30 Nisan 2008 Çarşamba

Barikatlara Karşın Tek Koldan Taksim Meydanı'na Yürüyeceğiz


İstanbul'da yarın adı konulmamış bir sıkıyönetim uygulaması olabilir, ancak bu emek örgütlerinin, devletin barikatlarla kurtarılmış bölge ilan ettiği Taksim Meydanı'na ulaşmasını engelleyemez. 1 Mayıs 2008 günü sabah saat 10.00'da kortejimizi oluşturmak için Şişli Cami önünde buluşalım. Dillerimizde talepler, ellerimizde karanfillerimizle...

28 Nisan 2008 Pazartesi

1 Mayıs 2008’de Taksim’e…




YAŞASIN 1 MAYIS... BİJİ YEK GULAN...





25 Nisan 2008 Cuma

Bu Direnişin Dizileri Yapılacak


Tecrit gerçeğini anlatan sessizliğe karşı kitabını da kaleme alan Cumhuriyet gazetesi yazarı Alper Turgut Cuma günü TAYAD’lı Ailelerin düzenlemiş olduğu üreterek direnen direnerek üretenlerin sergisine konuk oldu. Alper Turgut, önce sergiyi gezdikten sonra, aileler ve sergiyi ziyaret eden diğer konuklarla da sohbet etti.



Turgut “Sessizliğe Karşı” kitabından çok önce 96 ölüm oruçları sürecinden beri direnişe ilişkin bir kitap yazma projesinin hep olduğunu, 2000 yılında hapishanelere düzenlenen operasyon ve bu süreçte gelişen büyük direnişle bu fikrin ete kemiğe büründüğünü ifade etti. Turgut, dışarıda süren ölüm oruçlarının özelliklede Armutlu’daki direnişin kendisini derinden etkilediğinin altını çizdi. 2000’le ‘96 sürecini birbirinden ayıran çizginin 2000’lere gelindiği dönemde başta emekçiler ve gençlik olmak üzere tüm muhalefetin sindirilmiş olduğunu vurgulayan Turgut; böylesi bir süreçte hapishanelerin yükselen tek muhalefet odağı olduğunu; bir tarafta bırakmalar, dökülmeler, yılgınlıklar yaşanırken, diğer taraftan, bunların yanı sıra, tanık olduğu inanç, kararlılık, bağlılık gibi olguların kendisinde birbirine karşıt duygular yarattığını vurguladı.



Turgut, yaşanan bu uzun direniş boyunca defalarca ölümlere tanıklık ettiğini kendisini en çok sarsanlardan birinin Sevgi Erdoğan olduğunu; Canan ve Zehra’nın da kendisini derinden etkilediğini belirtti. Başta o dönem kendisine telkinde bulunanlar olmak üzere, tüm dostlarının kendisini bu konuda cesaretlendirdiğini söyledi. Kitabı bastırma konusunda yaşadığı sıkıntıları da anlatan yazar, yayıncının kitaba yönelik ‘satmaz boşa basma’ telkinine rağmen, kitabı bastırmak istediğini söylemiş.



Turgut, “Bu gün nasıl Mahirlerin, Denizlerin dizileri yapılıyorsa gün gelecek bu direnişinde dizileri yapılacak” dedi. Bir süre tutsak yakınlarıyla ve konuklarla karşılıklı sohbet şeklinde devam eden söyleşi Alper Turgut’un “Sessizliğe Karşı” kitabını TAYAD’lılar ve gelen konuklar için imzalamasıyla son buldu.





Bu yazı Halkınsesi TV'den alınmıştır... 25 Nisan 2008

23 Nisan 2008 Çarşamba

Üreterek Direnenlerin Sergisi



TAYAD'lı Aileler; Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin Harbiye'deki eğitim ve seminer salonunda özgür tutsakların çeşitli hapishanelerde yaptıkları el ürünleri, karikatür ve resimlerinin oluşan bir sergi açtı. 22 Nisan Salı günü saat 15.00’da başlayan serginin açılış konuşmasını TAYAD yönetim kurulu üyesi Fahrettin Keskin yaptı. Saat 17.00 de sergiye konuk olan Ufuk Karakoç türkülerini TAYAD’lı Aileler ve sergiyi izleyen konuklar için seslendirdi.
Sergi 30 Nisana kadar 11.00 ile 20.00 saatleri arasında görülübilir. Ayrıca sergi boyunca film gösterimleri ve imza günleride gerçekleştirilecek.


Serginin etkinlik takvimi:



23 NİSAN 2008 / ÇARŞAMBA


HÜSEYİN KARABEY İLE SÖYLEŞİ VE FİLM GÖSTERİMİ


SAAT: 14.00 – 17.00




24 NİSAN 2008 / PERŞEMBE


RUHAN MAVRUK’LA İMZA GÜNÜ VE ŞİİR DİNLETİSİ – SÖYLEŞİ


SAAT: 14.00 – 16.00




25 NİSAN 2008 / CUMA


ALPER TURGUT’LA İMZA GÜNÜ – SÖYLEŞİ


SAAT: 15.00 – 17.00




26 NİSAN 2008 / CUMARTESİ


AHMET KULAKSIZ’LA İMZA GÜNÜ – SÖYLEŞİ


SAAT: 14.00 – 16.00




28 NİSAN 2008 / PAZARTESİ


CEZMİ ERSÖZ’LE İMZA GÜNÜ – SÖYLEŞİ


SAAT: 16.00 – 18.00


57 yıllık kahramanlık öyküsü...





ALPER TURGUT

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı aynı zamanda Kore Savaşı’nın en önemli muharebelerinin yaşandığı güne denk geliyor. Tam 57 yıl önce bugün Türkiye’den tam 9 bin kilometre uzaklıkta “Kutup Yıldızı” adı verilen tugay bir kahramanlık destanı yazıyordu. Ünlü beyin cerrahı ve tarih sevdalısı Prof. Dr. Cengiz Kuday’ın, gazetemizin 4 Ocak 2008 günkü sayısının “Olaylar ve Görüşler” sayfasında “Kore'den Kosova'ya Mehmetçik!” adlı başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. Birkaç gün sonra Kuday hocanın kapısı çalındı, içeri giren Kore Gazisi Harun Vural’dı. Sadece “Yazınızın doğru ancak eksik olduğunu söylemeye geldim” dedi. O, savaşın yok ettiği 9. Bölük’ün komutan vekiliydi ve şans eseri hayatta kalmıştı. Savaştan dönünce (1952 yılı) evlendi ve üç çocuk sahibi oldu. Türkiye Cumhuriyetiyle yaşıt Emekli Piyade Albay Harun Vural ile o günleri konuştuk.



—Kore’ye gidiş serüveninizi kısaca anlatır mısınız?

Ben önce Robert Kolej’i bitirdim ardından da 1944 yılında Harp Okulu’nu… Mustafa Kemal Atatürk’ün muazzam devrimleriyle büyüyen bir kuşakta olmanın onurunu yaşadım. 1950 yılının yaz aylarında kıdemli üsteğmen rütbesindeyken Kore için görev emrini aldım. Hazırlıklar için Ankara Etimesgut’da toplandık. Askerlere el bombalarının kullanılması ve benzeri eğitimleri ben verdim. 18 Eylül 1950 günü, 259 subay, 22 sivil ve askeri memur, 395 astsubay, 4414 erden oluşan 5090 kişilik tugayımız göreve hazırdı... İskenderun'dan Amerikan gemileriyle 24 Eylül’de yola çıktık ve 21 gün sonra 16 Ekim'de Kore'nin Pusan Limanı'na vardık. Ardından kamyonlarla tren istasyonuna getirildik ve delik deşik olmuş, kurşun yaraları bulunan vagonlara binerek Taegu şehrine hareket ettik. 4 gündür uyumamıştım ve dondurucu soğuklar etkisini göstermeye başlamıştı. ABD askerleri, elimizdeki eski mavzerleri aldı ve bize yeni silahlar verdi. Bilmediğimiz bir coğrafyada, terk edilmiş bir un fabrikasına sığındık. Tedirginlik ve teyakkuz hali, un fabrikasının ateşe tutulmasıyla dağıldı artık yemyeşil bir ülkede, dünya barışı ve huzuru için savaşacaktık.





—22–23 Nisan 1951 muharebesine gelmeden önce sanırım Türk askeri birçok çatışmaya girdi.

Askerlerimiz, kendisinden üstün kuvvetlere karşı cansiparane savaştı. Pimi çekilmiş bombaları elden ele geçirdik, süngü takıp, hücuma kalktık. İki kez esir düşmesine karşın kaçıp kurtulan ve tekrar savaşmak için birliğine dönen kahramanlara tanık oldum. 9. Bölük’ün komutan vekiliydim ve birçok kez ölümden döndüm. Bir keresinde sürünerek ilerlerken düşmanın bombası arkamdaki çocuğun ayaklarının arasına düştü. ‘Çindir, cindir’ derdik ve bitip tükenmek bilmeyen Çinli askerlere karşı savaşmak hiçte kolay değildi.




—23 Nisan muharebesi nasıl gerçekleşti?

Tamda o gün Japonya’ya tatilim çıktı. Japonya’ya giderken arkadaşlara, ‘aman çocukları kaptırmayalım’ dedim. Savaş değil ihtiyat bölüğü olarak kalmamız gerektiğini söyledim. Bölük komutanı Hamit Yüksel, 15 gün önce göreve başlamıştı ve sonrasında esir düştü. Askerlerimiz düşmanın keşif kolunu yakalamışlar ve onları konuşturduklarında gece 22.00’de büyük bir taarruz yapılacağını öğrenmişler. Bilgi doğruymuş ancak düşman büyük bir orduyla hücuma geçmiş. Bölüğümüz felakete uğruyor ama askerlerimiz gecenin karanlığında boğaz boğaza çarpışıyor. Konuşlandıkları dağı terk edemiyorlar, mevki düşman tarafından sarılıyor. Aynı zamanda boksör olan arkadaşım topçu gözetleme subayı Üsteğmen Mehmet Gönenç yaralanıyor. Askerleri onu yere yatırıyorlar, kafasının arkasına da bir matara koyuyorlar. Ve kahraman Gönenç topçulara mesajı geçiyor, “Düşmana esir olmak istemiyoruz. Bizi onlara teslim etmeyin. Vasiyetimiz şu: Bizleri kendi ateşimizle şehit ediniz. Koordinatları veriyorum. Bütün bataryalar buraya ateş etsin..." 9. Bölük top ateşine tutuluyor. Emir komuta kalkıyor, askerler ormanın içine dağılıyorlar. O günün bilançosu korkunç; 5 subay, 3 astsubay, 58 er şehit, 35 yaralı ve 105 kayıp… Toplam 206 personel zayi oluyor. Japonya’da “sizin bölük imha oldu” dediler. İnanamadım. Gözyaşlarımı tutamadım, anılar canlandı birer birer… Onlara hocalık yapmıştım, buraya kadar evlatları ben getirmiştim.




—Sonra Japonya’dan döndünüz ve ortada bölüğünüz yok.

Bir hafta sonra görevimin başındaydım, bölük komutanlığına getirilmiştim. Etrafa dağılmış erleri topladık, kısa bir zaman zarfında takviye aldık ve hep birlikte yeni bir bölük kurduk. Bölüğümüz o tarihten sonra cephe gerisinde, artçı görevindeydi. Vietnam Savaşı’nda yüz binlerce can alacak olan meşhur misket bombasının tanıtılmasını da benim bölüğüme verdiler. Başımızda Başkomutan Mareşal Douglas MacArthur, sağımızda solumuzda kameralar vardı. Cephede bir yıl görev yaptıktan sonra ülkeme geri döndüm.






—Birleşmiş Milletler (BM), Türk subay, astsubay ve askerlerine para ödüyor muydu?

Türk Silahlı Kuvvetleri, paralı bir ordu değildir, vatan vazifesi yapan bir ordudur. Tamam, BM komutası altında savaştık ancak diğer ülke askerlerinin yararlandığı haklardan faydalanamadık. Örneğin benim aylığım 25 dolardı, diğer bir ülke subayına ise 400 dolar veriliyordu. Zaten o 25 doları da almadık. Kılık kıyafetimiz de perişandı, ayağımız da doğru dürüst bir postal dahi yoktu.




—Yakın zamanda Güney Kore heyeti, sizi ziyaret etmiş…

Güney Koreliler, Türk askerini ve onun yarattığı kahramanlıkları unutmuyor. Geçtiğimiz ay bana, bir madalya ve Kore Cumhuriyeti Muharip Gaziler Derneği Başkanı Orgeneral Sang-Hoon Lee’nin imzaladığı ‘Barış Büyükelçisi’ beratını verdiler.




—ABD’den bir, Güney Kore’den iki madalya almışsınız, Türkiye Cumhuriyeti devleti size madalya vermedi mi?

Benim için asıl madalya, vatanıma sağ salim ayak bastığım gün idi. Biz halk çocuğuyuz, madalyayla işimiz olmaz. Şehit arkadaşım kahraman Mehmet Gönenç’e Bandırma’da bir lisenin adı verildi. Keşke o mertebeye ve onura erişebilseydik.



—Peki, savaş hakkındaki düşünceleriniz nedir?


Yaşadıklarıma dayanarak şunu söyleyebilirim ki; orada birbirlerine tıpatıp benzeyen kardeş iki halk gördüm. Onlar sefalet içerisindeydiler ve emperyalizmin ayak oyunları yüzünden birbirlerini düşman bellemişlerdi. Belli koşullar dışında harp yıkımdır, hırsızlığı, köpekliği ve her türden ahlaksızlığı da beraberinde getirir. Unutulmasın, BM’nin girdiği yerde artık devlet yoktur ve millet sadece köledir.











Cumhuriyet Gazetesi / 23 Nisan 2008 / arka sayfa, kesintisiz hali...










CENGİZ KUDAY'IN İLGİLİ YAZISI...



Kore'den Kosova'ya Mehmetçik!..



Ülkesine yönelik tehditleri "sınır ötesi harekât"la yok etmekte kararlılık gösteren TSK, aynı zamanda dünyada barışın tesisi ve korunması için de uğraş veriyor!..



Prof. Dr. CENGİZ KUDAY




Sınırların ötesinden başlayarak ülkesine yönelik tehditleri yok etmenin yanında Afganistan'dan Lübnan'a, Kıbrıs'tan Kosova'ya kadar dünyada barışın tesisi ve korunması için görev üstlenen "Mehmetçik" , 2008 yılında da küresel barışa katkıda bulunmaya devam ediyor!..
İmparatorluk sonrası "Cumhuriyet Dönemi" nde "Kore Savaşı" nda dünyanın yeniden tanıdığı "Mehmetçik" , uluslararası alandaki başarılarıyla bizleri gururlandırıyor!.. Mehmetçik, ilk kez "Kore Savaşı" ile üstlendiği dünyada barışı tesis ve koruma sorumluluğunu bu gün de başarıyla yerine getiriyor!..


Başlangıç: Kore


1950 yazının 25 Haziran günü Kuzey Kore aniden Güney Kore'ye saldırdığında tüm dünya aynı 11 Eylül saldırısı sonrası gibi bir dehşete kapılmış ve tüm gözler bu bölgeye çevrilmişti.
Olayın hemen ardından harekete geçen ABD, Birleşmiş Milletler (BM) örgütünü de harekete geçirerek, savaşı başlatan Kuzey Kore'nin cezalandırılması yolunda önlemler almaya başlamış ve sonuçta BM Ordusu kurulmuştu.

Sonunda Kore Savaşı kısa zamanda bir BM savaşı haline geldi. 18 Batılı milletin askeri Kore'de Güney Odusu'nun yanında yer aldı. Bugün Afganistan'da Kuzey ittifakının yanında yer alındığı gibi..


O dönemde iktidarda bulunan DP hükümeti, 25 Temmuz'da Kore'ye 4 bin 500 kişilik bir tugay gönderme kararıı almıştı. Türkiye, Amerika'dan sonra Kore'ye kara kuvveti göndermeye karar veren ilk devlet oldu.Türkiye henüz NATO üyesi değildi. Kore'ye asker gönderdikten 3 yıl sonra 1952'de NATO üyesi olacaktı.


Denizaşırı bir savaşa asker gönderme gibi önemli bir karar, Meclis'e danışılmadan sadece hükümet tarafından alınmıştı. Adnan Menderes' in başbakanlığını yaptığı hükümet ve Meclis'te büyük çoğunluğa sahip olan DP, muhalefetin görüşünü dikkate almadı. Onlara göre bu bir harp ilanı değildi. Ve Meclis yerine hükümetin kararı yeterliydi.


Genelkurmay'ın 3 Ağustos 1950 tarihli emriyle Kore'ye gidecek tugayın teşkiline başlandı.. Hareket günü olan 18 Eylül 1950'ye gelindiğinde 259 subay, 22 sivil ve askeri memur, 395 astsubay, 4414 er olmak üzere 5090 personelden oluşan tugay hazırdı... 24 Eylül'de İskenderun'dan gemilerle yola çıkıldı.


21 günlük bir deniz yolculuğu sonrasında gemiler binlerce mil yol kat ederek 16 Ekim'de Kore'nin Pusan Limanı'na vardılar. Tugay daha sonra trenlerle Kore'nin bir başka şehri Ta Eyu'ya getirildi. 8 Kasım'da 25'inci Amerikan Tümeninin emrinde Munsun Bölgesi'nde cephede yerini aldı.


Tugayın görev devraldığı 15-19 Kasım'da cephede dikkate alınacak ciddi bir olay olmadı, 18 Kasım akşamı Tugay Komutanlığı'na 9'uncu Amerikan Kolordusu'nun ihtiyatını oluşturmak üzere Kunuri Bölgesi'ne intikali ve bu intikalin 25 Kasım'da bitirilmesi emri geldi.
23 Kasım günü Türk Tugayı Kunuri mevzilerindeydi. Ancak 26 Kasım akşamı en az 300 bini bulan Kuzey Ordusu gece yürüyüşü ile cepheye yaklaşmış ve daha ilk hamlede 2'nci Güney Kore Kolordusu'nu dağıtarak ilk günün sonunda BM Kuvvetlerinin cephesini yarmayı başarmıştı.
Böyle bir taarruzu beklemeyen BM Ordusunda panik başladı. Cepheyi yaran düşman durdurulmalıydı. Hazır kuvvet olarak 9'uncu Amerikan Kolordusu ihtiyatındaki Türk Tugayı ile 8'inci Ordu ihtiyatındaki 1'inci Amerikan Süvari Tümeni ve 38'inci İngiliz Tugayı'ndan başka kuvvet yoktu.


Hemen harekete geçebilen yalnızca Türk Tugayı olacaktı. 1'inci Amerikan Süvari Tümeni ile 38'inci İngiliz Tümeni ancak bir gün sonra harekete geçebilecekti. Anlaşılacağı üzere Türk Tugayı en az bir buçuk gün "tek" başınaydı ve sel gibi akan Çin Ordusu üzerine "yalnız" yürüyecekti...


Düşmanla ilk temas


Bir bilinmezlik içinde yarılan bölgeyi tıkama görevi alan tugay hızla yürüyüşe devam etti. Sonradan anlaşılacaktı ki, bu ani karar ve hızlı uygulama 8'inci Orduyu bir kuşatmadan kurtaracak, dolayısıyla BM Kuvvetlerinin yok olmasını önleyecekti. Çünkü 8'inci Ordu, BM Kuvvetlerinin en büyük ve asli gücünü oluşturmaktaydı.


Bütün gün ve geceyi kuzeye doğru yürüyerek geçiren tugay, 27 Kasım sabahı sağ ve solunda dost birlikler olmaksızın yalnız başına yürümekteydi. Sonraki günlerde BM Ordusunun 26-27 Kasım günlerinde ne derece güç bir durumda olduğu, birlikler arasında irtibatın bulunmadığı, haberleşmenin düzensiz olduğu, Türk Tugayı'nın ise bu mevkide bir bilinmezlik içinde yalnız başına kaldığı anlaşılacaktı.


Kurmayları ile birlikte durumu tartışan Tugay Komutanı, daha ileri gitmenin tehlikeli olacağını düşünerek bu koşullarda zor olmasına rağmen geri istikamete dönerek boğazdan sıyrılmanın daha uygun olacağına karar verdi.


Bu karar, tugayı tam bir imhadan kurtarmıştı. 28 Kasım gece 04.00'te başlayan geri yürüyüş sonlandığında,Türk Tugayı tekrar eski bölgesine döndüğünde, "bulunduğunuz yerde kalın ve savunun" mesajını aldı.Tugayın yakınında 9'uncu Amerikan Kolordusu'ndan hiçbir birlik yoktu. Türk Tugayı Kore dağlarında kaderi ile baş başa bırakılmıştı..


Tugayın başarısı


28-29 Kasım günleri güçlükler ve acılar içinde süren kanlı savaşın sonunda, 30 Kasım sabahı Türk Tugayı ölüm tuzağı haline gelen Kunuri Boğazını aşıp düzlüğe çıktı. Sonradan anlaşılacaktı ki, tugay muharebeden sıyrılırken 8'inci Orduyu da kurtarmıştı...


Ne var ki, Türk Tugayı'nın kayıpları çok ağırdı. 26 Kasım-1 Aralık döneminde büyük kısmı 28-29 Kasım Kunuri Savaşı'nda olmak üzere; 218 şehit (12 subay,7 astsubay, 199 er) 455 yaralı (5 subay, 10 astsubay, 440 er), 94 kayıp (7 subay, 2 astsubay, 85 er) olmak üzere toplam 767 zayiat verilmişti.


Daha sonraları Amerikalı bir harp muhabiri şöyle yazacaktır: "Güney Kore Kolordusu dağılınca 9'uncu Kolordu komutanı kendi yanını korumak üzere Kore'ye yeni gelmiş Türk Tugayı'nı Kunuri yolu ile Tukcon'a sevk etti. Türkler Kore'de ilk defa muharebe ediyorlardı. Ne tarafın aşağı ne tarafın yukarı olduğunu dahi bilmeden savaşa girdiler. Türk Tugayı Kunuri'de muharebeye girişti. Çin birlikleri Türklerin üzerine yüklendiler. Uzun boylu, soluk benizli esmer


Türkler geri çekilmediler. Düşmanla çevrildikleri halde ölünceye kadar mücadele verdiler, birçoğu her şeyin bittiği anda süngü ile düşmana saldırdı... Çok kayıp verdiler... Türk Tugayı'nın fazla kayba uğraması yüzünden, Türk halkının üzüntülerini hesaba katan Amerikan hükümeti, sessiz sedasız Türk makamlarından özür dilemek zorunda kaldı, ancak Türkler Amerikalıların ne demek istediğini pek anlayamadılar; oraya vuruşmak için gitmişlerdi ve vuruşmuşlardı!.."

Bir kahramanlık öyküsü


Kore Savaşları, bu tarihten sonra da inişli çıkışlı şekilde devam etti.Türk askerleri kahramanlık örnekleri sergilediler. Bunlardan biri 22 Nisan'ı 23 Nisan'a bağlayan gece yaşandı.
Bulunduğu mevki, üstün düşman kuvvetleri tarafından sarılan birliklerimizden Üsteğmen Gönenç saat, 23.30'da telsizle topçu taburuna şu mesajı geçti: "Dört tarafımız kuşatıldı. Çok şehit verdik. Telsizcimiz de şehit oldu. Koordinatları veriyorum. Bataryalar ateş etsin."
Topçu irtibat subayı Yüzbaşı Refik Soykut 'un koordinatların kendisinin bulunduğu yer olduğunu hatırlatması üzerine Mehmet Gönenç 'in yanıtı ilginçti:
"Evet öyle, biz düşmana esir olmak istemiyoruz. Bizi onlara teslim etmeyin. Vasiyetimiz şu: Bizleri kendi ateşimizle şehit ediniz. Tekrar koordinatları veriyorum. Bütün bataryalar buraya ateş etsin..."
Bu konuşmalar topçu taburunda da dinlenmekteydi. Tabur Komutanı başta olmak üzere herkes şaşkındı. Ne yapacaklardı?
Kısa zamanda karar verildi. Vasiyet yerine getirilecekti. Topçu Taburu ateşlerini verilen koordinatlara, yani 9'uncu Bölük üzerine topladı. O geceki muharebede tugayın kaybı ağırdı.
Bir gecede 5 subay, 3 astsubay, 58 er şehit, 35 yaralı ve 105 kayıp olmak üzere toplam 206 personel zayi olmuştu. Üsteğmen Mehmet Gönenç ile yanındaki 5 er de şehitler arasındaydı.
Şimdi memleketi Bandırma'da, kendi adını taşıyan bir lisede anısı yaşatılmaktadır.
23 Nisan öğle saatlerinde bir Amerikan keşif uçağının verdiği rapora göre 9'uncu Bölükten sağ kalan 60 kişilik bir grup, mevzilerinde ümitsizce hâlâ dövüşmekteydi.


Kilometrelerce uzakta, memleketlerinde 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlandığı o mutlu günde, hiçbir ümitleri olmadığı halde direnen ve teslim olmayan bu kahramanların mücadelesi onur vericiydi. Mehmetçik bu gün de aynı yolda yürüyor!..

Yurtta ve dünyada barışın egemen olması için uğraş veriyor!..



Cumhuriyet Gazetesi / Olaylar ve Görüşler / 4 Ocak 2008

2 Nisan 2008 Çarşamba

Başsavcıdan, 1 Mayıs'ta Şiddet Görenlere Oh Olsun!



Yargı, 1 Mayıs'ta saldırıya uğrayan 38 kişiye, "Polis yasal zor kullandı. Eyleminiz izinsizdi" yanıtı verdi. Hiçbir şiddet olayıyla ilgili "yeterli, kesin ve inandırıcı" kanıt bulunamamış.


BİA Haber Merkezi - İstanbul




İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, toplam 38 kişinin geçen yıl 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda saldırıya uğradıkları gerekçesiyle altı polis yetkilisi ve olay yerinde görev yapan Emniyet görevlileri hakkında yaptıkları şikayette dava açılmasına gerek görmedi.


1 Mayıs saldırılarıyla aralarında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, 78'liler Girişimi yetkilisi Celalettin Can, Cumhuriyet gazetesi muhabiri Alper Turgut, Türk Tabipler Birliği (TTB) Genel Başkanı Gençay Gürsoy'un da bulunduğu 38 kişinin yaptığı suç duyurusu takipsizlikle son buldu.

Başsavcının "izin" sandığı aslında "bildirim"

Kamuoyuna henüz yansıyan 12 Mart 2008 tarihli kararında Cumhuriyet Savcısı Abdülaziz Özatlan, Taksim Meydanı'nda sendika ve sivil toplum örgütlerince "izin verilmediği halde ve güvenlik birimlerince terör örgütü mensuplarının da katılacağı yönünde istihbarat üzerine tedbir almalarına rağmen" eylem yapıldığına yer veriyor.


Kararda, "Beşiktaş İlçesi'nde birçok insanın ellerindeki pankartlarla Taksim'e doğru yürümek istemeleri üzerine eylemden geri durmaları ve dağılmaları konusunda yapılan tüm uyarılara rağmen çeşitli noktalardaki grupların, uyarılara karşın slogan atmaya devam etmeleri, bazı yerlerde Emniyet görevlilerine saldırmaları ve mukavemette bulunmaları üzerine grupların dağılması için yasal zor kullanılarak göz yaşartıcı gaz kullanıldığı ve birçok kişinin gözaltına alındığı anlaşıldı" deniyor.


Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na göre "izinsiz gösteri" diye bir şey yok, bildirim yeterli.
Savcılık, 38 mağdur için de hiçbir delil bulamadı


"Bazı mağdurlar yaralandıysa da, bunlar Emniyet görevlilerinin yasal zor kullanmaları sonucu meydana geldi. Tüm şüpheliler, zor kullanım sınırlarını aşarak ya da memuriyet nüfuzlarını kötüye kullanmak suretiyle mağdurlara karşı etkili eylemde bulunduklarına dair, haklarında kamu davası açmaya yeter, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, mağdurların meydana gelen yaralanmaların dereceleriyle şüphelilerin yasal olarak kullandıkları zor arasında herhangi bir orantısızlık bulunmadığı, müsnet suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşıldı."


1 Mayıs'ta saldırıya uğrayanlar

Murat Papuç, Erkin Tufan Özalp, Alper Turgut, Süleyman Çelebi, Musa Çam, Adnan Serdaroğlu, Kamer Aktaş, İsmail Hakkı Tombul, Abdurrahman Daşdemir, Sevgi Göyçe, Mehmet Soğancı, Hüseyin Yeşil, Gençay Gürsoy, Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Arzu Çerkezoğlu, Hüseyin Karabulut, Metin İlgün, Alper Taş, Kamer Demir, Yaman Yıldız, İlknur Birol, Oya Ersoy, Celalettin Can, Nimet Tanrıkulu, Kudret Yıldırım, Hatice Yıldırım, Eyüp Baş, Hakan Dilmeç, Halim Gürbüz, Pınar Akbina, Beycan Taşkıran, Saadet Yeğin, Ramazan Gülten, Serhan Arıkanoğlu, Güray Dağ, Dursun Yıldız, Fahrettin Nevzat Süs ve Cihan İlter.

Gazeteci Alper Turgut'un avukatı Tora Pekin'in 17 Aralık 2007 günü yaptığı bilgi edinme başvurusuna İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nün verdiği yanıt, "İnceleme raporu, getirilen teklif doğrultusunda, Valilik makamının 27 Temmuz 2007 tarih ve 07/2694 sayılı olurları ile işlemden kaldırılmıştır" olmuştu.