. İleri yıllarda ise, dönemin iktidarı Kürt realitesini tanıdığını ilan ederek Kürt halkına kendi olabilmek hakkını sözde geri verdi. O vakte kadar ise Kürt lafı etmek bile mümkün değildi. Bütün çocukluk ve genç kızlık yıllarım boyunca çevremin bana enjekte ettiği bir düşünce vardı. Türk dışında herhangi bir kimlik (Kürt, Poşa-Ermeni, Laz, Gürcü vs. farketmez) aşağı sınıftan insanları temsil ediyordu. Yaşadığım şehirdeki Kafkas Ermeni çingeneleri olan Poşalar toplumun iyice dışında yaşarlar, gündüzleri ikinci sınıf hizmetlerde çalışırlar (temizlikçilik, kalaycılık, hademe vs.), akşamları ise Kafkas dağlarının tepesine çekilirlerdi. Kürt oldukları halde bunu saklayan çok değerli arkadaşlarım oldu.


İktidar (hangisi olduğu önemli değil) pintice verdiği hakları bir taraftan kendine bağımlı kılarak, bu toplumu teşkil eden halklara verdiğinden fazlasını talep ederek veya fazlasından yoksun bırakarak toplumu kendisi bölmüştür. Türk ulus bilincinin yaratılmasının temelinde aşırı pompalanmış bir milliyetçilik ve bunun kaçınılmaz sonucu olan ayrımcılık yatar.

Özgür olmak, kendini kendi gibi ifade etmek, kendi olarak var olmak hakları ellerinden alınmış insanlar iktidarın yarattığı dolaylı şiddette karşı kaçınılmaz olarak şu ya da bu biçimde karşı koyarlar. İnsana bağlı olduğu halde insanı unutan hiçbir sistem ayakta duramaz, eninde sonunda başarısızlığa uğrar.


Peki ya Doğu Karadeniz insanına ne oluyor? Bu aşırı milliyetçi ve kör tavır nasıl açıklanabilir? Bölge halkının bilinci tevekkül ve konformizmle körelmiş durumda. Bana dokunmayan bin yaşasın zihniyeti bölge halkını iktidarın kollarında pışpışlatmaktadır. Eğer bu insanlar Laz ise ben değilim. Eğer bu insanlar Gürcü ise ben değilim. Ben insanım. Dedem yanında çalıştırdığı Kürt aileyi toprak sahibi yapmıştı. Ben onlarla büyüdüm. Hepimiz önce insanız. Kadın, erkek, işçi, yabancı, yurttaş, mülteci, Kürt, Türk, Laz, Gürcü, Ermeni vs. vs. gibi kategorilere indirgenmeden önce insanız! İnsanlık öldü mü?


Yılmaz Okumuş Mizah yazarı / İnsan kardeşini dışlar mı?

Valİlİk ve emniyet yetkilileri belli ki Nazilerden kopya çekiyor. Korkum şudur; bu uygulanan ambargoyu yeterli bulmayıp Kürt vatandaşların kapılarına çarpı işareti koymaya kalkabilirler.


Egemenler bazen “Asırlardır bir arada kardeşçe yaşadık” derler Kürtler için.
Eğer biz iddia ettiğiniz gibi Kürtlerle kardeşsek, kardeşlerimizin Karadeniz’de çalışmasına neden engel oluyorsunuz? İnsan kardeşini dışlar mı?
Bu kararınızla, düşmanlık tohumlarına elverişli bir ortam hazırladığınızın ve o tohumları gübrelediğinizin farkında mısınız?

Tut ki kışkırtmaya hazır vaziyette hassas! Birkaç Karadenizli vatandaşımız, “Kürtleri

Karadeniz’de istemezük” dedi... Peki siz devlet olarak niye onları pışpışlıyorsunuz? Mevsimlik Kürt işçilerini çalıştırmak isteyen, aldığınız bu karara karşı çıkan yüzbinlerce Karadenizli var, onların sesini neden duymuyorsunuz? Niye bütün çözümleriniz bu hassas vatandaşların isteği doğrultusunda oluyor? Orada kimse var mı?

Mehmet Gümüş Müzisyen / Kürtlerle birlikte biz de inciniyoruz

Her fındık mevsiminde bu ırkçı ve şoven yaklaşımlara tanık oluyoruz. Bu yaklaşımlar önce halk arasında yaygınlaştırıyor, sonra da resmî ağızlardan dillendiriliyor. Ne yazık ki çoğu zaman bu yaklaşımların merkezinde devlet yöneticileri oluyor. Kürt vatandaşlarımız inciniyor, aşağılanıyor; onlarla birlikte bizlerde inciniyoruz. Hepimizin içi acıyor. Hem hamasi söylemlerle devlet bütünlüğünden vs’den söz edeceksiniz, hem de ayrımcılığın, ötekileştirmenin, dışlamanın zemini hazırlayacaksınız. Böylece “Terörü önleme”nin bir yolu olarak kendi vatandaşınıza Kırmızı Kart göstermeyi düşüneceksiniz; Urfa’dan gelip Ordu’ya , Giresun’a, Trabzon’a giremezsiniz diyerek. Bu ve benzeri yaklaşımların Kürt Sorunu’nun çözümüne hiçbir katkı sunmadığını herkes biliyor aslında. Bırakın katkı sunmayı, sorunu derinleştiren yaklaşımlar bunlar. Bu dezenformasyondan etkilenen ve konunun özünü göremeyen kimi insanlarımızı ayrı tutarak sunu söyleyebilirim ki; bu yaklaşımı savunan ve servis edenler bu ülkenin bu tür sorunlarla birlikte yaşamasını isteyenlerdir bence. Bu sorunun çözümünden rahatsız olanlardır, çıkarları zedelenenlerdir.


Yıllardır Karadeniz’de Kürt vatandaşlarımız fındık topladı. Hangi sorun yaşandı? Hangi olay çıktı? Kime ne zararları oldu? Ben fındık üreticisi Ordulu bir sanatçı olarak yıllardır fındığın Kürt vatandaşlarımızın toplamasından hiçbir sıkıntı duymuyorum.
Ülkemizde dostluğun, kardeşliğin , barışın , sevginin ve birlikte yaşama arzusunun yaşam biçimine dönüşmesini isteyen herkes bu anlayışa karşı çıkmalıdır. Bizleri ayrıştıran anlayışları değil, birleştiren anlayışları savunmalıyız.


Niyazi Koyuncu Müzisyen / Emeği de fındığı da paylaşacağız

Böyle bir idea olması bile tamamen utanç verici bir durum. Güney doğudan iş ve ekmek için gelen Kürt kardeşlerimize konulmaya çalışılan ambargoyu kınıyorum. Bu tamamen insanlık dışı ırkçı şovenist bir yaklaşımdır…
Bu kararı alan ya da almaya çalışan yöneticilerdir. Karadeniz’de yaratmaya çalıştıkları halkları birbirine düşman etmektir...
Ama Karadeniz halkı kesinlikle oyuna gelmeyecektir. Ekmeğini de fındığını da paylaşacaktır. Son olarak işin, ekmeğin rengi, dini, dili yoktur. Karadeniz’deki yöneticilerin anlaması dileğiyle.


Özcan Alper Yönetmen / Açık şekilde suç işleniyor


AçIkçasI uygulama ve öncesinde yapılan toplantıyı duyduğumda inanamadım. Diyarbakır’daydım ve Şehmus Diken’in BirGün gazetesindeki yazısından öğrendim. Bu kararı devlet erkinden birileri almış olsa da açıkçası bu çifte standarttan dolayı öncelikle bir Karadenizli olarak kendimi de suçlu hissettim. Ve sonrasında süreci yakından takip etmeye çalıştım. Kararın kendisi hiç şüphesiz Nazi Almanyası döneminin kararlarını aratmayan bir uygulama. Birincisi bu kararı alanlar bence açık şekilde suç işlemişlerdir. Kim neye dayanarak insanların çalışma için ülke içinde bir yerden başka bir yere gitme hakkını alabilir. Sürekli bölücülük paranoyası yaratanlar kendileri açık şekilde ayrımcılık ve bölücülük yapıyorlar. Soruna yaklaşımın kendisi, tabii devletin ve hükümetin Kürt meselesine genel yaklaşımın dışında değil. Halen daha soruna güvenlik meselesi içerisinde yaklaşıyorlar. Yıllardır uyguladıkları askerî çözümün bu sorunu çözmediğini görmek istemiyorlar. Hatta bırakın devlet ve hükümeti, solun değil sadece sosyalistlerin bile alkış tuttuğu Kılıçdaroğlu bile sorunun bu tarafları ile uğraşmaktansa gidip mevzide poz verecek kadar olayı basitleştirebiliyor... Oysa şimdi öncelikli olarak biz Karadenizliler ve ülkedeki tüm kamuoyu bu insanların neden üç kuruş için zaten insanlık dışı bu koşullarda çalışmaya geldiğini (yani doksanlı yıllar boyunca bu insanların köylerinin nasıl yakıldığını ve zorunlu göçe tabi tutulmalarını) ve neden devletin bunu bile onlara çok gördüğünü daha çok anlatmamız gerek. Bu arada bu insanlar daha önceki yıllarda da burada şehir dışında tutulup, günlerce GBT taramasından geçirilip hatta şehir içine sokulmuyorlardı. Özellikle bu bölgedeki demokrat insanların bu dönemde çalışma için gelen insanlarla dayanışma ve daha çok temas kurmaları gerekiyor oysa.
Ve biz şimdi sahip çıkmasak yarın sanırım Rize belediye başkanı olduğu söylenen o zattan daha pervasız, ırkçı zihniyette kişilerin insanlığa sığmayacak açıklamalarına maruz kalacağız hep beraber. Bu yüzden yıllardır Karadeniz üzerine özellikle dayatılan bu politikalara karşı, Karadeniz halkları, ekmeğini ve kardeşliğini yeryüzünün tüm halkları paylaşmaya hazırdır demek gerek.


“Karadeniz’in aydınları onuruna sahip çıkıyor”

DİLEK DİNDAR

Karadenİz kimliği benim için önemlidir. Çünkü tıpkı VİYA gibi özgürlük sembolüdür. Kazım gibi, Fikri Amca gibi devrimcidir. Kardeşlik gereksiz bir sözcüktür bizim oralarda, çünkü zaten kardeşçe yaşarız. O yüzden son yıllarda yaşananları anlamak zor geliyor bana. Başka şeyler oluyor artık topraklarımda. Kanser, göç, HES’ler, fındık taban fiyatları...


Çernobil meyvelerini ölümlerle vermeye başladı; sahil yolu bağrımıza bıçak gibi saplandı; HES’ler Demokles’in kılıcı gibi tepemizde. Derken bir de ırkçılık tohumları ekilmeye çalışılıyor. Birileri Kürtleri kimliklerinden dolayı sokmayalım buraya diyor, kimileri işten atıyor, belediye başkanıyım diyen bir zat “ikinci eşi Kürtlerden alalım” diyecek kadar pervasızlaşıyor, Diyarbakır’dan Baro Başkanı Rize Belediye başkanı ile düzeysizlik konusunda yarışa giriyor. Aklın almadığı bir nokta...


Neresinden bakarsanız bana, bize yabancılaşıyor artık. O nedenle geçtiğimiz günlerde, her daim barışa ve kardeşliğe dair yazdıklarıyla umudumu diri tutanlardan sevgili Şeyhmus Diken’in kırgınlığı, beni de ve sanırım pek çoğumuzu da derinden yaraladı. BirGün’de buna dair yazdığım bir yazı yayınlanınca konuya dair tepkiler gelmeye başladı. Karadenizli hemşerilerimin yanı sıra pek çok sanatçı, yazar, aydın konuyu tartışmaya başladı. Şu sıralar Karadeniz’in gerçekten aydınlık yüzleri kendi onurlarına sahip çıkma hazırlığı içerisinde. Önümüzdeki günlerde ortak imzalı bir deklarasyonla bir Karadeniz ziyareti hedefleniyor. Özetle, şimdi hep birlikte Kürtçe ‘Dido’ söylemeye hazırlanıyoruz.

Onur Gülbudak Psikolog - Fındık üreticisi / Bu iç içelik, fındık hasatının bir ritüeli

Bİlmeyen için, bilmeden konuşan için söyleyeyim, fındık köylüsü yoksuldur. Dahası, ülkenin en yoksul köylülüğü bu bölgededir. Şimdi… Yoksulların yaşadığı ve fiyat politikaları ile alabildiğine mağdur edilmiş bir tarım bölgesine, yoksullar yoksulu ve mağdurlar mağduru başka bir grup olan Kürt tarım işçileri geliyor. Böylesi girift yoksulluk varyasyonlarının doğal bir sonucu olarak kâh itişerek, kâh sevişerek bir şekilde bir arada yaşıyoruz kaç yıldır… Her şey bir yana, bu iç içelik, fındık hasatının bir ritüeli, hatta, bazı bölgeler için –işgücünün göç etmiş olması nedeniyle– zorunlu koşulu haline dahi gelmiş durumda. Sonra birileri çıkıyor, bu gruplardan birinin üzerinde netame rüzgarları estirerek bu, “bir arada emek üretme” eylemini kriminalize ediyor. Bu netame rüzgârı biz fındık üreticilerinin kanaati ve gündemi değildir. Bu, Kürt sorununda, Ermeni, Rum sorununda korku yaymaktan başka mahareti olmayanların gündemidir. Fakat, bölgede yaşanan yoksulluğun, bu yoksul iki grup arasında çarpık, problemli bir sosyal pratiğe neden olduğunun da altını çizmek gerek. Fındık köylüleri, “konar göçer” olarak gördükleri Kürt tarım işçileri karşısında kendilerini yerleşik, muasır, görgülü ve trajikomik olarak “zengin” hissediyor. Bu, 5 kuruşu olanın, daha doğrusu “5 kuruşu dahi olmayanlar” kategorisinin dışında kalanların, 3 kuruşu olanlara göre kendilerini iyi ve zaman zaman üstün hissetmeleri gibi bir şey…


Bu his, yoksul olanın, diğer yoksulun insan emeği üzerine mülkiyet geliştirme hevesi gibi trajik bir sosyal sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Bunun en somut göstergesi Karadenizli köylülerin “dışarıdan gelmiş” olan Kürt tarım işçilerini, yerli tarım işçilerine göre daha az ücretle, daha ağır şartlarda çalıştırma eğilimi olarak ortaya çıkıyor. Yoksulluğun bulandırdığı bu çarpık algıdan kurtulmak gerek. Ben bize ait gündemin bu olduğuna inanıyorum. Yoksa, fındık köylülerinin Kürt kardeşleri ile aralarında Kürtlükleri nedeniyle objektif olarak bir sorun yok, hiç de olmadı. Burada mesele, yoksul olanın, daha yoksul olanı (dışarıdan geleni) kendi mağduriyetine ortak ederek derdini hafifletme yönelimidir. Bunu aşmak için Kürt tarım işçilerinin çalışma şartları ve ücret belirleme konularında söz söyleme ve tayin hakkını tesis edecek bir zemin yaratılmalıdır. Mevsimlik işçilerin öz örgütlenmeye yönelmeleri uzak bir hedef gibi dursa da, bu çözüm üzerine esaslıca durmak gerekiyor. Kürt işçilerin bölgemize, dayıbaşı, çavuş vs. denilen soyguncu aracılarla, ağaların, beylerin aracılığıyla, nerede nasıl çalışacağını dahi bilmeksizin gelmeleri yerine bir öz örgütün gücü ile gelmeleri, orada burada alınan güvenlik bahaneli zirveleri de zorlaştıracaktır. Öz örgütlenmeye giden yolda bir ilk adım olarak, tarım işçilerinin çalışma şartlarını belli standartlara koşullamak, bu standartları belirlerken Kürt işçilerin söz söyleme hakkını tesis etmek onların ekmeklerini risk altında bırakan zirveleri boşa çıkarmak adına da önemli bir adım olacaktır.

Tülin Özen Oyuncu / Yalnızlaştırılıyoruz

Son zamanlarda giderek artan ayrımcılığı, kini, birbirine tahammül edememe, birbirini dinlememe halini büyük bir mutsuzlukla ben de herkes gibi takip ediyor ve üzülüyorum...
Ama bir taraftan biliyorum ki; biz ortak sorunları, ortak mutlulukları,ortak esprileri,şarkıları, masalları, yemekleri olan, birçok kültürün birleştiği bir toprakta yasıyoruz ve bu ‘ortaklık’ bizi, aslında birbirimize kulaklarımızı, yüreklerimizi açtığımız anda, anlamaya başlayacağımız bir noktaya getiriyor.
Karadeniz’den, yani bu değişik kültürlerin, evden eve, mahalleden mahalleye değişebildiği bir coğrafyadan böyle bir haber almak, cennet gibi bir güzellikte yaşayan insanların böyle sert, ayrımcı bir tepki verebileceğini görmek, yaşadığımız topraklarda güdülen siyasetin, tarım sektöründe giderek artan sorunların, ekonomik durumun zorlaşmasının insanların kulaklarını, yüreklerini birbirine nasıl kapattığına şahit olmak ne yazık ki ne hale geldiğimizi, getirilmek istediğimizi acı bir şekilde gösteriyor.
Ortak problemlerimize karşı beraber hareket etmek yerine, sorunun kaynağını ırka, dine, dile dayandırmaya çalışmak bizi ne yazık ki çözümlerimizden, insani sorumluluklarımızdan her geçen gün daha da uzaklaştırıyor, acımasızlaştırıyor ve yalnızlaştırıyor. Karadeniz’e ait fotoğraflarda ‘yeşilin her tonunun’ görülmesi bize nasıl bir mutluluk ve gurur veriyorsa, birbirimize baktığımızda da aynı çeşitliliği görmenin mutluluğunu yaşamalı ve belki de hayatta bulup bulabileceğimiz bu en büyük zenginliğin tadını çıkarmalıyız.

Alper Turgut Gazeteci-yazar / Fındık kadar bir mesele değil


IrkçIlIk, kuşkusuz insanlığın ortak düşmanıdır. Halkların kardeşliği şiarından bir adım öte durmak dahi, sakıncalı sonuçlar doğurabilir ve aşırı milliyetçilik, emperyalizmin koşulsuz dayanağıdır. Halkları birbirine düşman et, çekil ve seyret. Neyse konuyu fazla dağıtmaya gerek yok ancak özellikle Karadeniz’de ziyadesiyle milliyetçi bir tırmanış var. Üstelik yeni de değil. Sanırım 1996’da Ordu’da başlayan, Trabzon, Samsun derken bugün Giresun’a uzanan bir hat izleyen bu sorun, Doğu’da, Güneydoğu’da çatışmaların yeniden alevlendiği bir süreçte, elbette yakıcılığını koruyor, koruyacak. Mevsimlik fındık işçileri, yıllardan beri üç otuz paraya çalışan Kürt emekçilerinden oluşur. Yurttaşlık derken, kimlikteki doğum yeri hanen nedeniyle ambargo yemek, hiçbir durumda Türkiye halklarının çıkarına değildir.
Şimdi ortak hareket etmenin tam zamanı, şayet karşı çıkmazsak, kıvılcım bir anda büyür ve bir bakarız ki; ülke yangın yerine dönüvermiş. Evet, Ahmed Arif’in dediği gibi, “Kız alıp, kız vermişiz, tavuklarımız birbirine karışmış”, halkların kardeşliği adına, fındık kadar bir mesele değil bu, dağlar kadar büyük ve acil çözüm gerek.

KARMATE Müzik grubu / Bu ambargo çözümsüzlük düğümü

Çözüm bekleyen birçok sorunun, kanayan yaranın üzerine; her geçen gün yeni hatalar, yeni sorunlar ilmik ilmik işleniyor. Her yaz çoluğuyla çocuğuyla bir parça ekmek umuduyla yollara düşen işçilerin çektikleri zorlukların üzerine bir de kimlik sorununun eklenmesi, devletin Karadeniz’e kapılarını kapatması kabul edilebilir bir durum değil. İddialara göre; Kürt işçi yerine Gürcistan’dan fındık işçisi getirilmesi konuşulmuş. Türkiye’de işsizlik sorunu varken öncelik Doğu ve Güneydoğu’daki işçilere verilmelidir. Söylenenlere göre yapılacak denetimlere rağmen Karadeniz’e girmeyi başaran işçilerin ise fişleneceği iddiaları çok çirkin,aşağılayıcı bir durum.
Kürt açılımının içinin boş oluşu ve toplumda doğurduğu kaos üzerine işçilere uygulanan bu ambargo çözümsüzlükler üzerine bir düğüm daha atmaktadır. Aşsız, işsiz kalan insanların devlete öfkesini kabartmaktadır. Kürtlere uygulanan şimdi de iş sahasındaki engeller “biz” olabilme yolundaki çabaları hiçe saymaktadır. Bizler üstlendiğimiz misyon itibariyle Karadeniz’de konuşulmakta olan çeşitli dillerdeki ezgilere albümümüzde yer vererek coğrafyamızın kültürlerini bir arada tutmak ve bütünlüğü korumak için çabalıyoruz. Uygulanan stratejilere, dayatmalara inat müziğin evrenselliğine olan inancımızla tüm halkları kucaklamayı hedeflerken yani çözümsüzlüklere müzik aracılığıyla cevap vermeye çabalarken, farklı mecralarda da olsa bu şekilde yıkıcı gücün uygulanması ikilemleri çoğaltmakta ve taraflar yaratmaktadır. Ayrıca rahat koltuklarında oturan dar görüşlü insanların etnik kimliklerinden dolayı işçilere ambargo koymaları toplumdaki ayrımcılığı ve öfkeyi de tırmandırmaktadır...(Biz Karadeniz’de Gürcü, Laz, Hemşin, Rum… Yıllarca bir arada yaşadık...


Hiçbir zaman aramızda kimlik çatışması olmadı. Hep dışarıdan bazı etkenler bizleri birbirimize düşürmeye çalıştı ama olmadı da, bakın hâlâ bir aradayız ve hâlâ gelin ve damatlarız birbirlerimize. Bu renkli coğrafya içerisinde bu kadar çeşit kültürü bağrında barındıran Karadeniz’in üzerinden artık kalksın, gitsin kara bulutlar... İçimizdeki her kültür bu bütünün bir parçası, her gelen misafir de başımızın tacıdır...)

Yaşar Kurt Müzisyen / Sinsi bir tuzak bu

Ne oluyor Karadeniz’de... Ne olmuyor ki... Güzelim akarsuların önü kesiliyor, zaten az olan toprak artan nüfusu beslemiyor. Sahil boyuna çirkin ve kötü yapılar birbiri ardına inşa ediliyor. Yoğun bir genç nüfus eğitim olanaklarından yoksun ve işsiz kahveleri dolduruyor. Çayın ve fındığın getirisi sorunları çözmüyor. Her gün daha da yoksullaşan kitlelerin bu öfkesi birileri tarafından ötekileştirilmiş insanlara yöneltiliyor. Her gün medyamızda Kürt sorunu üzerine yorum üreten kanaat önderleri yeni hainler ve düşmanlar yaratma da şiddetin ekmeğine yağ sürüyor. Bu gün Kürt işçilere yönelen şiddet yarın kimbilir daha kimlere yönlenecek. Karadeniz’de şiddet yeni bir şey de değildir; üstelik biraz tarihi karıştıranlar daha önce başkalarına da aynı sinsi tuzakların kurulduğunu açıkça görür.

Rüştü Baş Gazeteci-Yazar / Fındık dalda kalsın mı?

Öncekİ yıllarda Karadeniz’e ülkenin her tarafından toplama işçisi geliyordu. Bu defa ‘zapt-u rapt’ altına alınıyor? Kim ki dayıbaşı, yasal kurumlara uğrayacak, kimlik bildirimlerini sunacak ondan sonra bahçeye girecek...
Aslında önceki yıllarda da yapılan bu idi. PKK “terörü” tırmanışa geçince idari makamlarda işi biraz daha sıkı tutma gayreti görülüyor. (Örneğin sokaktaki adam: “800 milyon toplama parasını alıp götürdüler, teröre yatırdılar” söylemine öylesine inandırılmış ki, aksini söylemeye kalksanız ve deseniz ki: “fındığın satışından Ordu’nun tamamına bu kadar para girmedi” ne yazar!) Atış serbest, bu ve benzeri söylemlerle birliktelik yerine, ayrıştırma gayreti güdenlere medyanın da iltifat etmemesi, en azından doğru rakamları bulup, yazması gerekmez mi? Yangına körükle gitmek ne kazandırıyor? Anlamakta zorlanıyorum! Fındık toplama zamanı gelince, çalıştıracak işçi bulamayacaklarını, bulanların da 50-60 lira günlük vereceğini hesap etmiyor?


Halkın Gazetesi BİRGÜN