31 Ekim 2008 Cuma

"Devlet Güvenliği, İfade Özgürlüğünü Rehin Aldı"



BİA Temmuz-Ağustos-Eylül 2008 / Medya Gözlem Raporu


İletişim özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemelere, Terörle Mücadele Yasası (TMY), Türk Ceza Kanunu (TCK), Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun arından 5651 Sayılı İnternet Suçları Kanunu da eklendi.

Küresel video paylaşım sitesi youtube.com barındırdığı “Atatürk aleyhindeki videolar”ı dünya veri tabanından çıkarmadığı gerekçesiyle, Türkiye'de altı aydır yasaklı. dailymotion sitesi de bir ay kapalı kaldı. geocities.com sitesi de sekiz aydır erişilmez durumda. gundemonline.com sitesi yargı kararıyla yasaklandı.

İnternet sansürü yaygın, yargı Oktar'ın izinde

“Yaratılışçılık” savunucusu Adnan Oktar'ın “kişiliğe hakaret” başvurusuyla mahkemeler Eğitim-Sen'in egitim-sen.org.tr sitesi, Turan Dursun'un turandursun.com sitesi ve anarsist.org sitelerine erişim yasağı getirildi. İnternet kullanıcıları, tek bir içeriği gerekçe göstererek bir sitenin tümüne erişmeye yasak getirilmesine karşı seslerini yükseltiyorlar.

BİA Medya Gözlem Masası'nın Temmuz-Ağustos-Eylül 2008 Medya Gözlem Raporu, 77'si gazeteci 116 kişinin görüşlerini ifade ettikleri, devlet odaklı hak ihlallerini haberleştirdikleri ya da kınadıkları için 73 ayrı davada yargılandığını saptıyor.

32 sayfalık raporun kaydettiğine göre, Yeni Şafak gazetesi silahlı saldırıya uğradı, Taraf muhabiri Turan Aktaş polislerce darp edildi, antenna.org ve ortakpayda.org siteleri hacklendi.

Birgün okuru Tutku Türkol gözaltına alınarak taciz edildi; gazeteciler Mustafa Balbay ve Ufuk Büyükçelebi "Ergenekon" Soruşturması kapsamında gözaltına alındı.

Yazar Murat Coşkun, Peri Yayınları'nca yayınlanan "Acının Dili Kadın" kitabında "kin ve düşmanlığa tahrik" suçunu işlediği gerekçesiyle gıyabında 1 yıl 15 güne mahkûm edildi ve hala hapiste. Yerel savcıyla ilgili eleştirel yayınlarından dolayı tutuklanarak 109 gün hapiste kalan Gergerli gazeteci Hacı Boğatekin, Musa Anter'in adının Tunceli’de bir caddeye verilmesini önerdiği için tutuklanan Kürt siyasetçi Mahmut Alınak ve Kevser Mızrak’ın anmasına katıldığı için tutuklanan sendikacı Meryem Özsöğüt tahliye edildiler.

Habercilere saldırılar cezasız, Dink Cinayeti 2. yılında

220 kişinin durumunu ele alan rapor ihlalleri "Saldırı ve tehdit", "Gözaltı ve tutuklamalar", "Dava ve girişimler", "Düzenleme ve hak aramalar", "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi", "Sansüre tepkiler" ve "RTÜK uygulamaları" başlıklarıyla sunuyor.

Hrant Dink Cinayeti davasının gidişi, geçmişte de aydın ve gazetecilere karşı işlenen politik cinayetlerin siyasi irade olmadan sınırlı yargı gücüyle sonuçlandırılamayacağını gösteriyor.

1 Mayıs gösterilerinde Cumhuriyet’ten Ali Deniz Uslu'nun kolunu kıran, Esra Açıkgöz'ü coplayan polisler yargı önüne çıkarılmadı. Beytüşşebap'ta polisleri darptan şikayet eden DHA muhabiri Emin Bal "hakaret"ten mahkum oldu.


"Güvenlik" gerekçesiyle sansürün her türlüsü

Çatışma bölgelerindeki operasyonların sorgulanmasına alışık olmayan Genelkurmay, PKK örgütünün Dağlıca ve Aktütün baskınlarının sorgulanmasını yalnızca bir stratejik sorun olarak algılıyor.

Askeri Savcılık, "Dağlıca Baskını Biliniyordu" manşetini atan Taraf gazetesinden elindeki belgeleri istedi. Mahkeme, "PKK açıklamalarına yer verdiği" için gundemonline.com sitesini yasakladı; Alternatif gazetesinin yayını bir ay süreyle durdurdu.

Hayat Televizyonu, Roj TV'ye "Newroz kutlama görüntülerini sağladığı" iddiasıyla Türksat uydusundan çıkarıldı; kanal yetkililerinin girişimleriyle "hata" üç hafta sonra düzeltildi.

Emniyet, MİT ve Jandarmanın izleme yetkisini haberleştiren gazeteciler Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş, "gizli belge yayımlamak" ve "hakimi hedef yapmak"tan yargılanıyor.

Medya ve mizah Başbakanın hedefinde...

Doğan Grubu başkanı Aydın Doğan'ı hedef alan Başbakan Erdoğan, hızını alamayıp basın özgürlüğünü savunan açıklamalarından Uluslararası Basın Enstitüsü'nü (IPI) ve Dünya Basın Konseyleri Birliği'ne (WAPC) de saldırdı.

Başbakanın şikâyetiyle, Milas Önder gazetesinden Melih Kaşkar bir fıkraya yer verdiği için hapisle, Leman dergisi de "Batının ilmini bilimini değil ahlaksızlığını aldık" kapağından, tazminatla yargılanıyor.

301. Maddeden 36 kişi yargılanıyor

301. Maddeden açılan davalar "yargılama izni" için Adalet Bakanlığı'na gönderilirken, maddenin yürürlükte kalması yeni davalara kapı aralıyor: BBP yetkilileri, yazısında "Ermeni soykırımı"nı tanıdığı gerekçesiyle gazeteci Ahmet Altan ve Taraf gazetesi sorumlu müdürü Adnan Demir'i şikâyet etti. Emekli iş müfettişi Niyazi Uslay'ın asker eleştirisi mahkûm edildi.

Son üç ayda 301. maddeden 15'i gazeteci 36 kişi 18 davadan yargılandı. Adalet Bakanlığı, Hrant Dink'in "soykırımı tanıdığı için" katledildiğini söyleyen yazar Temel Demirer'in dosyasına yargılama izni verdi. Geçen yılın aynı döneminde 301'den 22 kişi, 15 dava çerçevesinde sanıktı.


Demeç, haber ve raporlarıyla "yargıyı etkilemek"le suçlanan 13 kişiye 5 dava açıldı; ikisi beraat etti. Mizgin Özbek'in öldüğü operasyonu eleştiren Batman'daki 6 gazetecinin hapsi isteniyor.

Vicdani ret ve savaş karşıtlığıyla ilgili düşüncelerini açıklamaktan Bülent Ersoy, Perihan Mağden, Gökhan Gençay, İbrahim Çeşmecioğlu, Birgül Özbarış ve Yasin Yetişgen yargılanıyor.

"Kin" davalarına 8 sanık

Sekiz kişi "kin ve düşmanlığa tahrik"ten açılan 5 davada yargılandı; davaların tamamı sürüyor. DİHA muhabirleri Oktay Candemir ve Ercan Öksüz, "Zilan Katliamı'nın Tanığı Konuştu" röportajından yargılanıyorlar. Geçen yıl aynı “suç”tan 12 kişi sanıktı.

"Hakaret" için 75 yıl hapis ve 1 milyon YTL tazminat tehdidi

Üç ayda 28'i gazeteci toplam 36 kişi, hakaret iddiasıyla açılan 23 davadan 75 yıl hapis ve 1 milyon 181 bin YTL tazminat istemiyle yargılandı. Siirt Mücadele gazetesi sahibi Cumhur Kılıççıoğlu iki öğretim üyesine 2 bin 500 YTL tazminat ve ertelemeli bin 519 YTL adli para cezası ödemeye mahkûm edildi.

Dink Cinayeti öncesinde Trabzon'da görevli istihbarat görevlisi Muhittin Zenit, bianet.org sitesine 25 bin YTL, NTV'ye de 90 bin YTL'lik tazminat davası açtı. Emniyetçi Feyzullah Aslan, yazar Fikret Otyam ve gazeteci İdris Özyol'dan 20 bin YTL istiyor.

Deniz Gezmiş'i anmak da "suç"

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'yı anmak 35 yıl sonra hala suç: Atılım gazetesi sorumlu müdürü Sibel Bulut "suç ve suçluyu övmek"ten yargılanacak. TCK'nın 215. maddesi uyarınca 2'si gazeteci 10 kişi 7 davadan yargılandı; 6'sı beraat etti.

Kürt Sorunu haberciliğe yasaklandı

Mahkeme, Kandil Dağı'nda yaptığı röportajından "Hürriyet" muhabiri Sebati Karakurt ve sorumlu müdürler Hasan Kılıç'la Necdet Tatlıcan'ı "PKK açıklamasına yer vermek" ve "propagandasını yapmak"tan 100 bin YTL para cezasına mahkûm etti.

Gazeteci Cengiz Kapmaz, Orhan Doğan ile yaptığı röportajı nedeniyle "örgüt propagandası yaptığı" iddiasıyla 10 ay hapse ve 375 para cezasına mahkûm edildi.

Kürt siyasetçi Orhan Miroğlu, bağımsız milletvekili adayken kitlelere Kürtçe konuştuğu için cezalandırıldı ve beş yıl süreyle "otosansüre" mahkûm edildi.

Bir tek iyi haber...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), üç kişinin açtığı davada Türkiye'yi 6 bin 500 avro (yaklaşık 12 bin 200 YTL) tazminata mahkûm etti. Geçen yıl aynı dönemde 32 kişinin başvurusunda 14 bin 500 avroya (25 bin YTL) hükmedilmişti.
Bilgi: BİA Medya Gözlem Masası, Tel. (0212) 251 15 03, Faks. (0212) 251 16 09, E-mail.
hukuk@bianet.org

Fidel Castro neden uyardı?

Küba Lideri Castro'nun 'Sosyalizmden vazgeçmeyin' çağrısının anlamı ne?


Gerçek Gündem'in Özel Haberi...




HABER MERKEZİ / Kübalı gazeteci Reinaldo Herrero, ‘Devrimin 50 yılında 10 Amerikan hükümeti gördük’ açıklamasını yaptı.Jose Marti Küba Dostluk Derneği'nin düzenlediği "Küba ile Dayanışma Haftası" kutlanıyor. Kutlamalar kapsamında Türkiye'ye gelen konuklar, çeşitli etkinliklere katıldı. Kübalı ünlü gazeteci Herrero'nun da Küba'yı anlattığı etkinliklerde 'Devrim' masaya yatırıldı. Küba televizyonunda yayınlanan ünlü Yuvarlak Masa programının katılımcılarından, gazeteci Reinaldo Raul Taladrid Herrero, Gerçek Gündem Genel Yayın Yönetmeni Barış Yarkadaş'ın sorularını da yanıtladı. Küba Büyükelçisi Ernesto Abascal'ın da eşlik ettiği sohbette, ABD seçimleri de gündeme geldi. Küba’nın ABD seçimleri konusunda çok tecrübeli olduğunu vurgulayan Herrero, kendilerinin tek isteğinin “Küba’ya bağımsız bir ülke gibi davranılması” olduğunu söylüyor.



GG Yayın Yönetmeni Barış Yarkadaş, Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, Küba Komünist Partisi Merkez Komite Uluslararası İlişkiler Bürosu üyesi Teresita Hernandez ve Gazeteci Reinaldo Raul Taladrid Herrero.


-ABD’deki yeni başkan adaylarının vaatlerine bakarak Küba politikasında bir değişim bekliyor musunuz?


Biz başkanlık seçimleri konusunda çok tecrübeliyiz. Devrimin 50 yılında 10 Amerikan hükümeti gördük. Seçim kampanyalarındaki vaatler iktidara gelince hep unutulur. O yüzden artık şaşırmıyoruz. Bekleyip göreceğiz.



-Obama ya da McCain konusunda sizin bir gazeteci olarak değerlendirmeniz nedir?



Ben Küba’ya bağımsız bir ülke gibi davranacak bir başkanı tercih ediyorum, bu isimler onlar değil. Düşünebiliyor musunuz bir ülkenin parlamentosunda başka bir ülkenin kaderi hakkında konuşulduğunu: Kaç parti var, politik sistem nasıl olmalı vs. gibi konularda... Türk parlamentosunun bunu Fransa için yaptığını düşünün. ABD bunu yapıyor. Her yıl farklı kaynaklardan yaklaşık 50 milyon dolar Küba’daki hükümeti devirmek için geliyor. Her yıl yaklaşık 50 milyon dolar federal para, Küba’ya yönelik karşıdevrimci faaliyetler için ayrılıyor.



-Seçim sürecinde Obama’ya yönelik suikast ihtimalinden söz ediliyor, hatta Fidel Castro son yazılarından birinde bu konuya değindi...



ABD tarihine bakarsanız böyle bir olasılığın olduğunu görürsünüz. Ronald Reagan 1984’te büyük bir suikasta kurban gidebilirdi. Kuzey Carolina’daki bazı gruplar tarafından düzenlenen bir suikast olacaktı bu. Castro ABD yetkililerini uyardı, onlar da ilgili kişileri tutukladılar ve suikast girişimi böylece ortaya çıkarıldı. Çok tehlikeli bir plandı. Bu olayda bilgileri Küba vermiş oldu, operasyon yapıldı ve adamlar tutuklandı. Obama’ya dönersek, evet öldürülebilir. Özel bir bilgiye dayanmadan, bir istihbarata dayanmadan söylüyorum bunu; sadece ABD tarihine bakarak. Lütfen “Kübalılar: Obama suikasta kurban gidebilir” şeklinde bir başlık atmayın.



-Fidel Castro son yazılarından birinde “çare sosyalizmdir” vurgusu yaptı. Buradan birilerine bir uyarı mı yapıldı gibi bir sonuç çıkarılabilir mi?



Hayır, ben bu değerlendirmeyi paylaşmıyorum. İki nedenle. Birincisi: Fidel her zaman devrimden önceki dönemde de basını doğrudan söylemek istediği şeyleri söylemek için kullanır. Makale yazar, radyoya konuşur vs. böyle bir alışkanlığı var. Ve açık konuşur, dolaylı değil. Ve ikinci neden: Küba yönetimi sosyalist toplumu inşa için çaba gösteriyor. Tek tek kişilerden bağımsız olarak yönetimin yapmak istediği şey bu, sosyalizme zarar vermek değil.

FERHAD ile ŞİRİN'in galası...



Türk ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Nazım Hikmet’ in dillere destan aşk öyküsü "Ferhad ile Şirin" Moda Sanat Tiyatrosu'nda Türkan Aktoprak rejisiyle ve genç oyuncu kadrosu ile tiyatro severlerle buluşmaya hazırlanıyor. 65 farklı ülkede sergilenen ve dilinin evrenselliği ile tüm dünyada tiyatro izleyicilerinin yoğun beğenisini kazanan oyun 05 Kasım 2008 tarihinde Barış Manço Kültür Merkezi'nde izleyicilerle buluşacak.


Bulut Mesci, Burak Aşcı, Cansın Atakul, Deniz Elmas, B.Kıvılcım Ertanoğlu, Mert Asker, Sonnur Şahin, ve Yiğit Pakmen’ den oluşan Moda Sanat Tiyatrosu ekibi tüm tiyatro severleri akıllardan kolay kolay silinmeyecek bu aşk öyküsünü izlemeye davet ediyor.





Adres : Caferağa Mah. Sakızgülü Sok. No:29 Kadıköy-İstanbul
Tel : 0 216 338 07 19


30 Ekim 2008 Perşembe

DÜN ENGİN ÇEBER BUGÜN ÇAĞDAŞ GEMİK





Polisin işlediği cinayetlerin en son mağduru Antalya’da 19 yaşındaki genç ÇAĞDAŞ GEMİK oldu.


Çağdaş Gemik 27 Ekim pazartesi günü saat 15.00 sıralarında yani güpegündüz, mobileti ile seyir halinde iken, "dur ihtarına uymadığı" gerekçesi ile katledildi.Bir ülkede bir hafta içerisinde üç yurttaş devletin emniyet güçleri tarafından öldürülüyorsa ve hala daha bu durum güvenlik görevlilerinin kişisel hataları olarak açıklanıyorsa bu hiç inandırıcı değildir.Herkes bilmelidir. Bu ölümler tesadüf olamaz.Bu ölümler ülkeyi yöneten siyasi irade tarafından geliştirilen yeni güvenlik konseptinin bir sonucudur.


Çünkü Mayıs 2007’de polise açıkça adam vurma yetkisi verilmiştir ve verilen bu yetkinin sonucu olarak bu ülkenin yurttaşları, sokaklarda, karakollarda, cezaevlerinde ölmektedir.Demokratik bir ülkede, bu kadar cinayetten sonra hiçbir Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı koltuğunda oturamaz.Hükümet tüm kamuoyunun önünde halktan özür dilemeli ve başka cinayet işlememeleri için güvenlik güçlerini uyarmalıdır.


ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ

Antalya Şube Başkanı

Avukat Münip Ermiş

3. Bursa İpek Yolu Film Festivali / Kısa Filmler




Bursa’nın ev sahipliği yapacağı ve 28 Kasım – 4 Aralık 2008 tarihleri arasında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin düzenleyeceği Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivalinde yarışacak ulusal ve uluslararası kısa filmler belli oldu.


Türkiye festivaller takvimindeki yerini her yıl daha fazla hissettiren, ulusal ve uluslararası olmak üzere, uzun metraj ve kısa metraj kategorilerinde aynı anda düzenlediği 4 yarışma ile diğer festivaller arasında öne çıkan, Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali, geleceğin sinema ustalarının, sinema sanatına duydukları heyecana ortak oluyor.



Kısa film üretimini özendirerek, gelişimine katkı sağlamak ve kısa film çeken sinemacıları desteklemek için geçtiğimiz yıl ilk kez düzenlenen ve 450’ye yakın başvurusu ile bir rekora imza attığı ‘Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’ ve ‘Uluslararası Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’ bu yıl da devam ediyor.


Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması ve Uluslararası Altın Karagöz Kısa Film Yarışmaları’nın diğer kısa film yarışmalarından ayrılan özelliği, hikâyelerini diyaloglarla anlatmak yerine, sinemanın görsel gücünü kullanarak anlatan ‘Diyalogsuz’ filmleri yarıştırıyor olması.



Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’nda 10 film ‘Altın Karagöz Ödülü’ için yarışacak. Birinci gelen kısa filmin sahibi Altın Karagöz Ödülü’nün yanı sıra 8.000 YTL Para Ödülü’nü almaya hak kazanacak.


Uluslararası Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’nda ise toplamda 12 film ‘Altın Karagöz Ödülü’ için yarışacak. Birinci gelen kısa filmin sahibi Altın Karagöz Ödülü’nün yanı sıra ‘8.000 Amerikan doları Para Ödülü’nü almaya hak kazanacak.


SİYAD Üyesi Fırat Yücel, yönetmen İnan Temelkuran ve festivalin danışma kurulu üyesi Ali Sönmez’den oluşan Altın Karagöz Kısa Metraj Film Yarışması ön seçici kurulu ulusal ve uluslararası kategorilerinde başvuru yapan 138 film arasından yarışmaya katılacak ulusal kategoride 10, uluslararası kategoride 12 filmi belirledi.



Gazeteci ve belgesel film yönetmeni Emel Çelebi, sinemaya yönetmen yardımcısı ve yapımcı olarak uzun yıllar emek veren Leyla Özalp ve geçtiğimiz yıl festivale Uluslararası Yarışma Bölümü’nde gösterilen “Diriler ve Ölüler/Zıvı I Mrtvi” filmi ile konuk olan Hırvat yönetmen Kristijana Milica isimlerinden oluşan jürinin belirleyeceği Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’nda yarışacak olan filmler şunlar :



1. Açık Rüya / Lucid Dreaming - Gökhan Atakan/Türkiye/2008/5'




2. Aklımın Odaları / Mind Games - Can Fakıoğlu/Türkiye/2008/9'




3. ID - Simge Gökbayrak/Türkiye/2008/5'




4. Ölüler / The Dead - Ahmet Turgul/Türkiye/2008/20'




5. Razor - Hemi Behmioras/Türkiye/2008/8'




6. Siyah Beyaz / Black White - Kemal Tezcan/Türkiye/2008/5'




7. Tavşan Tavşan / Rabbit Rabbit - Burak Kent, Münire Özdemir/Türkiye/2008/9'




8. Tek Notalık Adam / The One Note Man - Dağhan Celayir/Türkiye/2008/14'




9. Utanç / Shame - Hasan Gündür/Türkiye/2008/6'




10. Yabancı / The Stranger - Can Oral/Türkiye/2007/5'



San Sebastian Film Festivali’nde son filmi “Pandora’nın Kutusu” ile Altın İstiridye Ödülü’nün sahibi olan yönetmen Yeşim Ustaoğlu, festivalin “İpek Yolu Üzerinden: Bosna Hersek” bölümünde gösterilecek olan ‘Kar/Snow’ filminin yönetmeni Aida Begic ve Portekiz Kısa Film Ajansı’nın düzenlediği Curtas Vila do Conde Uluslararası Film Festivali yöneticilerden biri olan Dario Oliviera isimlerinden oluşan jürinin belirleyeceği Uluslararası Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’nda yarışacak olan filmler ise şunlar :



1. Bir Başka Akşam / Another Evening Goes By - B. Sangeeth Kumar/Hindistan/5'




2. Bekleyiş / The Waiting - Emine Emel Balcı/Türkiye/2008/14'




3. Kör Adamın Gözü / Blind Man's Eye - Matthew Talbot-Kelly/İrlanda/2007/6'




4. Acımasızlık / Masire Sarde Khon / Cold Blood - Amir Mehran/İran/8'




5. Ödev / Le devoir / Homework - Ariane Lippens/Belçika/2007/7'




6. İki Metre / Dos Metros - Javier Mrad, Javier Salaza, Eduardo Maraqqi/Arjantin/ 2008/6'




7. Bugün Burada Değilim / Hoy No Estoy / I'm not Here Today - Gustavo Taretto/ Arjantin/2007/8'




8. Lacivert Oda / Indigo Tuba / Indigo Room - Anu Aun/Estonya/2007/18'




9. Noroutine - Jürate Samulionyte/Litvanya/2007/15'




10. Kırmızı Top / The Red Ball - Alan Holly/İrlanda/2007/3'




11. Zoom de Temps - Magne Petterson/Norveç/2008/8'




12. Sekans 01 - Plan 02 / Sequence 01 - Plan 02 - Remi Durin/Belçika/2007/8'


Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması ve Uluslararası Altın Karagöz Kısa Film Yarışmaları’nda jürilerin değerlendirmesi sonucu ödüle değer bulunan tüm genç sinemacılara ödülleri, festivalin son günü 4 Aralık 2008 Perşembe gecesi, Bursa Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapılacak olan Festival Kapanış Töreni’nde verilecek.

23 Ekim 2008 Perşembe

İPEK YOLU FİLM FESTİVALİ



ÜCRETSİZ SİNEMA KURSLARI BAŞVURULARI BAŞLIYOR…



Zengin film programı, etkinlikleri ve sürprizleri ile üçüncü yılında daha da büyüyen ve gelenekselleşme yolunda hızla ilerleyen Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivalinin, ilklerinden biri olan ve Bursalı izleyicilerden yoğun ilgi gören Ücretsiz Sinema Kursları başvuruları başlıyor.

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ve 28 Kasım – 04 Aralık 2008 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali, bir haftalık sinema maratonun yanında, önceki yıllarda olduğu gibi bu sene de Bursa’yı bir festival ve etkinlikler kentine dönüştürmeye devam ediyor.

Kuşkusuz festivalin film gösterimlerinden sonra en büyük ilgiyi gören etkinliklerinden biri Ücretsiz Sinema Kursları. İyi birer sinema izleyicisi yetiştirmek; sinema sanatını sanat yapan üreticilerini; sektörün önde gelen isimlerini ve sinema alanında eğitim veren akademisyenleri Bursalı sinemaseverlerle buluşturmak için düzenlenen kurslar bu yıl da tekrarlanıyor.

Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali’nin yan etkinliği olarak projelendirilen kurslar, festivalin ilk iki yılında Bursalılardan gördüğü yoğun ilgi ile festivalin en çok takip edilen etkinliği olmuştu.

Türk ve Dünya sinema tarihi derslerinin yanı sıra, bir filmin yapım öncesi, yapım aşaması ve yapım sonrası tüm süreçlerinin de anlatıldığı kurslar, bir film festivali içerisinde düzenlenen eğitim dizisi ile de bir ilk olmayı başardı.

Her yıl binin üzerinde başvurunun olduğu, bir yandan başvuru taleplerini karşılamak, diğer yandan da derslerin verimliliğini sağlamak açısından 110 kişinin kabul edilebildiği bu etkinlikte, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu sene de birbirinden ünlü isimler ve profesyoneller sinemaseverlerle buluşacak.

Bursa Tayyare Kültür Merkezi’nde 29 Kasım-3 Aralık tarihleri arasında düzenlenen ve 5 gün sürecek olan Ücretsiz Sinema Kursları’nda, toplamda 11 ders işlenecek. Yoğun bir programa sahip olan kurslarda katılımcılardan derslerin, en yüzde 80’ini takip etmeleri istenmektedir. Kursları başarı ile tamamlayan öğrencilere, festivalin kapanış günü olan, 04 Aralık 2008 saat:12.00’de düzenlenecek törenle katılım sertifikaları verilecektir.




Sinemamızın iki ünlü ismi Yetkin Dikinciler ve Pelin Batu “Sinemada Oyunculuk” derslerini ayrı ayrı verirken; “Şellale” ve “Eve Giden Yol” gibi filmlerin yönetmeni Semir Aslanyürek “Sinemada Yönetmenlik” dersini verecek. Sinema yazarı Sevin Okyay “Film Analizi” dersi ile bir filmin izlenirken nasıl çözümlenmesi gerektiğini anlatacak. “İlk Aşk” ve “Kurtlar Vadisi” filmlerinin görüntü yönetmeni Selahattin Sancaklı ile “Neredesin Firuze” ve “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü?” filmlerinin görüntü yönetmeni Hayk Kirakosyan “Işık Bilgisi ve Görüntü Yönetimi” derslerinde eğitmenlik yapacaklar. Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler” ve “Üç Maymun” adlı filmlerinin yapımcısı Zeynep Özbatur “Yapımcılık” derslerinde bir filmin tüm yapım süreçlerini anlatırken deneyimlerini de sinemaseverlere aktaracak.

“40 m2 Almanya” filminin yönetmeni ve Kadir Has Üniversitesi öğretim görevlisi Tevfik Başer “Senaryo” dersi ile bir film senaryosu yazmanın yapı taşlarını anlatacak. Caz piyanisti ve besteci Alper Maral “Sinemada Ses Kullanımı” dersinde sinema ve müzik ilişkisini inceleyecek. Türk Sineması’nın ayaklı ansiklopedisi unvanını fazlasıyla hak eden sinema tarihçisi Ali Can Sekmeç “Türk Sinema Tarihi”, Aylık Altyazı Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Senem Aytaç ise “Dünya Sinema Tarihi” derslerini anlatacaklar. Lale Film’in kurucusu ve Türk sinemasının büyük emektarı olan ve aynı zamanda festivalimizin bu yılki danışmanları arasında bulunan Necip Sarıcı “Seslendirme” dersini ve Türk sinemasının seslendirme tarihini deneyimleri ile birlikte aktaracak. “Tatil Kitabı” ve “Küçük Kıyamet” filmlerini kurgulayan Çiçek Kahraman “Kurgu” dersinde kurgunun temel prensiplerini ve kurgu türlerini anlatacak.

110 kişinin kabul edileceği Sinema Kursları’na katılmak isteyen sinemaseverler başvurularını, festivalin
www.ipekyolufilmfest.com web adresi üzerinden, en geç 20 Kasım 2008 tarihine kadar yapmaları gerekmektedir.


Ayrıntılı Bilgi İçin:

İzgi Süngü
0212 245 39 39
izgi@ipekyolufilmfest.com

14 Ekim 2008 Salı

Gazeteciye Ceza: İşkenceyi Beraat Ettiren Mahkemeyi Eleştirmeyeceksin!

Gazeteci Alper Turgut, mahkemenin gözaltında işkenceyle ilgili verdiği beraat kararını kesinleşmediği halde eleştirdiği için "oto-sansüre" mahkum edildi. Turgut, aynı suçu yinelerse 20 bin YTL ödeyecek.


BİA Haber Merkezi - İstanbul
14 Ekim 2008, Salı


EROL ÖNDEROĞLU


İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, gözaltında işkencenin zamanaşımına uğramasıyla ilgili Cumhuriyet gazetesi için bir haber yapan gazeteci Alper Turgut'u "yargıyı etkilediği" gerekçesiyle 20 bin YTL para cezasına mahkum etti.

Gazeteciyi daha önce aynı cezaya çarptıran mahkeme, Yargıtay Ceza Dairesi'nin kararı bozmasının ardından kararında direndi; bu kez "hüküm açıklanmasını" geriye bıraktı.
Bu durumda, Ekim Örgütü'ne yönelik operasyonda gözaltında işkence yapmakla suçlanan polisler kurtulurken işkenceyi duyuran Turgut cezalandırılmış oldu.
Gazeteci, beş yıl içinde "yargıyı etkilemek suçunu" işlediği taktirde 20 bin YTL'lik cezayı ödeyecek. Gazete avukatları, bugün (14 Ekim) Ağır Ceza Mahkemesi'nde karara itiraz ettiler. Turgut, bianet'e, sonuç alamazlarsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracaklarını ifade etti.


İşkence yapana ceza yok, yargıyı tartışana var

Hakime Sevim Efendiler başkanlığındaki mahkeme, polisler hakkında 30 Eylül 2004'te zamanaşımına hükmeden İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı kesinleşmeden "gazetecinin hüküm hakkında mütalaa yayımladığı"na kanaat getirdi.
Gazeteciyi 5187 Sayılı Basın Kanunu'nun 19/2 maddesi uyarınca 20 bin YTL adli para cezasına mahkum eden mahkeme, Ceza Muhakemesi Yasası'nın (CMK) 231. maddesi gereğince de "sanığın sabıkasız oluşu, kişilik özellikleri ve duruşmadaki tutum ve davranışları"nı göz önünde bulundurarak "hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına" karar verdi.

İşkenceye değil, beraat haberine ceza

Mahkeme, Turgut gibi 60 bin YTL'lik ön ödeme cezasını ödemedikleri için yargılanan gazetenin İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk ve Sorumlu Yazı işleri Müdürü Mehmet Sucu'yu "sorumlulukları bulunmadığı" gerekçesiyle beraat ettirmişti.

Turgut ise, 20 bin YTL cezaya mahkum edilmişti. Gazetecinin kararı temyiz etmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay, "hükmün açıklanmasının geriye bırakılabileceği" değerlendirmesiyle cezayı bozdu.

Karara uyan mahkeme, "Türkiye'de ilk kez üniversitenin verdiği rapor ile işkence bilimsel olarak kanıtlanmasına karşın İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli 3 polis memuru yargılandıkları davada beraat etti" ifadelerinden dolayı Turgut'u mahkum etti; hükmün açıklanmasını da geri bıraktı.

Haberde, işkenceden suçlanan üç polis hakkında verilen beraat kararının Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nce 26 Nisan 2006'da bozulmasının ardından İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nin "Yasalarımızdaki zamanaşımıyla ilgili düzenlemeler ulusal üstü hukuka aykırıdır. Uluslararası sözleşmeler temel alınsın" itirazlarına karşın zamanaşımı kararı verdiği belirtilmişti.(EÖ/EÜ)

DEVLET İŞKENCEYİ KABUL ETTİ




Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, karakol ve hapishanede gördüğü zulüm nedeniyle yaşamını yitiren Engin Çeber'in işkence gördüğünü kabul etti. “Devletim ve hükümetim adına özür diliyorum” dedi. Şahin, 19 kişinin geçici olarak görevinden uzaklaştırıldığını açıkladı.


Adalet Bakanlığı hapishanede katledilen Çeber'in işkenceye maruz kaldığını kabul etti. İki İnfaz Koruma İkinci Müdürü, Koruma Başmemuru, gardiyanlar ve Çeber'i görmeden sağlam raporu veren hapishane doktorunun da aralarında bulunduğu 19 kişinin geçici olarak görevden uzaklaştırıldığı açıklandı.


Adalet Bakanı Şahin, TBMM'de gazetecilerin sorusu üzerine, görevlendirdiği başmüfettiş ve müfettişin, Metris Hapishanesi'nde incelemeler yaparak raporlarını hazırladığını belirtti. Şahin, rapordaki, “Yasaların kendine verdiği yetkiler sonucunda, ölüm olayında sorumlulukları olabileceği düşüncesiyle, iki infaz koruma ikinci müdürü, koruma başmemuru, infaz koruma memuru ve tutukluyu görmeden sağlam raporu veren cezaevi doktorunun da aralarında bulunduğu 19 görevlinin, geçici olarak görevden uzaklaştırılması kararı alındı” ifadesini de gazetecilere okudu.


Şahin, “Devletim ve hükümetim adına yakınlarından özür diliyorum. Sorumluları kimse, sonuna kadar gidilecektir. Kimsenin şüphesi olmasın. Soruşturma genişletildikçe sayı artabilir. Türkiye'de bu dönemde, böyle bir olay meydana geldiği için son derece üzüntülüyüm. Türkiye'yi böyle bir durumla karşı karşıya getirenler, her kimse cezalandırılacaktır” diye konuştu.


İşkence gördüğünü avukatlara söyledi

İstanbul Sarıyer’de 29 Eylül günü Yürüyüş dergisi satarken 4 arkadaşıyla birlikte gözaltına alınan Engin Çeber, polise mukavemet ettiği iddiasıyla tutuklanmıştı. Çeber, 6 Ekim günü görüştüğü avukatı Taylan Tanay’a karakolda ve hapishanede işkence gördüğünü söylemiş ve ÇHD ile Baro’ya başvuru yapılmasını istemişti. Çeber’in açıklamaları üzerine, Metris Hapishanesi'ne giden avukatlara, Çeber’in yaşamını yitirdiği söylendi. Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılan Çeber, beyin ölümünün gerçekleşmesinin ardından iki gün önce son yolculuğuna uğurlandı.

11 Ekim 2008 Cumartesi

Sevimli bir psikopat olsam...




ALPER TURGUT


Oyuncu Hande Dane (29), ufak tefek, şipşirin ve güzel bir kadın. Ama o, dış görünüşüyle de örtüşmesine karşın insanların bakış açısından ve “ailenin sevimli kızı” imajından son derece rahatsız. İnadına zıt karakterlere bürünmek istiyor ve düşlerini bir korku filminde oynamak süslüyor.


—Klasik bir soruyla başlayalım. Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi?

Biz Selanik göçmeniyiz. Annem ve babam emekliler. Annem Nurşen ilkokul öğretmeni, babam Behlül ise banka da müdür idi. Ablam Tuğba ise ABD’de yaşıyor ve bilgisayar programcılığı yapıyor. Sorunuza gelecek olursak, oyunculuğa başlamam tamamen tesadüfî… Küçükken öyle bir arzum yoktu. Ancak daha sonra amatör tiyatro yaptım ve bir kez bulaşınca virüs, oyuncu olmaya karar verdim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nü 4. sınıftan terk ettim, Müjdat Gezen Sanat Merkezi Tiyatro Bölümü’ne başladım ve oradan mezun oldum. ABD’de bir yıl boyunca drama eğitimi aldım, Tennessee Williams’ın ünlü “Yağmur Gibi Söyle Bana” adlı oyununda oynadım. Gayet keyifliydi.



—Peki, öğrenciyken yapılan planlar gerçek hayatta karşılığını bulabiliyor mu?

Bugüne dek tabiri caizse şekilden şekle girdim. Dram, komedi, dram, komedi diye gidiyor bu… Evet, kesinlikle öğrenciyken daha iyi yerlerde olacağımı düşünüyordum. Ama okuldayken hocalarımız, ‘bir daha bu oynadıklarınızı size oynatmayacaklar, dışarıda ne zamanınız ne de fırsatınız olmayacak‘ demişlerdi. Son derece haklılarmış. Farklı olmak, iyi oynamak istiyorsun, hedeflerini koyuyorsun, oyunculuk adına kendini geliştirmeyi arzuluyorsun. Ancak yine de bugün baktığım pencere daha da genişledi, buna inanıyorum. Bunun dışında 5, 6 tane kısa filmde severek rol aldım, reklamlarda oynadım, bir çocuk programında sunuculuk yaptım. Dublaja ise yeni başladım. Bir dizi karakterini seslendiriyorum aslında animasyon yapmak istiyorum. Dublaj benim ek işim. Çünkü her an her şey olabilir, biz memur değiliz ki… Sonuçta işsiz kalmak da var. Örneğin ben iki sene evde işsiz oturdum.






—Dizi furyası sürerken tiyatroya ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz?

Beşiktaş Kültür Merkezi (BKM) Atölye'de sergilenen çocuk oyunlarında görev aldım. 2006'da “Sizinkiler” adlı oyunda evin uslu başlı kızı “Limon” rolündeydim. Bir önceki sene ise oyunun ismi “Palyaçolar” canlandırdığım karakter ise “Şak Şak” idi.

—“Benim Annem Bir Melek” adlı dizide oynuyorsunuz. Nasıl gidiyor?

Bu bir sitcom… Dizide “Şebboy” adlı bir sekreteri canlandırıyorum. Şebboy, cahil ama kurnaz geçinmeye çalışan kendi halinde bir kızcağız. Giyimine aşırı dikkat ediyor, genellikle uçuk kaçık elbiseler tercihi… Ve o bir alışveriş tutkunu… Ne yapsın garip, beyaz atlı prensini bekliyor, evlenmeye çabalıyor. Nazar değmesin, dizi gayet iyi gidiyor.


—“Gurbetçiler”, “Hayat Bağları”, “Unutma Beni”, “Ölümsüz Aşk”, “Dişi Kuş”, “Herkes Yolunda”, “Adak” ve “Köprü” dizilerinde görev aldınız, ‘işte bu karakter tam benlik’ dediğiniz bir rol karşınıza çıktı mı?

Görüntüm nedeniyle bana yakıştırılan çıtı-pıtı, sevimli, şirin, minik genç kız imajı malum aldığım rolleri de etkiliyor. Ancak severek büründüğüm karakterler de oldu. Şevket Altuğ’un başrolünü oynadığı “Unutma Beni” de çocuğundan ayrı düşmüş Yugoslav bir kadını oynamıştım ve bu rolü çok sevmiştim.


—Gelelim sinemaya… Sanırım bir oyuncu için setler vazgeçilmezdir.

TV filmi “Zor Adam” ve sinema filmi “Organize İşler”de oynadım. Ne yazık ki Organize İşler, benim ilk ve şimdilik son sinema deneyimim. Canlandırdığım karakterin adı Natalie idi. Çete üyesi Rus hayat kadını Natalie, “Sen ister duj…” sözleriyle akıllarda yer etti. Hatta hala arkadaşlar arasında bunun esprisini yaparız.

—Ne tür filmlerden hoşlanırsınız?


Uzakdoğu sinemasına hayranım. Özellikle Güney Kore’de çekilen filmlere bayılıyorum. Korku filmleri ile içinde gerçeklik barındıran yapımları seviyorum. Glen Close ve Johnny Depp’e ise adeta tapıyorum. Şimdi durup, yurtdışında çekilen filmlere bakıyorum, mantık hataları yok, “aman tanrım” dedirten şok finaller var. Adamlar gıcır gıcır dizi ve filmler yapıyorlar. Geçenlerde Güney Kore işi bir korku filmi izledim, iki kardeşin hikâyesi anlatıyordu. Film dramatikti, oyunculuklar çok iyiydi ve güzel fotoğraflar veriyordu. Bir korku filminde oynamak isterdim. Sevimli bir psikopatı canlandırırdım ve sanırım ortaya çıkan görüntü gayet ürkütücü olurdu (gülüyor).




—Ya gündelik hayat ve aşk?

Çocukken artistik ve ritmik jimnastik ile bale yaptım. Son bir buçuk yıldır tango ile haşır neşirim. Tango bir tür meditasyon gibi. Bunun dışında “Evsiz Hayvanları ve Doğayı Koruma Derneği” üyesiyim. Set, dublaj, tango dışında arkadaşlarla evde buluşuyoruz, birlikte film izliyoruz. Ayrıca yemek yapmayı çok seviyorum, kendimce icatlarım var. Aşçı olmak isterdim. Aşk… Hayat enerjisi verir, her şey daha farklı gözükür. Çok hastalıklı yaşamadan ve sınırda kalmak kaydıyla… Ama yine de yıkıcı ve acı verici bir hal alabiliyor. Ve herkes gibi ben de yaşadım aşk acısını… Acı insanı büyütüyor yanı sıra korkularını da büyütüyor, bağlanıyorsun. Sonra daha da çok korkuyor ve olgunlaşıyorsun. Neyse şimdilik ara verdim, dinleniyorum.






Fotoğraflar: Uğur Demir



Cumhuriyet Hafta Sonu / 11 Ekim 2008

10 Ekim 2008 Cuma

Hoyrat bir aşk örgüsü…




ALPER TURGUT
“Vicdan”, ölüm, tutku ve edepsizlikle beslenen bir sacayağı… Görüntüde üçlü bir aşk hikâyesini dillendiren bu film, aslında bir kasabada sıkışıp kalan ve çırpındıkça daha da batan yoksul insanları anlatıyor. Kazananı yok, kaybedeni çok. Yani… Bir tutam vicdan, gerisi hicran ve hüsran…




Vicdan’ı, “Kanal”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Hakkâri'de Bir Mevsim”, “Mavi Sürgün” ve “Yolda” gibi birçok filme imza atan 30 yıllık sinemacı Erden Kıral çekti. Ülke sinemasına pek çok şey katan efsanevi Yılmaz Güney’in bir dönem asistanlığını da yapan Erden Kıral, aynı zamanda yapımcılık ve senaristlik yüzüklerini de takan önemli bir yönetmen. Çıkış noktasını bir üçüncü sayfa haberinden yakalayan Vicdan’ın öyküsü (Güzel Günler İçin), eski kiremit fabrikası işçisi yazar Hasan Özkılıç’a, senaryosu ise yönetmen-senarist Raşit Çelikezer’e (yönettiği ‘Gökten Üç Elma Düştü’ ile Altın Portakal’a aday) ait. Filmin müzikleri Zülfü Livaneli imzasını taşıyor. Vicdan’ın görüntü yönetmenliğini Zekeriya Kurtuluş, kurgusunu ise Mustafa Preşeva üstlendi.








Filmin başrollerinde, “Eğreti Gelin”, “Adem’in Trenleri” ve “Yaşamın Kıyısında” ile oyunculuk atını dörtnala süren Nurgül Yeşilçay (amaç ödül almak değil ödün vermemektir, ilan edilir), “Mutluluk” filmiyle adını sanını duyduğumuz ekstra eğitimli aktör Murat Han, “Meleğin Düşüşü” ile rüştünü ispatlayan Tülin Özen var. Ve yardımcı roller; Nazan Kesal, Rıza Sönmez, Nihan Okutucu, Murat Gürvardar, Şener Köklükaya, Atilla Akarsu, Emine Sivri… 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal uzun metraj yarışması adaylarından Vicdan dün gösterime girdi.





Plan sekansları ve ağır tempolu filmleriyle belleklerimize kazınan Erden Kıral bu kez tarzını değiştirmiş ve genel seyirci kitlesine uygun, arabesk soslu, acı yüklü bir film kotarmış. “Temiz bir vicdan kadar yumuşak hiçbir yastık yoktur”… Bu Fransız atasözünü çok severim. Ancak vicdan bu filmin neresinde ben bulamadım. Vicdansızlık belki uyardı, kader yakışırdı, hicran veya hüsran ise cuk otururdu. Bence en önemli sahnesinin olduğu (bunu söylemeyeyim) bölüme dek, film gayet güzel ve akıcıydı. Son yarım saatte ise kurgu kaynaklı sıkıntı, öykünün tıkanması ve imge tekrarı sürekli saatimi kontrol etmeme yol açtı. Konsomatris, türbanlı, konsomatris değişimi, dönüşümü ise gerçeklikten ve inandırıcılıktan uzak, yapay ve hatta komik göründü. Yine de eminim ki; Vicdan çok sevilecek. Son söz her zaman olduğu gibi siz sinemaseverlerin…



Ege’ye dair, Egeliye has, gözden ve gönüllerden ırak küçük bir kasaba, tümden yoksul ve yoksun… Tozlu daracık yollar, fakirim diye bas bas bağıran virane muadili evler… Burası avuç içi kadar bir yer, kimin eli kimin cebinde belli değil. Öyle ki; eski aşkından asla kaçamazsın, düşmanını görmeden geçemezsin. Ve üstelik herkes üstüne vazifeymişçesine ve hayatı daha da zorlaştırmak pahasına birbirini kolaçan ediyor. İmece kültürü tümden yalan olmuş ve nedense ve her ne hikmetse insanoğlu düşene saldırmayı bekliyor, aç sırtlanlar misali… Acımak yok, zayıflığa tahammül yok, gözyaşı dökene sarılmak yok, dosta yaranı göstermek yok. Karın tokluğuna çalışılan, kalubeladan, Nuh nebiden kalma, beşer öğüten, yakıp, kavuran bir kiremit fabrikası… Cehennemi ateşte sınanan kiremit değil oysa sen, ben, o, yani biz, hepimiz. Bant sistemi, erkek ve kadını katılaştırıyor, onları sert bir tabiata mahkûm ediyor. Çalıp çırpanı öven, onurunu kuşanana söven bu sistem, senin alın terinden, kanından, canından besleniyor.





Ucuz işgücü, örgütsüzlük, iptidai çalışma koşulları, zalimleştiriyor âdemoğlunu, iş güvenliği desen haliyle fasa fiso… Makine kapıyor kolunu, sakat kalıyorsun, yaşadığına şükredip bebeğine sen bakıyorsun, sonra karın eve ekmek getirmek için gündüz, gece demeden çabalıyor ve itin biri ona musallat oluyor. Bunun adı alınyazısı mı? Kapitalizm eşittir kader diyebiliyorsanız, vahşet, dehşet ve şiddet işte peşi sıra geliyor. Neyse biz yine dönelim öykümüze…



Üçlü bir aşk örgüsü… Ancak kahramanlarımız, sevdadan çok tutkudan, öfkeden ve nefretten alıyorlar gıdalarını… Kasabanın güzel kızı Aydanur (Nurgül Yeşilçay), hercai ve “yeni hayat” hasretiyle yanıp tutuşan bir tip. Kaba, saba, cahil ve aslında yapayalnız bir adam olan ilk göz ağrısı Mahmut’a (Murat Han) yanık… Şehvet düşkünü Mahmut ise Aydanur’a tapmasına karşı onun çocukluk arkadaşı masum ve mazlum Songül (Tülin Özen) ile evlidir. Onlar, kiremithanede çalışıyorlar ve var olma mücadelesi veriyorlar. Ancak Aydanur, sıçrama yapmak ve yırtmak istiyor. Çokta matah değil belki ama o, bir süre sonra kasabanın marketinde kasiyerliğe terfi ediyor. En nihayetinde Songül’ün önsezileri aldatıldığını haykırır. Mahmut ve Aydanur’un arabadaki ateşli sevişme seansına gizli bir izleyici olarak katılan Songül’ün adeta başından aşağı kaynar sular dökülür. Genç kadın, susmayı seçer ama içindeki kurt onu yiyip bitirmektedir.



Ve Songül harekete geçer ve kocası Mahmut’a sırt çevirip, Aydanur’la yakınlaşır. Mahmut’un kafası iyice karışır ve zamanla sabrı taşar. Songül, Aydanur’un evinde kalmaya, gece âlemlerine katılmaya, dans etmeye (Yeşilçay ve Özen, Nesrin Topkapı’dan ders almışlar) ve onunla içip dağıtmaya başlamıştır. Saf ve ezik bir kadının dönüşümüdür bu, önce sakınır ardından açılıp saçılır ve kendi hayatını yaşamaya karar verir. İki kadını idare ederken bir anda ortada kalan Mahmut ise, dedikoducuların da verdiği gazla canavar kesilir. Songül ve Aydanur, birlikte kasabadan kaçmaya yemin ederler. Artık çok geçtir. Songül, Mahmut’u hafife almanın bedelini ödeyecektir. Neşeli ve coşkulu bir düğüne katılan Songül ve Aydanur, piste kendilerinden geçmişçesine hünerlerini sergilerlerken psikopat Mahmut belirir ve Songül’ü kafasına kiremitle vurarak öldürür. Songül mezara, Mahmut hapse girer, Aydanur da İzmir’de pavyona düşer. Aradan yıllar geçer, cezaevinden çıkan Mahmut, saplantı haline getirdiği Aydanur’u aramaya koyulur.


Cumhuriyet Hafta Sonu Eki / 11 Ekim 2008

Gazetecilikte istihbarat kitap oldu




İstanbul (İÜHA)- Gazetecilikle ilgili kitaplarıyla tanınan gazeteci-yazar Kemal Aslan’ın, haberciliğin en az işlenen alanlarından birini ele aldığı “Yeni Teknolojiler ve Habercilikte İstihbarat” adlı yeni kitabı yayımlandı.

TRT muhabiri Kemal Aslan’ın “Yeni Teknolojler ve Habercilikte İstihbarat” adlı yeni kitabı, haberciliğin temeli olan ve gazetecilikte bilgi/veri toplama anlamına gelen istihbarat sürecini enine boyuna inceliyor.

Türkiye’de gazetecilik eğitimine yeni bir anlayış getiren habercilik kitaplarıyla tanınan yazar, son kitabında istihbarat süreci ve haber kaynaklarıyla nasıl ilişki kurulması gerektiğini ele alıyor. Yazar, yeni teknolojik ortamlarla kullanılan araçlar konusunu da kitabında ayrıntılarıyla irdeliyor.

Kuramla pratiği birleştirdiği kitabında deneyimli gazetecilerle yaptığı görüşmelere de yer veren Kemal Aslan, haberciliğin temelinin bilgi/veri toplama olduğunu vurguluyor. Bu alanda yaşanan eksikliği gidermek için böyle bir kitabı yazdığını kaydeden Aslan, şunları söyledi:

"Bu kitap, habercilik alanında bir muhabirin en çok ihtiyaç duyduğu ya da eksikliğini hissettiği konulara değiniyor. Muhabirliğin temeli bilgi/veri toplamak yani istihbarat yapmaktır. Haber bilgi/veriye dayarak yazılır, oluşturulur. Yani, bilgi/veri toplamadan haber yazılamaz. Yeni kitabımda bilgi/verinin nasıl toplanabileceğini ayrıntılarıyla işlerken, konu ile ilgili az kaynak bulunduğundan yalnız gözlemlerim ile 30 yılı aşan mesleki birikimim değil; deneyimli gazetecilerin nasıl istihbarat yaptıkları, konuya nasıl baktıkları gazetecilerin anılarından da nasıl haber oluşturdukları ve haber sürecinde kullandıkları teknolojilere dair bilgilere de kitapta yer alıyor. Kitabımın istihbarat alanında genç gazetecilere ve mesleğe yeni başlayanlara katkıda bulunacağına inanıyorum.”

Kemal Aslan'ın habercilik alanında yazdığı "Haberin Yol Haritası", "Haberim Var", "Ben de Yazarım", "Haber Nasıl Okunur" ve " Soru Nasıl Sorulur" adlı kitapları bulunuyor.

41. ölüm yıldönümünde Che GUEVARA





Hazırlayan ve sunan: Yücel Sivri
Asıl adı Ernesto olan Che 1928 yılında Arjantin’in Rosaria kentinde doğdu. Varlıklı bir ailenin oğlu olan Ernesto 23 yaşında bir tıp öğrencisiyken, kendinden birkaç yaş büyük olan doktor arkadaşı Alberto Granado’yla ve 39 model bir Norton 500 motosikletle Latin Amerika turuna çıkar. Ernesto astımlı, çekingen bir genç, Alberto ise keyfine düşkün, hovarda ama buna rağmen sosyal bir kişilik. Mizaçlarındaki bu tezatlık yol boyunca her ikisini de eğlendirir, yolculuklarına renk katar.


Güzergâhlarında rastladıkları insanlar sayesinde daha önce tanımadıkları bambaşka bir Latin Amerika ile karşılaşırlar. Örneğin İnka uygarlığına ait mimarî ve indigo kalıntılar iki genci der derinden sarsar, Peru’da toplumdan yalıtılmış ve kaderlerine terkedilmiş bir cüzam kolonisinde acı gerçeklere tanık olurlar. Ekonomik, toplumsal, ahlakî, siyasi her türlü değeri sorgulamaya başlarlar. Yolculuk bitişinde iki kafadar Buenos Aires’e döndüklerinde artık Alberto bir klinik açmayı, Ernesto ise ‘Che’ olmayı kafasına koymuştur.


Macera yaşamak arzusuyla başlayan motorsiklet gezisi genç hekim adayında mental bir metamorfozu tetiklemişti. 1954 yılında Meksika’da siyasi mülteci olarak bulunan, buradan adamlarıyla birlikte Küba’daki direnişi yöneten ancak tıbbî desteğe ihtiyacı olan Raul ve Fidel Castro’yla tanıştı. Bu tanışma onu da Küba’nın ele geçirilmesi hedefine odaklandırdı. Ayrıca Ernesto artık ‘Che’ adını da almıştı. 1956-1959 yılları arasında süren gerilla savaşı Küba’da başarıya ulaştı. Gerçekleşen devrimin ardından Küba Merkez Bankası’na yönetici olarak getirildi ancak ekonomi danışmanı ve yeni göreve gelen hükümetin baş ideloğu gibi görevleri de üstlendi. 1959–1961 yılları arasında çok kez Doğu Berlin’ı ve Moskova’yı ziyaret eden Che sanayi bakanı görevini üstlendikten sonra Küba’nın Batı dünyasından çözülüp Doğu Blok’una entegre olmasını sağlar. Kalkınma programı Sovyetler Birliği’nin adadaki şeker monokültürünü öngören ziraî programıyla çelişen Che, 1964-65 yıllarında Bolivya’da devrimci hareketi desteklemek amacıyla silahlı mücadeleye Bolivya ormanlarından katılır. Gerçekleşen devrim ile muhayyilesindeki devrim arasındaki uçurum Che Guevara’yı nitekim yeni hayallere sürüklemişti. Yeni hayal, devrimin bütün Latin Amerika’yı sarmasıydı.


80 yıl önce varlıklı bir Arjantinli ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Ernesto, 41 yıl önce bugün, yani 9 Ekim 1967’de Bolivya’nın Higuera dağlarında guerilla’larıyla birlikte girdiği silahlı bir çatışmada vuruldu ve komünist Che olarak öldü. CIA’nin verdiği bilgiler doğrultusunda ve yine onun talebiyle gizlice ve derhal gömülen Che’nin kutsal bir devrim abidesi olması engellenmek istenmişti, ancak Che bugün dahi solun tartışılmaz ikonası, halkların direnişinin sembolü.


Che Guevara’nın devrimle ilgili görüşleri ve bu yolda bizzat yaşadıkları sadece Latin Amerika’da değil, dünyanın birçok yerinde yankı buldu. Özellikle maceracı, romantik ve idealist gruplar, onun efsanesinin büyüsüyle geleneksel bütün oluşumlarla, aileyle, toplumla, tarihle hâttâ çoğu zaman mantıkla dahi çatışarak hayat karşısında yenik düştüler. Her ne denli komünizmin, insanlığın gidişatında yeni bir paradigma oluşturduğu bir dönemde Che Guevara mücadele simgesi olarak görülse de, aslında maceracıların gerçeklerden hayale kaçışı olarak da görülebilir. Bugün geriye dönüp baktığımızda yanlış bir dünya görüşü yanlış yöntemlerle dile geldiğini görsek bile, ondaki asaletin ve faziletin farkına varmamak mümkün değil. Küba’daki devrim, sömürgeci beyaz adama karşı halktan yana bir tavırdı.


Yaşamı her alanda mücadele ve devrim olarak gören Che Guevara, sadece haksızlığa, adaletsizliğe ve çaresizliğe karşı duran bir direniş figürü değil, aynı zamanda emperyalizme ve sömürgeciliğe topyekün karşı çıkan bir kuramcı ve savaşçıdır da. Che, inandığımız değerler için tüm benliğimizle onlara sarılmamız gerektiğine vurgu yapan, insanlık onurunda erdemin ta kendisinin yattığından söz eden, bunları bizzat yaşayan ve yaşatan 20. yüzyılın unutulmaz bir kahramanı olarak kalacak belleklerde kuşkusuz.


Radyo Kassel'den alınmıştır...
"Korda'nın Objektifinden Che" Sergisi...

4 Ekim 2008 Cumartesi

“5-6-2 tamam reis”... Emir yerine getirildi, yedi TİP’li genç öldürüldü...




Yaşları 20 ile 26 arasında değişen bu yedi genç, faşistler tarafından öldürüldü. Yedisi de, Türkiye İşçi Parti’liydi. Bahçelievler katliamı unutulmadı. Yakınları yaşam hakkına saygılı herkesi, anmaya bekliyor.



Fotoğraf: Serdar Alten


Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56/2... Bu adres, yakın tarihi bilmeyenler için bir şey ifade etmeyebilir, ancak bilenlerin gözlerinin önünden yedi gencin yüzü geçiyor. Efraim, Hürcan, Osman Nuri, Salih, Serdar, Latif ve Faruk, Türkiye İşçi Partili oldukları için öldürüldüler. Yakınları, bilenlere unutturmamak, bilmeyenlere duyurmak için Bahçelievler katliamının 30. yılında mezarları başında olacak.


Esra Açıkgöz


Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2... Tarih, 8 Ekim 1978. Yaşları 20 ve 26 arasında değişen yedi gencin akıllarında o gün katıldıkları Türkiye İşçi Partisi (TİP) il toplantısındaki konuşmalar vardı. Latif Can, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar, Hürcan Gürses ve Serdar Alten evdeydi, ev sahipleri Faruk Ersan ve Salih Gevenci ise işten çıkmış eve geliyorlardı. Aralarında Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı’nın da olduğu Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı faşist grup onları eve giderken yoldan alıp Eskişehir yolunda kurşunlayarak öldürdü, diğerlerini ise evde. Bu olayın üzerinden 30 yıl geçti. Aileleri ve arkadaşları yedi gencin unutulmaması için, mezarları başında anma yapacaklar. Hürcan Gürses ve Serdar Alten 8 Ekim’de, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda saat 12.30’da, Latif Can, Efraim Ezgin ve Osman Nuri Uzunlar Bursa Yenişehir’de saat 14.00’te, Salih Gevenci 18.00’de Çorum’da anılacak. Faruk Ersan içinse, 11 Ekim’de saat 14.00’te Kırklareli’nde anma yapılacak.



Fotoğraf: Faruk Ersan


Biz de katledilenlerin avukatı Erşen Sansal, katledilenlerin arkadaşı ve TİP üyesi Mehmet Atalay ve TİP’in o dönemdeki genel sekreteri Nihat Sargın’la konuştuk. Sansal sorularımızı şöyle yanıtladı:


Fotoğraf: Avukat Erşen Sansal


- Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2... Bu adres sizin için ne ifade ediyor, ilk aklınıza gelenler neler?


Ankara’nın Bahçelievler semtindeki ev çok ünlendi. Bu ev, iki öğrencinin (Salih ve Faruk) kaldıkları, öğrenci bütçesine uygun, zaman zaman -tıpkı 8 Ekim 1978’teki gibi- arkadaşlarının da gelip kaldığı bir ev. Kapısındaki kocaman anahtar deliğinden, içerisi gözetlenebiliyor. Bu ev, Bahçelievler katliamında yitirdiğimiz gençlere mezar oldu. Katliamın çözülmesine giden önemli bir adım bu evle ilgili bir bilgiden kaynaklanarak atıldı. Katliamdan bir iki gün önce, pazardan dönen bir kadın, filelerini duvarın üstüne koyup dinlenirken, iki gencin konuşmalarına tanık olmuştu. Bu gençlerden birisi, diğerine “Tamam reis, 5-6-2” diyormuş. Reis denen, “Bir yanlışlık olmasın, git bir daha bak!” deyince, tekrar bakıp gelen genç, ötekine, “Tamam reis, 5-6-2” diye tekrarlamış. Bu şifreli konuşma, yaşlı kadının dikkatini çekmiş. Bahçelievler semtindeki katliamın bir bomba gibi patlamasının ardından, o civardaki bir evde kabul günü yapan kadınlara tanık olduğu bu şifreli konuşmayı anlatmış, kadınlar da “5, 6, 2” şifresinin; evin numarası olan 56/2 ile ilgisi olduğunu düşünmüşler. Buradan hareketle bir fotoğraf teşhisinden yola çıkılıp Bahçelievler Katliamı’nın katilleri yakalandı. O gün keşif yapan gençlerden, reis denilen Ercüment Gedikli, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırıldı. Diğer genç Duran Demirkıran ise olayda gözcülük yapmaktan cezalandırıldı. Ben bu evi hiç görmedim. Daha sonra bu evin bir müze gibi korunup saklanması düşüncesi konuşuldu, ama gerçekleşmedi.





Fotoğraf: Latif Can




- Bahçelievler Katliamı’nda öldürülen gençleri tanıyor muydunuz?


Onlar da, ben de TİP üyesi olduğumuzdan kimileriyle daha çok, kimileriyle daha az tanışıyorduk; ama özellikle Ankaralı gençleri; Serdar’ı, Salih’i, Hürcan’ı ve Faruk’u iyi tanırdım. Serdar’ın babası da arkadaşımdı. Kardeşlerimiz gibiydiler.


- Olayı nasıl duydunuz?


9 Ekim Pazartesi sabahı yazıhanemdeydim, 09.30 sıralarında telefonum çaldı. TİP Ankara İl Başkanı Osman Sakalsız, acele partiye gelmemi istiyordu. Ne olduğunu sordum, beş arkadaşımızın katledildiğini söyledi. İl başkanlığına gittim. Olay radyolar ve televizyonlar aracılığı ile duyurulmuştu. Sokaktaki insanlar bir ürperti içindeydi, yüzlerini bir dehşet duygusu sarmıştı. Zaten, zorunlu olarak sokağa çıkmış olanlar dışında pek kimseler de yoktu. Aslında bu olayla amaçlanan da buydu. Parti binasına geldiğimde iki arkadaşımızın daha (Salih ve Faruk) cesetlerinin, Eskişehir yolunda bulunduğu haberi geldi.



Fotoğraf: Efraim Ezgin


Bahçelievler’deki evde öldürülen gençler, (Hürcan, Efraim, Lâtif) yatağın üstüne oturtulup kurşuna dizilmişlerdi, gene onlarla birlikte kurşuna dizilen Serdar ise, 8 gün daha yaşadı. Komada olmadığı ender saatlerde olayın çözülmesinde çok yararlı olacak bilgiler verdi. Osman Nuri ütü kordonu ile boğularak öldürülmüştü. Eskişehir yolunda bulunan cesetlerin elleri arkalarından bağlanmıştı, ağızlarında tıkaçlar, beyinlerine sıkılmış kurşunlarla, görünüm tam bir vahşetti.


- Bu katliamın davasına bakmaya nasıl başladınız?


Bahçelievler Katliamı’nı yalnızca ben değil, TİP’in üyesi, dostu birçok avukat izledi. Gerek sıkıyönetim mahkemesindeki aşamalarda, gerekse ağır ceza mahkemesindeki aşamada davaya kalabalık bir meslektaş katılımı oldu. Bu davayı takip etmek, düşünsel inançlarımızın bir gereği olduğu kadar, meslekî bakımdan da ertelenemeyecek bir görevdi. Topluma düşen görev ise, bu olayı unutmamaktır.




Fotoğraf: Hürcan Gürses


- Serdar’la hastanede görüşme şansınız oldu mu?


Ben Serdar’ı hastanede yattığı sırada göremedim. Zaten yaşadığı 8 günün büyük bir kısmında komada kalmıştı. İki kez ifadesi alınabilmiş, katilleri tarif etmişti. Daha sonra katiller yakalandığında, bu tanımların onlara aynen uyduğu görüldü. Kendisini yaralıyken, kollarına girerek kapıda bir arabanın içinde katliamı idare etmekte olan Abdullah Çatlı’ya götürüp getirdiklerinde, Çatlı’nın arabasını görmüş, bu arabanın rengini, markasını, modelini ve plakasını ifadesinde söylemişti.




Fotoğraf: Osman Nuri Uzuner


- Dava, 86’da sonuçlandı; Haluk Kırcı, ölüm cezası aldığı halde serbest bırakıldı, yakalandı yine serbest bırakıldı. Bu süre boyunca sizce nasıl bir yargılanma yapıldı?


Bahçelievler Katliamı’nın üzerinden 30 yıl geçti. Bu süre zarfında uzun yıllar dava, yargının gündeminde kaldı. Bu süreçte, olayın failleri, yani katiller ve yardımcıları, olayın nasıl tertip edildiği ve nasıl gerçekleştirildiği açıklığa kavuştu. Bu, yargı açısından net bir olaydır. Davada sanıkların cezalandırılmaları ile ilgili bir oturum yapılıp karar verildiği gün, haber televizyonlarda duyurulduğunda, akşam evdeki telefonumu birçok kişi aradı. Tanımadığım birçok insan, hakkın yerini bulmasından dolayı memnunluklarını belirtiyorlardı. Aralarında bir kadın, kendisinin oğlunun da bir olayda öldürülmüş olduğunu, fakat olayın “faili meçhul” kaldığını söyledi. “Oğlumun katilini mahkeme önünde görmeyi çok isterdim, olmadı. Ama şimdi Bahçelievler’in katilleri mahkûm edildi ya, benim oğlumun katilleri cezalandırılmış gibi hissettim” diyordu. Ancak Bahçelievler Katliamı’nın yargı dışındaki yanları, oldukça düşündürücü ve bir o kadar da üzücüdür. Katliam, olaydan sonra onlarca yıl, yargının ve siyasetin gündeminde kaldı. TBMM’de ve Başbakanlık Teftiş Kurulu’nda bu konuyu araştırmak için iki ayrı komisyon oluşturuldu, ama hazırladıkları raporların en önemli kısımları, ilgililerce mahkemeye gönderilmedi. Mahkeme, bu ilgililer hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması için suç duyurusunda bulundu. Olay, iki bakanın bakanlıktan düşmesine neden oldu. Çatlı, hayatta kaldığı sürede, etkili çevrelerce yargının önüne çıkarılmaktan uzak tutuldu, gözaltına alındı, kaçırıldı... Halen cezasını çekmekte olan Kırcı, iki kez “yanlışlık”la tahliye edildi! Hatta yurtdışına çıkmayı bile başardı. Susurluk kazası sonrasında dönemin başbakanı Tansu Çiller, Abdullah Çatlı’nın cenaze töreni yapılırken, “devlet için kurşunu yiyen kadar, kurşunu sıkan ellerin de kutsal” olduğunu söylüyordu. Gerek Çatlı’nın, gerekse Haluk Kırcı’nın önemli devlet görevleri yapan kişilerle ilişkileri, beraber çekilmiş resimleri, yakınlıkları anlatıldı. Ancak bu çabalar, güneşi balçıkla sıvamaya yetmedi.





Fotoğraf: Salih Gevenci



MEHMET ATALAY




Faruk’la Salih çok misafirperver, sevecen, samimi insanlardı. TİP Genel Merkezi’nde mali büroda görevli olduğumdan çok sık Ankara’ya giderdim. Gittiğimde de çoğunlukla onlarda kalırdım. Olaydan en son bir ay önce yine oradaydım. Aslında, olay gecesi de orada kalacaktım, ancak akşam bir yemeğe davet edilmiştim, çok geç bittiği için arkadaşlar bırakmamıştı.

Bir oda, bir mutfak ve uzun bir holden oluşuyordu, evleri. Misafir geldiğinde, koridora açılır kapanır somyalarını açar, orada kendileri yatar, odalarını misafire verirlerdi. Mutfakta televizyonları bulunurdu. Salih yazları Çorum’da çalışır, kışın orada biriktirdikleriyle geçinirdi. Fakir bir ailenin çocuğuydu, Faruk da öyleydi.
Bizde toplantı olduğunda, otele filan arkadaş bırakılmaz, tanıdıkların evlerinde kalınırdı. O gün de TİP’in il temsilcileri toplantısına Latif ve Efraim Bursa’dan gelmişlerdi. Latif Yenişehir, Efraim Bursa Merkez temsilcisiydi. Latif’le Osman Nuri, Faruk ve Salih’in Hacettepe’den de okul arkadaşıydı. Serdar, Faruk ve Salih’in karşısındaki apartmanda anne-babası ve kardeşiyle oturuyordu. Aynı zamanda Genç Öncü kurucusu ve Ankara şube yöneticisiydi. Hürcan’ın ailesi Ankara’da otururdu, ancak Faruk ve Salih’le samimi oldukları için onların evine çok sık gelirdi. Ben olayı öğlene doğru il binasına gidince öğrendim. Kapıyı il başkanı arkadaşımız açınca rengi değişti. Hücran biraz saç yapısı olarak bana benzer, bir de başından vurulduğu için teşhis edilmesi zor olmuş, onu ben zannetmişler.


O dönem MHP Genel Merkezi Bahçelievler’de bina yaptırmış, kendilerinden olmayanları semtten püskürtmek istiyorlardı. Salih ve Faruk hem Hacettepe’de çok önde olan arkadaşlarımızdandı, hem de faşistlerin ağırlıklı olduğu Devlet İstatistik Enstitüsü’nde çalışıyorlar ve Bahçelievler’de oturuyorlardı. Bu yüzden gözlerine battı herhalde. Evi bastıklarında Faruk ve Salih iştelermiş. Daha geç saatte çıkmalarına rağmen, o gün enstitüde çalıştıkları bilgisayar arızalanınca işten erken ayrılmışlar. Bu bile hâlâ şüpheli, çünkü o dönemde enstitü faşistlerin yığınak yapıldığı bir yer, arızayı biri bilinçli mi yaptı, bilinmiyor... Faruk ve Salih’i eve giderken almışlar. Abdullah Çatlı’nın talimatıyla arabaya bindirip, Eskişehir yolu kenarında öldürmüşler. Osman Nuri’yi boğmuş, diğer arkadaşlarımızı da tabancayla vurmuşlar.


NİHAT SARGIN



O gün Ankara’da il temsilcileri toplantısı yapmıştık. Her zamanki gibi katılımcıların kalacağı yerler önceden belirlenmişti. Genç arkadaşlardan beşi, Ankara’da Bahçelievler’de kalan iki arkadaşın evine misafir olmuşlar. Ben il başkanımızın evinde misafirdim. Sabaha karşı beş gibi uyandırdılar, olayı anlattılar. Hemen İstanbul’a, merkeze döndüm, Behice Boran Ankara’da kaldı. İstanbul’da herkes alt üst olmuştu, onları teselli etmeye çalıştım. Ardından öğrendik ki, Serdar öldü diye bırakılmış, ama vücuduna beş kurşun yemesine rağmen hayatta kalmayı başarmış. Hastanede Boran nasıl yapmış bilmiyorum, ama onunla görüşmeyi başarmış. “Yaşayacağım” demiş Boran’a, “Yaşayacağım ve hepsini tek tek göstereceğim”...

Bu anlatılması kolay bir olay değil. Çok ölümle karşılaştık, ancak bu başka türlüydü. Kavga, gürültü olur, ölüm yaşanır, ama bu öyle değil, herhangi bir şeye sığan bir olay değil... Serdar öldüğünde Ankara’da toplandık. İktidarda Ecevit vardı, İçişleri Bakanı da Eyüboğlu’ydu. Maltepe Camii’nde tören yapmak istedik, ancak “yeni bir mesele çıkabilir size müsaade edemeyiz” diye engellemeye çalıştılar, sonunda izin vermek zorunda kaldılar. Mezar başında, teskin edici bir konuşma yaptık, çünkü bu olay herkesi çok sinirlendirmişti. Zaten bu tür olaylarla bizi silahlı gösterip, çatışmaya sokmaya çalışıyorlardı, ancak biz onların oyununa asla gelmedik. Sonra o günü, partimizin onur günü ilan ettik. İkinci kongremizde, bu arkadaşlar için özel bir sütun diktik.


Cumhuriyet Pazar Dergi / 05 Ekim 2008


Sanal âlemde net sansür


İnternet sansürü bugünlerde en fazla konuşulan konular arasında. Video paylaşım sitesi Youtube’un kapatılmasının ardından birer ikişer diğer sitelerin de yapılan ‘ihbar’larla kapatılması internette gezinmeyi iyice zorlaştırdı. Birkaç sitede bir karşımıza çıkan tanıdık ibare artık bizi şaşırtmıyor. Sitelerin çoğunun kapanmasına neden olan 5651 sayılı yasa, ifade özgürlüğünü kısıtlamayacak şekilde değişmezse gelecekte Türkiye’nin ‘ahlaki’ ve ‘kültürel’ yapısına uymayan (!) sitelere ancak yurtdışından ulaşacağız.

İnternette suç değil sansür var


İfade özgürlüğünün hâlâ tartışıldığı ülkemizde ‘sansür’ zihniyeti devam ediyor. Çağın en çok kullanılan iletişim mecrası interneti susturmak ise Türkiye’de bir telefon uzaklığında. İhbar edilen siteler önce kapanıyor sonra mahkemeye gidiliyor. Yani önce zanlı infaz ediliyor sonra yargılanıyor.


SİNEM DÖNMEZ


Mayıs 2007’de, ünlü video paylaşım sitesi Youtube, Atatürk’e hakaret içeren bir video yüzünden Türkiye’den erişilemez duruma geçti. 19 Eylül’de dünyaca ünlü evrim teorisyeni bilim adamı Richard Dawkins’in sitesi Adnan Oktar’ın Yaratılış Atlası kitabının eleştirisi yüzünden yapılan şikayet yüzünden kişilik haklarına hakaret edilmesi gerekçesiyle kapatıldı. 22 Eylül’de yine malum kitap aleyhinde bir basın açıklamasında bulunan Eğitim-Sen’in sitesi yine kişilik haklarına hakaretten kapatıldı. 29 Eylül’de ekşisözlük Telekom tarafından erişimi kesildi, 3 saat sonra avukatların itirazı üzerine tekrar açıldı. Peki, size sorumuz şu: “Siz internet sitelerinin kapanmasına ne kadar zamandan beri şaşırmıyorsunuz?”




Kısa bir an dahi olsa düşündüğünüzde, youtube’un kapalı olmasını ne kadar kanıksadığımızı, bir sitede ‘bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir’ ibaresini gördüğümüzde artık çocukların bile bildiği proxy sitelerinden ulaştığımız kapalı sitelerin üzerine düşünmediğinizin farkına varacaksınız. Youtube’un neden açılmadığı konusunda faaliyet belgesi alıp Türkiye’ye uygun mu değilller mi diye kontrol edilmelerinin beklendiğini biliyoruz. Dünyadaki bütün sitelerden Türkiye’den faaliyet belgesi almalarını beklemek biraz mantıksız da gelse, çocuklar gibi omuz silkip ‘bana ne’ demeye devam ediyoruz.


Bu konuda komik örnekler de yok değil. Mahsun Kırmızıgül’ün avukatı, müvekkilinin kişilik haklarına müdahale ettiği için aralarında dünyanın en büyük sinema veritabanlarından biri olan imdb.com’un da bulunduğu 4 sitenin kapatılmasını istemiş. Savcının sitenin adını imdb değil imbd yazması sayesinde bir ayıptan daha kurtulmuş olduk. Sansür toplumu olma yolunda ilerlerken, ifade özgürlüğünü hala tartıştığımız Türkiye’de yasaklanması bize artık anormal gelmeyen bu sitelere erişilememenin ‘imaj bozduğu’ ayyuka çıktı. Bu bir kapanıp bir açılan internet sitelerinin kapanmasının ‘neden’i yok.


Biz de sansürcü bir zihniyetin hakim olduğu sözde özgürlük platformunu, yasaları, neler yapıldığını ve neler gerektiğini ilgililere sorduk. Çıkan sonuç aynı: 5651 sayılı yasa baştan aşağı değişmeli. İnternet siteleri suç değil, sansür yüzünden kapatılıyor. Biz de, internet sansürü konusunu, Türkiye Bilişim Derneği yönetim kurulu üyesi Türker Gülüm, BESAM başkanı Esen Arslandoğan, İnternet ve Hukuk Platformu yürütme kurulundan Avukat Fikret İlkiz ve sansuresansur.org sitesinin kurucuları Fırat Yıldız, Deniz Tan ve Selim Yörük’le konuştuk.




‘BİZİM İLGİMİZ YOK’


Telekomünikasyon Kurumu İletişim Başkanlığı’na da bu konudaki görüşlerini sorduk. Her engellenen sitenin TİB’nın sorumluluğunda olmadığını, sadece 5651 sayılı yasada geçen 9 katalog suçla ilgili engellemelerin TİB tarafından yapıldığını, onların da yurtdışı kökenli siteler için re’sen kapatma yetkisinin olduğunu ancak yurt içinde yer alan sitelere ‘bildir-kaldır’ yönteminin uygulandığını belirtirken, diğer kapatılan sitelerin TCK’ya bağlı olarak Telekom, TTNet ve diğer servis sağlayıcılar tarafından kapatıldığını bildirdi. “Son zamanlardaki site kapatmalarıyla bizim bir ilgimiz yok” diyen yetkili, Türkiye’den faaliyet belgesi aldıkları takdirde sitelerin muhatap alınacağını ve böylece re’sen kapatmaların da azalacağını söyledi. 22 Eylül tarihli istatistiklere göre, şu anda 1112 site kapalı ve bunların 861’i re’sen kapalı. Bu sitelerden 415’i ‘Çocuk istismarı’, 352’si ‘Müstehcenlik’ 79’u ‘Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama’, 51’i ‘Atatürk aleyhine işlenen suçlar’, 25’i ‘bahis ve kumar’, 12’si ise ‘Fuhuş’ gerekçesiyle kapatılmış. Her ne kadar geçen hafta ‘ekşisözlük’ hiçbir gerekçe ve yasa maddesi belirtilmeden kapatılsa da, 5651’de bu kapatmalar dışında intihara yönlendirme, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini suçları da içeriyor.


Hız yüzünden yolları kapamak gibi






Türker Gülüm, özellikle Yargıtay’a bağlı re’sen kapatmalardan şikayetçi. Haklı mı haksız mı sorgulanmadan, mahkeme kararı ile onaylamadan, binlerce kişinin blogunun yer aldığı wordpress.com, sonrasında youtube’un kapanmasının bir adamın hız yapmasından dolayı tüm yolları kapatmaya benzetiyor: “Youtube örneğini ele alalım. Atatürk aleyhine 15 video varsa Türkiye’nin turizmini tanıtan, doğa güzelliklerini anlatan 100 binlerce video var. Atatürk aleyhine propagandadan Türkiye’de kaç kişi etkilenir? Biz kafamızı devekuşu gibi kuma sokarak kurtulduğumuzu sanıyoruz. Yurtdışında 1 milyar kişi o videoları görüyor. Şimdi kimi cezalandırmış oldum?”


Bu yasa sansür yasası olmaktan kurtulamaz





Fikret İlkiz, 5651 sayılı yasanın ‘internette sınırlandırma’ ve ayrıca bazı suçlarla ilgili olarak yer sağlayıcı, içerik sağlayıcı ve erişim sağlayıcılar üzerinden ‘mücadele’ yasası olduğunu söylüyor. Bu kanunun internet ortamında yapılan yayınlar karşısında sadece çocukları, gençleri ve aileleri internet ortamındaki zararlı yayınlardan korumak amacı ile hazırlandığını belirtirken, kanunun internet ortamında yapılan yayınlardaki sorumluluk sistemini kuran ve tanımları doğru düzgün yapan temel bir yasa olmadığının altını çiziyor. Bu kanuna göre; içeriğinde 9 katalog suçun bulunduğu internet ortamındaki bu yayın­lar­la il­gi­li ola­rak eri­şi­min en­gel­len­me­si­ne ka­rar verildiğini ve bu kararın verilme sürecinde sorunlar yaşandığının altını çizerken yasal süreci şöyle açıklıyor: “Eri­şi­min en­gel­len­me­si ka­ra­rı, so­ruş­tur­ma ev­re­sin­de hâ­kim, ko­vuş­tur­ma ev­re­sin­de ise mah­ke­me ta­ra­fın­dan veriliyor. Ayrıca Ya­sada sayılan ‘belirli suç­la­rın’ in­ter­net yo­lu ile iş­len­me­si­ni ön­le­mek ama­cı ile görev ve yetki ‘idari’ olarak Te­le­ko­mü­ni­kas­yon İle­ti­şim Baş­kan­lı­ğı­’na ve­riliyor. Te­le­ko­mü­ni­kas­yon İle­tişim Baş­kan­lı­ğı­, internet yayınlarının içe­rik ve­ya yer sağ­la­yı­cı­sı­nın yurt dı­şın­da bu­lun­ma­sı ha­lin­de ve­ya içe­rik ve­ya yer sağ­la­yı­cı­sı yurt için­de bu­lun­sa bi­le ço­cuk­la­rın cin­sel is­tis­ma­rı ile müs­teh­cen­lik suçunun işlendiği konusunda yeterli şüphe oluşturan ya­yın­la­ra iliş­kin ola­rak eri­şi­min engel­len­me­si ka­ra­rını re’sen verebiliyor.”

İlkiz, 5651’in sınırlı olarak internette mücadele yasası olarak kabul edildiğini ve bu yasanın, “sansür yasası” olarak değerlendirilmekten kurtulamayacağını, çünkü bu yasanın “internet ortamındaki yayınların tümü için geçerli” bir yasa olmadığını, bu nedenle TİB’in tüm sınırlandırma ve “site kapatma” kararlarının sorumlusu olarak görüldüğünün altını çiziyor. TİB’in tüm kapatmalardan re’sen kapatma yetkisi sınırlı olduğu için sorumlu olmadığını o yüzden de biraz da yasanın kendisine bakmak gerektiğine dikkat çekiyor: “Asıl olan ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün sınırlandırmalarına uygun bir yasa yapılması gerekir. Ama siyasi iktidar bunu tercih etmemiştir. Aksine sınırlı bir yasa ile; tüm internet yayınlarının denetimi gibi bir tutumun ortaya çıktığı sorunlar tartışılmaktadır. Bu yasa bunun için yeterli olmadığı gibi; tüm internet yayınları için çıkarılmış bir kanun da değildir. Bu yasanın kendi içinde çelişkili maddelerinin uygulanması suretiyle yapılacak işlemler tartışma yaratır. Sansür olarak nitelendirilir.”


Anayasaya aykırı yasa


Sitelerin kapatılmasından sorumlu 5651 sayılı yasa aslında anayasaya bile aykırı. Anayasanın 29. maddesinde yer alan bir kanunun “Haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamaz” hükmüne uymuyor.


Kimilerine göre saç teli müstehcen











Geçen ay yine bir video paylaşım sitesi olan dailymotion’un kapatılmasının ardından, reklam ve tasarım dünyasından haberler veren, 700’e yakın reklam filmi, animasyon ve kısa film bulunan elmaaltshift sitesinin kurucusu Fırat Yıldız, siteyi kendi isteğiyle kapatmaya karar vermiş. “Bir baktım bütün site bembeyaz görünüyor, bütün video paylaşım siteleri yasaklı” diyen Yıldız, önce sitelerde gördüğümüz ‘bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir’ yazısının çıkacağı şekilde kapatmış blogu. İlk önce ciddiye alıp gerçek sananlar da olmuş tabii. Daha sonra bunun bir protesto olduğunu iyice belli etmek için ‘bu siteye erişim kendi kararıyla engellenmiştir’ yazısını tercih etmiş.

Sonra Selim Yörük anafikir.com sitesinde site kapatmak için gereken kodu yazmış ve kampanya bu şekilde başlamış. Sonrasında kulaktan kulağa yayılmış ve 1 hafta içinde 441 site kendini kapatmış. Kampanya bu büyük ilgiyle birlikte sansuresansur.org sitesine taşınmış. Deniz Tan, “1 haftanın sonunda herkes kendi isteğiyle bir şeyler yapmaya başladı. Biz kıvılcımı çaktık sadece. Biz bile bu kadar ilgi beklemiyorduk” diyor. Bir sonraki hareket de 15 Eylül’de biteceği söylenen ancak kullanıcıların yoğun ilgisiyle hala bitmeyen poster hareketi. Şu an sansuresansur.org sitesinde ve facebook’ta oluşturulan grupta 100’ün üzerinde poster var.




BİR ÖNİZLEME









Sansuresansur kampanyasının 3 temsilcisi de, önünü açtıkları kampanyanın esas amacının internet kullanıcıları başta olmak üzere bir uyarı yapmak olduğunu belirtiyor. ‘Bir gün sürekli girdiğiniz, bilgi aldığınız site de kapanabilir. Suçlu olması, ya da Atatürk’e hakaret, çocuk istismarı içermesi gerekmiyor’ mesajını vermeye çalışıyorlar. Tan, insanların sitelere başka yöntemler kullanarak ulaşabildikleri için tepki göstermediklerini zaten asıl amaçlarının da bu kitleyi uyarmak ve unutmamalrını sağlamak olduğunu belirtirken, bu sistemin tamamen ters işlediğini suçu kanıtlanana kadar masum değil, masumiyeti kanıtlanana kadar suçlu olduğunu ifade ediyor: “Sakıncalı buldukları sayfaları ayıklamak yerine hepsini kapatıyorlar. Müstehcenlik de tarif edilmiyor ki yasada, kimilerine göre saç teli müstehcen...” Yörük ise gelecekte bu zihniyet devam ederse bizi bekleyen tehlikeye dikkat çekiyor: “Gelecekte belki de sadece 100 site olacak biz de onlara girebileceğiz. İnternet çok büyük bir bilgi kaynağı ama bunu kullamayacağımız günler gelecek. O yüzden kampanyanın ismi geleceğin internetinin önizlemesini yapıyoruz.”


BESAM: Bizi paravan olarak kullanmasınlar


İnternet sitelerinin erişim engelleri fikri mülkiyet açısından da sorun teşkil ediyor. Ancak mp3 sitelerine bir uyarı yapmak ve içeriği kaldırmalarını istemek gibi bir çözüm olabilecekken sitelerin kapanması işi iyice güç duruma sokuyor. 2 hafta önce düzenlenen İnternet ve Fikri Mülkiyet konulu panelde, BESAM başkanı Esen Arslandoğan, panel sonrası “BESAM olarak elbette korsan yüzünden kapatmaların başka çaresi yoksa yanında olmak zorundayız ancak FSEK’i bahane olarak kullanarak yapılan sansüre biz de karşıyız çünkü bu en başta ifade özgürlüğünü kısıtlıyor” dedi.


CUMHURİYET HAFTA SONU / 04 EKİM 2008